Biri cesaret mi dedi!
Şu sıralarda Başbakan Erdoğan, dünya fatihi havalarında bir oraya gidiyor bir buraya...
Önüne gelene fırça atıyor.
İnsana demezler mi?
-Arkadaş kendi evin yanıyor; sen komşunun bahçesini düzenlemeye kalkışmışsın!
Veya Ziya Paşa diliyle taş atmazlar mı: Bazıları laf ile dünyaya düzen vermeye kalkışırlar ama kendi yönettikleri ülkedaki kavgayı göremezler.
Görüyorsunuz; Türkiye’de terör almış başını gitmiş. Her gün dört-beş canımızı şehit veriyoruz. Sayın Erdoğan bunlardan habersizmiş gibi konuşuyor. Takmış kafayı Mavi Marmara’da ölenlere. Hep onların hesabını sormanın peşinde.
Yani vatanını korurken kalleş saldırılarla şehit olan asker-polis önemli değil. Önemli olan yandaş IHH’nin cihat gemisi haline getirdiği Mavi Marmara’da olanlar.
Şehit de onlar; değerli de onlar; davası takip edilecek olan da onlar... Bütün kavga IHH’ciler için veriliyor.
PKK bu arada milletin anasını ağlatıyor amma o tarafı gören yok.
Bizim yandaş ve yalaka medya da aynı tavır içinde. İktidar neyi arzu ediyorsa o haber yapılıyor.
Yakın dönemde Türkiye’yi yöneten başbakanları hatırlayın.
Kıbrıs’ta Rum EOKA örgütü, ENOSİS için; yani bu adayı Yunanistan’a katmak için Türkleri katletmeye başlayınca; dönemin başbakanı Bülent Ecevit önce Rumları ikaz etti; baktı ki, sözleri ciddiye alınmıyor; orduya emir verdi: Hedefiniz Kıbrıstır; ileri!
1974’te; son derece olanaksızlık içindeki Deniz Kuvvetlerimiz; uyduruk çıkarma tekneleri ile de olsa askerimizi Kıbrıs’a çıkarttı. Ve bütün dünyanın Türkiye’yi tehdit etmesine karşın; Ada’nın kuzeyini ele geçirdi. Bülent Ecevit; ABD’nin 6. Filosu’nun silah çevirmesinden korkmamıştı.
Bugün; o çıkarma ve işgal neticesinde Türkiye, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs üzerinden hak iddia edebiliyor. Rahmetli Bülent Ecevit’in o cesareti ve yine rahmetli Necmettin Erbakan’ın desteği sonucunda Türkiye; ilk kez sınırlarının dışına taşmış; Türkiye’nin çıkar alanını da Akdeniz’in ortasına kadar yaymıştı.
Demek ki, Bülent Ecevit cesur idi. O sağa-sola tehdit yağdırıp da milletin gözünü böylece bağlamıyordu. Gerektiğinde orduyu kullanabiliyordu.
***
Bir de Tansu Çiller vardı.
Gafları ile meşhur bir başbakan olmuştu.
Lakin; onun cesur bir kadın olduğunu da kimse inkar edemez.
PKK’ya karşı güvenlik güçlerine verdiği destek; bunun kanıtlarından birisidir.
O süreçteki aşırılıkları eleştirseniz bile; azgınlaşan terörü bastırdığını, gerilettiğini da kabul etmek gerektir. Tansu Çiller’in bunun kadar önemli bir kararı da Ege Denizi’nde Yunanistan ile savaşa kalkışmasıdır.
Meşhur Kardak Adası yüzünden patlayan krizi hatırlayın.
Yunanlıların Ege’yi tamamen Yunan Gölü haline getiren zihniyetine karşı Türkiye’nin gücünü, oraya asker çıkartarak ortaya koyan isimdir Tansu Çiller.
Bu yüzden savaşı göze alabilen bir liderdir.
Bugün, Yunanistan Ege’deki bütün kayalıkları bile bayrak dikerek ele geçirmiştir; Türkiye ise oradaki haklarından fiilen vazgeçmiştir.
***
Soruyorum: Bülent Ecevit’in veya Tansu Çiller’in yaptıklarını yapabilir mi Sayın Başbakan?
Rıza Zelyut / Güneş
“Benim tatlı ve şirin muhtıram...”
27 Nisan muhtıracısı Yaşar Büyükanıt’ın röportajında yer alan konuşmaları insana milletle alay ediyor duygusu veriyor..
***
Seçim sonucu şöyleymiş de, “e muhtırasının etkisi olamazmış” da bunlardan söz ediyor. Somut olarak, açık seçik işlediği “siyasete ordu müdahalesi” suçunun ve doğurduğu bu sonuçların “bir iktidarı yerinden indirmek”ten farksız olduğunu da kendisinden başka (!) bilmeyen yok.
İfadelerine bakınca “27 nisan muhtırasından bir hafta sonra yapılan Dolmabahçe görüşmesinde ’devlet kurumları arasında yeniden güven’ ortaya çıkmış”.. Demek ki bazı muhtıralar “cici ve masum” olabiliyor, “siyasete antidemokratik müdahale” sayılmıyor, tam aksine pozitif gelişmelere yol açıyor..
***
Büyükanıt haritaya filan boşversin de “muhtıra vermemiş, darbe yapmamış gencecik insanların, gazetecilerin yıllardır ailelerinden-çocuklarından uzakta, küçücük hücrelerde mahkum hayatı yaşadığı” ülkede kendisi neden cezalandırılmadı, cezalandırılmıyor onu cevaplasın.
Cevabı bildiğine şüphe yok çünkü..
“Evren’le birlikte” cevaplarsa daha da iyi olur.
Ruhat Mengi / Vatan
Bu işe en çok Milliyet sevindi
Bizim gazeteye konuşan Taha Akyol yeni gazetesi için ‘Hürriyet’e renk katacağım’ diyor. Türkiye’nin en renksiz gazetecisinin kendisini böyle tanımlaması renk körlüğüyle mi açıklanır? Yoksa Napoleon kompleksi mi?
Kim bilir...
Gerçi Akyol bir yandan da haklı... Kahverengi de bir renktir.
Bu aralar en mutlu kişi Miliyet’in patronları olmalı. Gazetenin sırtında epey yüklü bagajlar vardı: Atsan atılmaz, satsan satılmaz... Bunlar bir de tiraj kaybettiriyor. Taha Akyol’un gidişiyle epey büyük bir yük hafifledi. Eminim gizliden gizliye ’Şu Hasan Cemal’i de alan yok mu’ diye düşünüyordur Milliyet’çiler... Kötü haberi vereyim, ne yazık ki yok.
Oray Eğin / Akşam
ABD elçiliğine brifingin sonucu savcılara baskı
Silivri’deki mahkeme, AKP’ye kapatma davasına ilişkin dosyayı hazırlayan savcıların adlarını istedi ya... O savcılardan Zekeriya Sevimli, açılan o davada “AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu” savını onaylayan 10 Anayasa Mahkemesi üyesinin de “örgütsel yapı içinde mi algılanacağı”nı sordu ya...
Aklımıza, bir WikiLeaks belgesi geldi.
WikiLeaks’in açığa çıkardığı bir ABD Ankara Büyükelçiliği belgesine göre, Türk polisi, 24 Kasım 2008’de ABD Büyükelçiliği’ne gidip soruşturma konusunda brifing veriyor. Brifinge; FBI temsilcileri dışında, ABD Büyükelçiliği’nin siyasi müsteşarı da katılıyor. ABD Büyükelçiliği yetkililerinin brifinge ilişkin Washington’a gönderdiği kriptoya göre, Türk polisleri “başka hiçbir ülkeye bu kapsamda bir brifing yapılmadığını özellikle vurguluyorlar.” Bu tümceden öyle anlıyoruz ki; Türk polisi, aynı konuda diğer yabancı ülkelere de brifing vermiş olabilir. Öylesine gizli bir soruşturma yani!
Gelelim, belgenin asıl konuyla ilgisine...
Türk polisi, brifingde ABD’lilere “Soruşturmayı ‘yasal açıdan güçlü’ olarak gördüklerini, genel davanın sağlam olduğunu, ancak Türk yargıçlarının bazen ne yapacaklarının belli olmadığını” söyledikten, yani yargıçları yabancılara çekiştirdikten sonra, konu dönüp dolaşıp Anayasa Mahkemesi’ne geliyor. Türk polislerinin brifingine ilişkin ABD Büyükelçiliği’nin Washington’a gönderdiği değerlendirmede şöyle bir not var:
“Polis yöneticileri soruşturmaları sonucunda Anayasa Mahkemesi binasının yerleşiminin sadece üst düzey hâkimlere ait girişlerini de içeren ayrıntılı krokilerine ulaştıklarını söylediler. (NOT: Polis yöneticileri, Ergenekon soruşturmasının mevcut Anayasa Mahkemesi hâkimleri ile çeşitli üst düzey ordu generalini tuzağa düşürebileceğini söylediler.)”
Çoğu general içeride, biliyorsunuz. Polisin ABD elçiliğine verdiği brifingde söylediklerine bakarsanız, sıra, AKP’yi cezalandıran Anayasa Mahkemesi üyelerine geliyor...
Işık Kansu / Cumhuriyet
Erdoğan New York’a giderken “Filistin’in BM’de yerini alması için yapacaklarımızı göreceksiniz” demişti. Erdoğan BM’de konuşurken, Filistin Devlet Başkanı zahmet edip dinlemeye gelmedi bile. Birçok Arap ülkesinin lideri de yoktu. Yani o konuşma Türkiye’de alkışlanırken, dünyadaki etkisi sanılanın çok altında kaldı.
Can Ataklı / Vatan
Yatağımdaki düşman...
Yargıtay kararıyla oldu..
Diyelim ki; herhangi bir telefon konuşmasında dinlemeye takıldınız..
Diyelim ki; sizinle ilgili dava..
Veya sizinle ilgisi yok, davada adı geçen herhangi bir isimle konuştunuz..
Her iki durumda da muhabbetin davayla uzaktan yakından ilgisi de yok..
Tamamen geyik muhabbeti..
Yayınlanması suç mudur?
Özel hayatınızı ilgilendirdiği için suç olması gerekir, yayınlayan hakkında tazminat talebiniz doğar..
Yargıtay doğmaz dedi..
Aklım almadı..
Yargıtay nasıl böyle bir karara imza attı.. Oysa aynı Yargıtay beş ay önce hukuk dışı bulmuştu; şimdi bulmadı..
Şöyle bi düşünün.. O konuşmada çok özel bir sırrınızı paylaştınız.. Amirinize sövüp saydınız.. Bir arkadaşınızı çekiştirdiniz, ailenizin bir ferdi hakkında kötü söz ettiniz.. Tamamen özel hayat yani.. Hayır artık değil.. Yayınlamak serbest!
Anlayacağınız özel hayat yargı kararıyla açık hayat oldu..
***
Konuşma davayla ilgili olsa anlarım.. Yine çok tartışmalı ama ’kamu yararı’gerekçesi ağır basabilir..
Kamunun neler döndüğünü öğrenme hakkı vardır..
Diyorum ya; davayla ilgisi alakası yok.. Yargıtay aynı gerekçeyi gösterdi; ’kamu yararı bulunmaktadır.’
Özel hayata dair konuşmadan kamu yararı nasıl çıkardılar anlamış değilim!
Açıklanmaya muhtaç bi durum..
***
Bu kararı veren Yargıtay üyelerine sormak istiyorum.. Özel konuşmaları yayınlandığı için, işinden gücünden olan, aile hayatı yıkılan, mağdur olanın hakkını kim koruyacak? Yargıtay da kapısını kapattıysa kime başvuracak?
Mehmet Tezkan / Milliyet
New York’ta ayıplı şirinlik!
Başbakan New York’ta “yabancı yatırımcıların çağrıldığı” bir toplantıda; kendi emrinde ve denetimindeki memurları, “bürokratik oligarşi” diye yaftalayan bir konuşma yaptı. Ve “Bu bürokratlar kendilerine gelen dosyayı alıp rafa koyarlar. Şu olmuş, bu olmuş yatırımcı geliyor, gelecekmiş umurunda değil. Bir de özel bağlantılar kurma gayreti içine girerler” diye suçladı. Özel bağlantı kurmak rüşvet ortamı yaratmak demek. New York’ta kendi memurunu çekiştirerek yabancı para babasına ayıplı şirin görünme gayreti çok dikkat çekiciydi. Başbakan; “bugüne kadar gelmiş yabancı sermayenin Türkiye’den bir yılda ne kadar kar-kira ve faizi alıp dışarı götürdüğünü” de açıklayabilseydi... Akılına mı gelmedi, yoksa bu bilgi halktan mı gizleniyor?
Necati Doğru / Sözcü