Biz yandık, siz yanmayın
“Fitne ve fesat ocağı” Patrikhanenin ekümenikliğini savunuyor, çeteci yetiştiren misyoner okullarının kapatılmasını eleştiriyor... Şimdi, Türk çocuklarına tarihini Yılmaz Öztuna’dan öğretenler utansın!
Nasıl zehirlenmişiz, bilinçaltımıza nasıl bir aşağılık kompleksi işlenmeye çalışılmış. Büyük Türk fetihlerini okuduğumuzu sanırken nasıl fethedilen biz olmuşuz...
Bunca seneden, bunca eğitimden, bunca tecrübeden sonraYılmaz Öztuna’yı ’başka’ bir gözle okumak bunları düşündürüyor bana. Çünkü artık yazdığı her satırı, Türk Tarihi konusundaki ’ezberim’ olmasına çalışarak değil, ’tarihin yazıcılarının elinde şekilllendiğini’ bilerek, niyet sorgulaması yaparak okuyorum... Genç arkadaşlara tavsiyem; siz de öyle yapın! Hem elinize ’oku da tarihini öğren’ diye tutuşturulan kitaplara, hem de o kitapları uzatanlara, sorgulamadan teslim etmeyin düşünce dünyanızı.
Kimliksizlik tarihini yaz
Cilt cilt ’Türkiye Tarihi’ni evimizin baş köşesine yerleştirdik. Osmanlı’yı, padişahları onunla tanıdık... Abilerimiz, babalarımız, belki dedelerimizin de öyle yaptı...
Yorumlar üzerine uzun uzun ’o öyleydi, bu böyleydi’ demeden, sadece geldiğimiz noktaya bakarak bile, yanlışımızı farkedebiliriz. Neredeyiz?
Kimliksiz, iki arada kalmanın boşluğunda!
Şimdi nasıl Antakya Medeniyetler Korosu’na gönüllü katılmadığıma, ’Müslümanlaşmamış Rum’ arayanlara rehberlik yapmadığıma, ’Sümelalı Meryem Ana Vakfı’yla “Pontus topraklarına dönüş hayâli miras bırakarak ölenler”in yasını tutmadığıma şaşıyorum... Halbuki ’Öztuna tarihi’nin bana biçtiği misyon buydu!
Demek ki, panzehir enjekte edebilmişim bünyeme... Ağaç yaş iken eğilir, bana ’milli bağışıklık’ kazandıran bütün öğretmenlerime teşekkür etmeliyim... Orta Asya’nın ucu bucağı olmayan coğrafyasında, saçları uçuşarak at koşturan, savaşan, mücadele eden Türk kızları-erkekleri yaratan Atsız’a teşekkür etmeliyim... O olmasaydı ’Anadolu’nun, bu büyük millet için nasıl bir ’esaret hücresi’ne dönüştüğünü hiç bilemezdim... Ve Mustafa Kemal Atatürk’e teşekkür etmeliyim. O olmasaydı, Anadolu’nun nasıl bir ’hürriyet’in adı olduğunu anlayamazdım...
Masallarla büyüyen çocuk
Biz edep bilen bir milletin evlatlarıyız... Hiçbirşeyine olmasa yaşına saygımız var. O’nun için siz bakmayın Yılmaz Amca’nıza çocuklar... O da Taha Amca’nız gibi ’masalcı baba’ olmaya soyunmuş. Taha Amca’nızın anlattığı masallarla büyüyen oğlunun halini görüyorsunuz.. Taraf’ın 20 sorusunu yanıtlarken ortaya çıkan ’ne idüğü anlaşılmaz’ karakterin hali neydi öyle?
‘Asker karşıtı’ olduğunu vurgulamak için ’şiddet içeren meslekleri yapamam, mesela askerlik’ diyordu. Sonra kahramanınız kim sorusuna ’Rocky Balboa’ cevabı veriyordu!
Rocky de, bakmayın kas yığını olduğuna, kırçiçeklerinden taç yapan hisli bir karakter ya!
Mustafa’nın yaşamak istediği yerler meselenin özüdür: “İstanbul, New York, Londra gibi küresel metropollerde...” Küresel şehir, babasından, kuvvetli ihtimal ilk tarih öğretmeni Yılmaz Öztuna’nın kitaplarından okuduğu masal ülkeleri demek! Köşesiz, tavırsız, sınırsız... şehirler! Onlara sorsanız çok kültürlü, bana kalırsa kültürsüz! Kimliksiz...
Ekümenik değil sadece başpapaz
Fener Rum Patriği hiçbir zaman Yılmaz Amcanız’ın iddia ettiği gibi ’cihan patriği’olmamıştır. Aslına bakarsanız patrik bile olmamıştır... O ’paşpapaz’dır. Sadece görev yeri olan Fener’in başındadır. Görevi Rum cemaatin dini ihtiyaçlarını karşılamaktır. Atatürk’ün o makama ’evrensel’ bir nitelik atfetmemesinin en önemli göstergesi ’patriğin TC vatandaşı olması ve Türkiye’de ikamet etmesi’ şartlarını getirmesidir.
Fener Patriğine ’ekümenik’ demek, misyonerlik temeli üzerine başlatılan kiliselerarası birlik hareketini tanımak, patriği Ortodokslar için devlet ve millet kavramlarının da üzerinde bir ototrite haline getirmek demektir.
Üniter bir devlet yapısına sahip Türkiye Cumhuriyeti’nin, sınırları içinde ’devlet içinde devlet’yaratılmasına izin vermesi mi çıkarlarına olacak Yılmaz Amca? Bu yaptığın şuur katli değil mi?
Cumhurbaşkanı’na işgal gemisinde resepsiyon veren ‘Majesteleri’nin önünde saygıyla eğilen, ‘Mss. Rice’e methiyeler düzen, II. Bush’u hürmetle uğurlayan Yılmaz Amca “Konstantinopolis”e özlem duyabilir. Ama hiçbir Türk genci, “Konstantinopolis’deki ekümenlik tahtın varisi” olan Bartolomeos’un Bizans düşlerinin parçası olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, ’tahta geçme hayali kuran veliahtlar’ın iktidar oyunlarını bozalı, onları tasfiye edeli çok uzun zaman oldu!
Atatürk’ün ağzından
Hiç okumamış olsaydım dediğim Öztuna yazısındaki en büyük talihsizlik, Atatürk’ün bir ’elma şekeri’ne dönüştürülme çabası... Öztuna Megalo İdea’nın temsilciliğini yapan, ajan ve çeteci yetiştiren misyoner okullarını kapatmanın, Atatürk politikasını yıkmak olduğunu yazmış... Oysa Atatürk, mütareke yıllarında Amerikan Yakındoğu Heyeti’nin okul açmak isteğine şu cevabı vermişti: “Binlerce çocuğun Türk hükümeti ve milletine karşı dostane ve sadıkane olmayan hissiyatla donanmış olarak yetişmelerine müsaade edemeyiz.”
’Nutuk’ta, Rum Patrikhanesi’nin ihanetini şöyle anlatmıştı: ’Sonradan elde edilen kesin bilgiler ve vesikalarla iyice anlaşıldı ki, İstanbul Rum Patrikhanesi’nde oluşan Mavri Mira Derneği, illerde çeteler kurmak ve idare etmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgul... “
Harput’ta Ermeni ve Kürt ayrımcılığını, Merzifon’da Pontusçuluğu kışkırtan bu okulların kapanmasını sağlayan Atatürk değil midir? Yılmaz Amca hala kabullenememiş olabilir, ama 3 Mart 1924’te TBMM’de ’Tevhidi Tedrisat’ adıyla bir kanun kabul edilmiş ve ” Türkiye içindeki bütün bilimsel kurumlarla, öğretim kurumları Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. “
Bu kanun Türk Gençliği’ni sadece misyonerlerin değil, tarikatların elinden de kurtarmıştı. Yürürlüğe girdikten sonra sadece İstanbul’da onlarca Fransız ve İtalyan okulu kaptıldı.
Milli Mücadele döneminde sadece Doğu Karadeniz’de 25 bin çetecinin yetiştirilmiş olması bu okullar sayesinde değil miydi? 1. Dünya Savaşı sırasında, Anadolu’da Ermeni mezaliminin mimarı olan komitacılar bu okullarda gizlenmiş, bu kiliseler aracılığıyla silahlandırılmamış mıydı Yılmaz Amca? Toprak alımlarını ve sözde devlet kurumlarının inşa edilmesini Patrikhane ve bu okullar organize etmedi mi? Şimdi aynı okullardan Diyarbakır’da, Trabzon’da, Mersin’de mi açalım istiyorsun?
Öztuna’nın açılmasından taraf olduğu Ruhban Okulu konusunda da, ısrarla gözardı edilen bir konu var. Ruhban Okulu kapatılmamış, bütün yüksek öğretim kurumları gibi, bir üniversiteye bağlanması gerekirken bunu reddettiği için kapanmayı seçmişti. Türk hukukuna dahil olmama itirazı bile okulun niyetlerini sorgulamayı gerektirir. Ruhban Okulu özellikle ajan Athenagaros döneminde Yakovas ve Emilyanos gibi Türk düşmanı papazlarla örgütlenmişti. EOKA’cı Makarıos ünlü katil öğrencilerindendi.
CIA ajanına egemenlik devri
Atatürk’ün ölümünden sonra Fener Patriği’nin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma şartı Amerika eliyle ’sözdeleştirildi.’ II. Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’de hakimiyet kuran Amerika ’Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposu Athenagoras’ı Türkiye Cumhuriyeti’ne ’atayarak’ Lozan’ı ihlal etti. Tabii ’zaten tanımadığı’ bir anlaşmaya uymaması ne derece ihlal sayılır... Yasalarımızı tanımayan bir ülke ne derece müttefik sayılır bunların hep netameli konular... Athenagoras ’rol icabı’ TC vatandaşı oldu. Patrikhane bir istihbarat üssüne dönüştü.
Türkiye-ABD arasında, ’bugünün müzakerecilerine nal toplatır’ bir performansla çalışan Athenagoras Türkiye’de Amerikan Eğitim Komisyonu kurulmasını sağladı. ” Türkiye’de Türk parası ile Türk hükümetinin himayesinde, her türlü Türk denetiminin dışında, Türk eğitimi hakkında araştırma yapması, bilgi toplaması, gerekli Amerikan memurlarının uzman ve araştırmacı olarak okul, üniversite ve bakanlıklara yerleştirmesi ve benzeri faaliyetler “de bulundu. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ’egemenlik devri’ başlamış oldu. Dimitros döneminde, ABD Fener Patriği’ni ”cihan patriği “ ilan etti. ABD’nin hukuki dayanağı olmayan çıkışını savunmak neden sana düştü Yılmaz Amca?
Kin kapısı muhafızı
1820-1821 Mora isyanı’nın planına ilişkin belgeler, siyallaştırmaya çalıştığın Fener Patrikhane’sinden çıkmadı mı? Ne yazmıştı Patrik Gregorius’un, Rus Çarı Alexandr’a: ”Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Evvela din ve manevi şahsiyetlerinden mahrum bırakmak, buhran anlarında irşad vazifesini ifa edecek şahsiyet ve mihraklardan nasipsiz kılmak icap eder. Bunun da kestirme yolu dini ve manevi hayatı temsil eden teşkilat ve şahsiyetleri, etkili kudret olmaktan çıkartmaktır. Türkler dış yardımı reddederler, haysiyet duyguları buna manidir. Velev ki, geçici bir zaman için zahiri kuvvet verse de, Türkleri dış yardıma alıştırmalıdır. Maneviyatları sarsıldığı gün kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve zahiren hakim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olacaktır...’ Hey gidi Yılmaz Öztuna... Belgeli ihanetinden yargılan Gregorıus’un idam edildiği yerdeki Kin Kapısı’nın muhafızı olmaya mı soyundun ? Sana da yazık! Yazdıklarından medet uman bize de yazık! Seni bize metheden büyüklerimize de yazık!
++++++
Misyoner okulları açan, bu Atatürk mü Yılmaz Amca?
“Patrikhane bir fesad ve hıyanet ocağıdır!”
Bir fesad ve hıyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebep olan İstanbul Rum Patrikhanesi’nin artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebebler gösterilebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesad ocağının hakiki yeri, Yunanistan değil midir? Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilmekte olan yeni Türkiye, Babıali’nin taht-ı idaresindeki eski Osmanlı İmparatorluğu değildir. Yeni Türkiye şeref ve haysiyet, kudret ve kuvvetini müdrik ve hukukunu muhafaza için mevcudiyetini tehlikeye atmaya hazır ve amadedir.
Mustafa Kemal
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi / 20 Ocak 1923
++++++
Papa’nın telaşı
Fener’de oturan Patrik’in 200 devlet tarafından tanınan sıfatlarını reddetmek, Eyüp kaymakamının emrinde bulunduğunu iddia etmek, Fâtih’in ve Atatürk’ün izin verdiği okullarını kapatmak tavrımız, Türk etkinliğini kırıyor ve Türkiye’ye büyük zarar veriyor.
Bizden çok iyi tarih bilen Papa, Nazi gençlik örgütündeki heyecanlı günlerinin verdiği nostalji ile telâşını saklayamadı. Ortodoks Cihan Patriki’nden sonra Eçmiadzin Patriki’nin de Türkiye’ye yakınlaşma ihtimalinden dehşete kapıldı.
Doğrusu 16. Benedictus, dünya barışına yararlı davranmadı. İki tarafı kışkırtarak husumeti canlı tutmak istedi. Geçmişi soykırımlarla dolu Engizisyon Hıristiyanlığı’nı unuttu. Biz Türkleri suçladı. Büyükelçi teati ettiğimiz Vatikan Devleti ile ilişkilerimize gölge düştü. Biz Papa’yı, türlü menfaatlerin peşindeki sorumsuz Batı politikacılarından daha bilge sanırdık.
* Yılmaz Öztuna / Türkiye
++++++
MİNİ YORUM
Anırırken sucuk olmayasın
Malum sucukçuluk bu ara pek revaçta... Kurban Bayramı’nı fırsat bilen korsan kasaplar, eşek avına çıkmış! Bu söylenti Karakaçan Bey’i harekete geçirdi. İlk hedefi, eşek arkadaşlarını ‘jenosit’ten kurtarmak... 24. Gün ve Engin hala anırmadı ya... Uyarıyor; sözünü tutması bu günlere denk gelirse, Taksim’de kalabalığın içinde anırsın. Tenhalarda, kaçak mezbaha alanlarında başına iş almasın... Anırtı duyup üstüne çullanan korsan kasaplar, eşek olmadığını anlayana kadar iş işten geçebilir...
* Selcan TAŞÇI