Biz nereye sığınacağız?
Moskof’tan kaçanlar Türk’e, Türkiye’ye sığındı. Bulgar’dan kaçanlar Türk’e Türkiye’ye sığındı. Çin’den kaçanlar Türk’e Türkiye’ye sığındı, sığınmak için çırpınıyor. Suriye’den kaçanlar binerlik kafileler halinde Türk’e, Türkiye’ye sığındı, sığınıyor. Daha dün Saddam’dan kaçan yüz binlerce Kürt Türkiye’ye sığınmamış mıydı?
Şimdi kötü bir senaryo yazalım.
Diyelim ki birileri Türkiye’den bir miktar toprak parçası koparttı, adına “Kuzey Kürdistan” dediği bir devlet kurdu ve diyelim ki Kıbrıs yahut Ege meselesi yüzünden Yunanistan’la aramızda hırgür çıktı. Arkasına ABD ve ABD’yi alan palikaryalar 6. Filo desteği ile Ege ve Akdeniz’den Türk milletini bir yerlere doğru sürmeye başladı? Söyleyin o gün bizi kim kabul eder? Dün yüz binler halinde kabul ettiğimiz Güney Kürdistan mı, onunla birleşme plânları yapan Kuzey Kürdistan mı? Ermenistan mı? Suriye mi? Herhangi bir Balkan devleti mi? Rusya mı, söyleyin kim kabul eder? İran kabul edebilir mi? Güvenli bölge oluşturulsa Suudi Arabistan kabul etme cesareti gösterebilir mi? Zamanında İspanya engizisyonundan kurtardığımız Yahudilerin devleti İsrail kabul eder mi? Bu sorunun cevabını İstanbul işgal edildiğinde Yahudilerin sergilediği davranışlara bir bakın da öğrenin lütfen. O kadar araştırma yapacak zamanınız yoksa Rahmetli Süleyman Nazif’in işgal günlerinde Hadisat gazetesinde kaleme aldığı “Kara Bir Gün” yazısını bulup okuyuversinler.
Yani efendim bunların hiçbiri olmaz. “Kabul etmek” bu millete hastır. Türk milletinin ahlakı Ensar ahlakıdır. Bu, Allah(c.c.)’ın bu millete lütfudur. Bu millet “Veren el” dir ve bu satırlar bir “ırkçılık” değil, hakkı teslimdir. Hakikat karşısında susmayarak “dilsiz şeytan olma” durumuna düşmemektir. Allah bu milleti yeryüzünde baki kıldığı sürece biz bunu hep yapacağız ve yine yaptıklarımız hep unutulacak, yetmeyecek, bağrımıza hararetle bastıklarımız, bölüp ekmeğimizi verdiğimiz insanların bir kısmı ilk fırsatta sırtımızdan hançerleyecek, bugün bizi, “Ne cömert milletsiniz” diye övenler, gün gelecek, “Siz o gün bu işleri art niyetle yapmıştınız” diye hesap sormaya bile kalkacaklar. Tazminat isteyecekler. Ev, tarla, bağ bahçe verdiklerimizin zihnini bulandıracak, o topraklar sizin değil, onlarındı, toprak verin, bayrak verin diye tepemize dikilecekler. Biz o gün Allah’a, Allah’ın bize lütfettiği hasletlerimize sığınacak, oyunu bozacağız.
Bu böyle devam edip gidecek.
İyi de ne zamana kadar?
Ben inancıma, imanıma göre konuşmaya çalışıyorum. Bütün hatalar şahsıma aittir, Rabbim bağışlasın. Evet, iyi de ne zamana kadar? Görünen o ki bu millette “Ensar ahlakı” hâlâ dipdiri. Elhamdülillah. Ve görünen o ki (keşke böyle olmasaydı) “Hicret” edenlerde, Hicret’e mecbur Hz. Ebubekir, Hz.Osman’ların, kendisine her şeyinin yarısını teklif eden Ensar’a “Bana bir ip ver ve Medine’nin çarşısını göster” diyen Abdurrahman ibni Avf(r.a.)’nın ahlâkı bir hayli erozyona uğramış. Unutmaları hızlı oluyor. Rabbe şükür, kula teşekkürden geçer hakikatine sırtlarını dönüyorlar. Bu hal “münafıklık” alametidir. Çünkü iş dönüp dolaşıp emanete ihanette düğümlenmektedir. “Güven” e ihanettir bu. Sakın ola ki yazdıklarımız Suriyeli misafirlerimizle ilgilendirilmesin. Alakası yok. Biz bir “genel” den bahsediyoruz. Zaten Hatay’daki prestij, bir illüzyon ile elimizden alındı bile. Son dönemlerde dünyanın pek çok yerinde Suriye sınırındakine benzer “sığınmalar” oldu. Bugün onlara sinesini açanları kim hatırlıyor? Hiç kimse. Ama ünlü film yıldızı ve ’Birleşmiş Milletler İyi Niyet Elçisi’ Angelina Jolie’yi herkes hatırlıyor. Falan sığınma kampını ziyaret etmişti.. Şu kamptan çocuk almış, “anne” olmuştu, diye.
Evet dostlar... Bu bizdeki “Ensar” mizacı sığınmacılardaki “Hicret” ahlakı bitene kadar devam eder. Her ikisinin bittiği an ise herhalde kıyametin kokusunun burunlarda iyice hissedildiği anlardan bir andır ki, o saatten sonra zaten yapacak çok az şey kalmış demektir.