Biz bu pisliği niye yedik!
Bizimkilere(!) bakacak olursak;
Diplomatik "van minıts" çekmiş olduk!
Dünyayı titrettik.
İç işlerimize müdahaleye kalkışanlara hadlerini bildirdik.
Dize getirdik.
Gücümüzü gösterdik.
Bla… Bla… Bla…
***
"Onlara" bakacak olursak;
Geri vites yok!
Dün de uluslararası sözleşmelerin gereğini yaptılar, bugün de…
Hatta yarın da aynı şekilde davranmaya devam edecekler!..
***
Fıkrası meşhurdur:
Ağa ile maraba yolda giderler…
Canı da sıkılmış zahir, yolun üzerindeki hayvan pisliklerini işaret eden ağa hiç olmayacak bir teklifte bulunur marabaya:
-Onları yersen, sen benim yerime geçersin, ben de senin… At da senin olur, araba da…
Önce bir tereddüt eder gibi olsa da "ağalık aşkına" teslim olur maraba. Pisliği yer ama ağanın yerine de kurulur sonunda…
Şimdi o ağa, ağası tabana kuvvet atı çeken maraba…
Bir müddet bu şekilde gittikten sonra yine öbek öbek hayvan pisliği çıkar karşılarına…
Ağa oldu olmasına ama ağzını her açtığında yediği pisliğin kokusunu duydukça, gururunun kırıldığı o anları da unutamaz maraba… Bu sefer aynı teklifi o yapar ağaya;
-Yerdeki pislikleri yersen, yine sen üste çıkarsın, ben aşağıda devam ederim yola…
Marabasının ağalığından sıkılan ağa "Tamam" deyip başlar pisliği avuçlamaya…
***
Sonuç:
Ağa, en başta olduğu yerde yani atın ve arabanın sahibi olarak yukarıda…
Maraba, en başta olduğu yerde yani ağasına hizmet etmek üzere aşağıda…
En baştakinden farklı olan tek şey, ikisinin de midelerinden ağızlarına yükselen o kesif pislik kokusu…
Keza maraba da, hikâyenin sonunda döner ve "At senindi yine senin. Araba senindi yine senin. Ben marabaydım, yine marabayım. Peki biz bu pisliği niye yedik?" diye sorar ağaya.
***
Biliyorsunuz değil mi, bu hikayecikler, insanoğlu "ibret alsın" diye anlatıyor kuşaktan kuşağa!
CİNAYET…
Ankara Şehir Hastanesi Kadın Doğum Asistanı Dr. Rümeysa Berin Şen''in, 36 saatlik nöbet sonrası geçirdiği kaza sonucu ölmesi, sağlık çalışanlarını isyan ettirdi.
"36 saat nöbet cinayettir" diyorlar.
Haklılar.
Sadece sağlık çalışanları için değil, o sağlık çalışanlarının, uykusuz geçirdikleri 20''nci saatin, 24''üncü saatin, 30''uncu saatin, 36''ncı saatin sonunda müdahale etmek durumunda kaldıkları hastalar içinde cinayet tehdidi; uzun nöbet süreleri.
Nöbetinin 30''uncu saatinde neşter atmak durumunda kalan bir doktor, dikiş atmak durumunda kalan bir hemşire düşünün… Uzun bir nöbetin sonunda yarı uykulu girilmek zorunda kalınan bir acil ameliyat…
Muayene bile olmaz.
Değer mi!
***
İki "hemşire" kuzenim var; nöbetin yarısından sonra nasıl "süründüklerini", nasıl "ayakta uyuyarak" çalıştıklarını yakından izliyorum.
Daha yeni, geçtiğimiz hafta sonunun büyük bölümünü "çocuk acil servisi"nde geçirmek zorunda kaldım bir hastanenin… Üstelik de bir "özel hastane"nin…
Sabah gittiğimizde muayenemizi yapan doktorla, gece yarısı gittiğimizde muayenemizi yapan doktor aynıydı; hemşireler aynı; teknisyenler aynı…
Hem mevsim, hem salgın şartlarından "balık istifi bir belediye otobüsünü" andıran hastane koridorundan hareketle tahminim; beş, on, yirmi değil; belki yüz, belki yüzden de fazla çocuğa baktılar gün boyu…
Öyle yoğundu ki, antibiyotik için saati gelmiş, damar yolu açık haldeki çocuğu yatırabilecekleri yer yoktu!
***
Son gidişimizde artık doktorumuzun dikkati o kadar dağılmıştı ki; bütün hafta sonunu teşriki mesai halinde geçirdiğimiz, önceki muayeneleri de kendisi yaptığı, reçeteyi de kendisi yazdığı halde sanki bizi ilk defa görüyor, şikayetimizi ilk defa dinliyor gibiydi bakışı, konuşmaları!
***
Demem o ki, "cinayeti" görmek için, gencecik bir doktorun "uykusuzluk kaynaklı kazadan ölmesi"ne hiç gerek yoktu.
Doktorlara da yazık.
Hemşirelere de yazık.
Hasta bakıcısından, güvenlik görevlisine bütün sağlık çalışanlarına da yazık.
Hastalara, hasta yakınlarına da yazık.
***
Kaldı ki, tek sağlık sektörü değil; bu nevi bir nöbet sistemi bütün sektörler, bütün meslekler için tehlikeli; hangi takviyeyi alırsa alsın, ne kadar -tabiri caizse- dopinglenirse dopinglensin, etten ve kemikten hiçbir insan evladının, o kadar uzun süre dikkatini ve gücünü "aynı seviyede" tutabilme kabiliyeti yoktur; neticede.
SORU-YORUM
"On büyükelçinin sosyal medyada yayımladığı mesaj ile birlikte yaşanan sorunun diplomasi yoluyla çözülmesinden memnuniyetlerini" bildiren oda, borsa, sendika başkanları da kelimesi kelimesine aynı tiviti attıklarına göre, büyükelçiler gibi onlar da mı "teyitleşti" acaba?