Birileri birisini anlamıyor!
Türkiye, AB’ye “ben sana mecburum” diyerek elindeki bütün imkânları yok etmiştir. Türkiye aşağıdan aldıkça, AB işi iyice yokuşa sürmektedir. AB’nin büyükleri daha önce katılım süreci yaşayan hiçbir ülke için ön görmedikleri şartları Türkiye’ye dayatmaktadır. İktidar kabulü mümkün olmayan Türkiye’ye özgü şartları “ev ödevi” olarak algılıyor. AB ile Türkiye arasında uygulamada yeri olmayan garip bir asimetrik üyelik ilişkisi sürüp gidiyor.
AB üyelik sürecini, Türkiye’deki iktidar meşruiyetinin ölçütü olarak algılıyor. Bu nedenle de AB’ye üyelik sürecinde Türkiye’ye yaşatılan bütün olumsuzlukları, görmezlikten geliyor. İşin özü AKP iktidarı içeride kendisine duyulan kuşkuları, AB üyeliğini yürekten istiyor görünerek dengelemektedir. Bütün bunlar anlaşılır hususlardır. Ancak işin anlaşılması zor olan bir yanı vardır; O da AB’ye tam üye olmayı hedefleyen iktidarların AB’den daha çok ABD’ye yanaşmalarıdır. Bunun nedeni de Türkiye’yi yönetenlerin AB’nin yolunun ABD’nin destek ve baskısından geçtiğini inanıyor olmalarıdır. Ancak bütün bunları bir yana bırakarak yeni gelişmelere bakmakta yarar vardır.
“Türkiye’nin AB’de yeri yok!”
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, bir kaç gün önce Türkiye’nin AB üyeliğine tamamen karşı olduğunu yeniden açıklamıştır. Sarkozy, Birliğe tam üyelik yerine Türkiye ve Rusya ile ortak bir ekonomi bölgesi oluşturulması gerektiğini söylemiştir. Almanya Başbakanı Angela Merkel de Almanya ve Fransa’nın güçlü bir Avrupa için birlikte çalıştıklarına vurgu yaparak, açıkça “Türkiye’yle imtiyazlı ortaklığa ’evet’, AB üyeliğine ’hayır’diyoruz” demiştir. Bu arada Alman Meclisi üyesi ve “Genç Birlik” Başkanı Philipp Messfelder, Türkiye’ye yönelik sert ifadeler kullanarak, “Avrupa’nın ortak değerler temelinde kurulmasını istiyoruz. Türkiye’nin burada yeri yok” şeklinde konuşmuştur.
Türkiye’nin üyeliğine karşı bir başka açıklama ise Almanya’nın Hristiyan Demokrat Birlik Partili İçişleri Bakanı Wolfgang Sch’e4uble’den geldi. Bakan, Türkiye’nin demokrasi ve insan haklarına giden yolda ilerlemesinin Almanya’yı yakından ilgilendirdiğini söyleyerek, “Ancak ilgi duyduğum bütün ülkelerin AB üyesi olmasını isteyemem” dedi. Bakan, Avrupa’nın kapasitesinden fazla genişleyerek zayıf düşmemesi gerektiği uyarısında da bulundu.
Rasmussen krizi sırasında ve sonrasında Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner de, Türkiye’nin Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği görevine getirilmesine karşı çıkması üzerine “Ben Türkiye’nin AB üyeliğinden yanaydım, ama Artık böyle düşünmüyorum” demiştir.
Kim kimi anlamıyor?
Bu açıklamaların hemen ardından da Almanya’da bir mahkeme PKK’nın yayın organı Roj Televizyonuna uygulanan yayın yasağının kaldırıldığını açıkladı. Ardından da AP’deki İngiliz parlamenter Robert Kilroy-Silk, yazılı bir soru önergesi vererek Türkiye’yle ilgili ’töre’ ve ’kadın sünneti’soruları sordu. Bu sorulara AB Komiseri Olli Rehn de soruyu soranlardan daha garip bir cevap verdi. Olli Rehn, “Türkiye’nin uygulamada, kadın hakları dahil temel haklarla ilgili kurallara riayet edilmesini sağlamak zorunda olduğunu” söyledi.
Başbakan Erdoğan, yaptığı açıklamada AB’deki Türkiye karşıtlığını Sarkozy ve Merkel sorunu olarak gördüğünü açıklamıştır. Bu nedenle Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı olan Sarkozy ve Merkel’in siyasi hayatının sonlanmasıyla Türkiye’nin önünün de açılacağını düşündüğünü ima etmiştir. Başbakan Erdoğan, bunca olup bitene “Bazı Avrupalı dostlarımız hâlâ bizleri anlamamakta direniyor” diye sitem etmiş. Bunca olan bitenden sonra Türkiye Başbakanı’na “Avrupalı dostlarınız mı sizi, siz mi Avrupalı dostlarınızı anlamakta hâlâ direniyorsunuz?” diye sormak gerekmiyor mu?