Biri de çıkıp “muhalefeti yedirtmem” dese ya...
17 Aralık 2013’ten - “yolsuzluk-rüşvet-kara para aklama” ana başlıkları altında başlatılan, AKP’li bakanların çocuklarına, AKP’li iş adamlarına, AKP’li üst düzey bürokratlara ve bizzat kendi ağzından ilan edildi ki Başbakan’a uzanan soruşturmanın “ilk dalgası” ekranlara vurduğu andan- itibaren “alıştığımız keskin duruşunuz yok” eleştirileri almaya başladım.
“Keskin”likten kasıt “düşmanımın düşmanı dostumdur” ittifaklarından herhangi birine dahil olarak, dün eleştirdiğim ne varsa bugün -sırf hedefinde AKP var diye- gözü dönmüş, hak-hukuk tanımaz halde aynılarını yapmaksa; evet iki taraftan biri adına, ötekini kesmeyeceğim! Çünkü Türkiye’nin hayrına olanın, birinin diğerini yendiği bir “iç savaş” değil ikisini de tasfiye etmeyi hedefleyen türden bir “istiklal savaşı” olduğu düşüncesindeyim!
***
Mustafa Balbay’ın evi basılırken, Türkan Saylan’ın evi basılırken, Doğu Perinçek’in evi basılırken, Tuncay Özkan’ın evi basılırken, Hurşit Tolon tutuklanırken, Kemal Kerinçsiz tutuklanırken, Sevgi Erenerol tutuklanırken, Mehmet Haberal tutuklanırken, Soner Yalçın, Müyesser Yıldız, Barış’lar ve daha birçok meslektaşımız “terörist” ilan edilir, yargısız infaza uğrarken, TSK mensupları hakkında 100’er 100’er yakalama kararı çıkarılırken, İlker Başbuğ müebbede mahkum edilirken ve hatta KCK operasyonları terör soruşturması olmaktan çıkıp hükümet-cemaat savaşının “cephe”lerinden birine dönüştürülürken -siyaseten aynı tarafta mıyız/değil miyiz bakmazsızın- “bu nasıl hukuk” çığlıkları atmış biri olarak, bugün kalkıp da sırf AKP’liler diye insanların aynı yöntemle gözaltına alınmasına, tutuklanmasına “işte hukuk bu” naralarıyla alkış tutmayacağım.
Vicdanımı, Kuddusi Okkır’ı “örgüt kasası” diye gözaltına alan, tutuklayan, cezaevinde can çekişmesini izleyen ve ölüme tahliye eden -cenazesini kaldıracak parası dahi olmadığı ortaya çıktığı gün dahi en ufak vicdan azabı duymayan- savcıların, hakimlerin servis ettiği “örgüt kutusu”na hapsetmeyeceğim.
Henüz “şüpheli” sıfatı taşıyan “sanık” dahi olmayan kimseleri “yargısız infaz” etmek, benim için o gün de suçtu; bugün de suç!
Daha haklarında iddianame bile hazırlanmamış insanları “camileri bombalayacaklardı, darbeciler, teröristler” diye itibarsızlaştırmak, psikolojik operasyon, kara propaganda yürütmek neyse, aynı şekilde haklarında iddianame bile hazırlanmamış insanları “hırsız, dolandırıcı, sahtekar...” diye tanımlamak da aynı şey bana göre.
Dün nasıl “usulü boş ver esasa bak” demediysem bugün de demeyeceğim; “esas” hakkındaki hükmü ancak “usulüne uygun bir soruşturma-kovuşturma” sonucu verildiyse “meşru” kabul
edeceğim.
***
Aklımdan geçenleri Soner Yalçın gayet net özetlemişti dün:
“Cemaat, dün AKP ile birlikte, muhalifleri hapishanelere doldurdu. Bugün kavga ettiler; Cemaat yine polisi-savcısıyla bu kez AKP’lileri cezaevine doldurmak istiyor.
Buradan bir adalet beklenir mi?
Buradan bir adalet çıkar mı?”
Çıkmaz. Adil bir düzen adaletsizlikle, hukuk devleti hukuksuzlukla inşa edilmez, edilemez. Dene istersen, işte böyle tam “güç bende artık” dediğin anda çöker de ne olduğunu anlayamadan kalıverirsin altında.
***
Ha öte yandan;
Adalet ve demokrasi, emniyeti ve yargının yani “devlet”i koruyan kilitlerden en stratejik iki tanesinin anahtarını “çete” dediği bir yapıya teslim eden kafayla da tesis edilmez pek
tabii!
***
Dolayısıyla bu asla bir “iktidarı yedirtip-yedirtmeme” yazısı değildir.
Tam tersine “muhalefeti yedirtmeyin” endişesiyle yazıldığı söylenebilir!
Ey muhalefet,
Nedir bu, düne kadar bünyenize sızmasın diye elinizden geleni ardınıza koymadıklarınızın değirmenine su taşıma yarışı böyle!
Tamam, evet, elbette bir siyasi parti kendisine oy getirebilecek her kesimle diyalog geliştirir, geliştirmelidir de. Ama dün elini dahi uzatmadığı bir yapıya şimdiden kolunu kaptırmanın alemi var mı?
Bu savaşı, belediyelerinize “illegal operasyonlar” düzenledikleri için, milletvekillerinizi hukuka uygun olmayan yargılamalar sonucu yıllardır “zulümhane” lerde tuttukları için, partilerinizi “kaset” lerle “yeniden dizayn” a yeltendikleri için düne kadar adını duymaya tahammül edemediğiniz propaganda bültenlerini, operasyon kanallarını “meşrulaştırarak” vermeye mecbur musunuz?
Soner Yalçın haklı, tereddütsüz imzamı atıyorum aşağıdaki satırlarının altına;
“Erdoğan artık bitmiştir. O düştüğü kirli çukurdan çıkamaz.
Ama bu, ona yapılan uluslararası destekli polis darbesini görmemize engel olmamalıdır. Biz de mi hakikati başka kalıplara sokarak tanınmaz hale getireceğiz?
(...)
Böyle kurnaz siyasetin faturası çok ağır olmaz mı?
Hangi ” araçlar “ ile olursa olsun amaç sadece iktidara gelmek midir?
Parti ideolojisi böylesine kirli bir siyasete indirgenebilir mi?
İktidara nasıl geldiğiniz iktidarda ne yapacağınızla direkt ilgilidir. Gerçekte ne olduğunuzu gösteren seçtiklerinizdir/ seçimlerinizdir; yani ittifaklarınızdır.”
***
Sağır sultan biliyor AKP’nin sütten çıkmış ak kaşık olmadığını...
Ama bir de, muhalefetin bugün işine öyle geldiği için, yarın başına ne işler açılabileceğini hesap etmeden kulak tıkadığı şu gerçeği biliyor aynı sağır sultan;
Don Kişot’luğa soyunan başsavcı, Alman yargısının “asrın dolandırıcılığı” olduğuna hükmettiği Deniz Feneri’nin Türkiye ayağını soruşturan savcılar görevden alınırken de kendisini böyle ortalığa atsaydı, üstünü başını paralasaydı, “müdahale” ye karşı Bakan’a rağmen toplanan HSYK o gün de böyle gözü kara davransaydı, yüksek yargı mensupları o gün de ardı ardına “hukuk muhtıraları” yayınlasaydı; şimdi zaten AKP’nin esamesi okunmazdı!
Sağır sultanın bile duyduğu ama kulakları olup da duymayanlara aktarsın mümkünse
biri:
SEKA satışı, TÜPRAŞ satışı, Siemens ile ilgili rüşvet skandalı, Mavi Akım formül yenilemesi, TMSF ihalelerinin üzerini kapatanlarla mı temizleyeceksiniz Türkiye’yi!
Bir tek Deniz Feneri manşeti atamamış gazetelerde boy göstererek mi ikna edeceksiniz
seçmeni?
***
Önümüz sandık!
Muhalefet başını, o ayakkabı kutusundan çıkarıp “büyük resmi” idrak etmeyi başarabilir ve kendisini ona göre konumlandırabilirse, magazinel, olayı sulandırarak vahametini hafifleten dilini terk ederse “pusucu”lara ihtiyacı yok, 11 yıldır ilk defa AKP’yi “tek başına” yenme imkanı geçti
eline.
Bu savaşı kimin kaybettiği ortada, Erdoğan iktidarı her koşulda gidiyor ama kimin kazanacağı muhalefet partilerinin tarihi tercihine bağlı!
Bir kirli kaybederken, diğer kirli daha da palazlanmasın istiyorsa muhalefet, bu mücadeleyi göbek bağı olmadan vermeli; şaibesiz, tertemiz...