Bitmeyen Türk fobisi...
Rum lider Hristo-fiyasko’nun, gerçek anlamda bir fiyasko ve Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir çözümün önündeki en büyük engellerden biri olduğu gerçeğini de defalarca siz değerli okuyucularımla paylaştım. Bugün yine Rum Yönetimi lideri Hristo-fiyasko’nun Kurban Bayramından hemen önce 26 AB ülke liderine yazdığı, ve Rum uzlaşmazlığının ve düşmanlığının doruğa çıktığı mektubunu dikkatinize getirmek istiyorum. Rum basınında yayınlanan mektup aynen şöyledir:
“Dikkatlerinizi, Türkiye’nin AB’ye yönelik yükümlülüklerini yerine getirmemesi konusuna çekmek ihtiyacı duyuyorum. AB’nin Türkiye’yle üyelik müzakerelerine başlamasına karar vermemizden bu yana 5 yıl geçti. Bu dönem içerisinde AB yükümlülüklerini yerine getirmemesi konusunda Türkiye’ye çok defalar uyarıda bulundu, ancak bir sonuç alınamadı. Bu yıllar boyunca Kıbrıs Cumhuriyeti, Ankara Protokolü’nün uygulanması konusunda- ki bunun uygulanması Türkiye’nin kuşku kaldırmaz hukuki yükümlülüğüdür- benzeri görülmemiş bir sabır gösterdi.
Avrupa Konseyi’nin aldığı tutuma göre Türkiye Kıbrıs sorununun çözüm çabalarına etkin destek verme yükümlülüğündedir. Üzüntüyle gözlemliyorum, Türkiye müzakere sürecinde şu ana kadar yalnız riyakar bir destek verdi. Ankara’dan ortaya çıkan söylemde, Kıbrıs sorununun çözüm zemini olarak toplumlar arası diyalogda anlaşmaya varılan temel ilkeler dışarıda bırakılıyor. Türkiye Milli Güvenlik Kurulu ve Türk hükümetinin çok sayıdaki üst düzey yetkilisi; iki bölgeli, iki toplumlu, Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında belirtildiği şekliyle siyasi eşitliğe sahip, üniter egemenliği, üniter uluslararası temsiliyeti ve üniter vatandaşlığı olan federasyon şeklindeki uzlaşılmış zemini dışarıda bırakma çabası içerisinde riyakar ve mesnetsiz terminolojiler kullandılar.
Türk yetkililerin kamuoyuna yönelik açıklamaları Güvenlik Konseyi kararlarına uygun değildir.
Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi kararları Türkiye’ye şu çağrıda bulunur:
-Kıbrıs sorununa, BM Güvenlik Konseyi kararlarına, AB’nin üzerine bina edildiği ilke ve değerlere dayanan kapsamlı bir çözüm bulunmasına aktif destek vermesi,
-Türk kuvvetlerini çekerek ve iki liderin serbestçe müzakere etmesine izin vererek müzakerelerin ortamını kolaylaştırması,
-Ek Protokol’ü uygulaması ve hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uçak ve gemilerine açması,
-Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıması, ilişkilerini normalleştirmesi ve uluslararası örgütlere katılımına uyguladığı vetosunu kaldırması.
Çeşitli düzeylerde 18 aylık müzakerelerden, 14 aylık doğrudan müzakerelerden ve liderlerin 50’nin üzerindeki görüşmesinden sonra ilerlemenin tatmin edici olmadığını üzüntüyle gözlemliyoruz.
Bunca aydan sonra toprak, güvenlik ve yerleşikler başlıklarının tamamı gereğince görüşülmedi.
Bunların, Türkiye’nin prosedüre katkı koymadığının yeterli göstergesi olduğunu düşünüyorum.
AB’ye ve Kıbrıs’a yönelik yükümlülüklerini yerine getirmek yerine Türkiye son haftalar içerisinde; çözüm iradesi olmaması ve müzakerelerin gecikmesi konusunda Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı’na sorumluluk yükleme oyununa girişti.
Maalesef Kıbrıs Türk toplumu lideri ve müzakerecisi Sayın Mehmet Ali Talat da bu oyuna karışmış durumdadır. Türkiye’nin müzakere sürecine etkin ve özlü şekilde katkı koyacağı yönündeki beklentilerimizin sonucu olarak sabır gösterdik.
Müzakerelerdeki ilerlemenin hayal kırıklığı yaratacak düzeyde olması, Türkiye’nin müzakerelere karşı tavrını ve yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddetmesini dikkate alarak; Aralık ayındaki Avrupa Konseyi toplantısında, Avrupalı ortaklarımızla istişare içerisinde, Türkiye’yle ilgili tutumumuzun gözden geçirilmesi ve bu arada (Aralık’taki zirve toplantısına kadar) Türkiye tarafından tavır değişikliğine ilişkin kayda değer işaretler gelmemesi halinde, somut tedbirler alınması gerektiğine inanıyoruz.”