Biri aklımızla alay ediyor!
Gazeteci tutuklamalarındaki son dalga vicdan denizine düşen taş gibi halka halka önce bütün Türkiye’yi kapladı. Ardından sınırları aşıp dünyanın dört bir yanına ulaştı.
Şimdilik aşamadığı tek engel sayın Erdoğan’ın ve kimi hükümet üyelerinin, AKP yöneticilerinin ve bazı “meslektaşlarımızın” vicdanlarındaki set.
Ortalıkta ekran ekran dolaşıp, “Belki de suçsuzdurlar, salıverilirler” diyenden de, “Polisin bu işte bir dahli yok, onlar kolluk kuvveti olarak Cumhuriyet Savcıları ve bağımsız hâkimlerin kararlarını yerine getiriyor” ve “Biz bu işin savcısı da, hâkimi de, avukatı da değiliz” diyenden de geçilmiyor.
Önce şu, “Belki suçsuzdurlar, ne acele ediyorsunuz, bırakılırlar” diyenlere bir çift sözümüz olacak. Onlar galiba kendilerini birinci sınıf, sabaha karşı kapıları kırılıp evleri hallaç pamuğu gibi atılan ve ardından karakola götürülüp günlerce sorguya çekilen bu kişileri de ikinci sınıf insan olarak görüyor olmalı. İnsan düşünmez mi, bunların çocukları, eşleri, anne babaları ne haldeler? “Suçsuzlarsa mesele yokmuş!” Lafa bak, suçsuzlarsa mesele asıl o zaman var! Maddi ve manevi boyutları asla kestirilemeyecek bu büyük zararı kim telafi edecek? Allah’tan korkmasam ve adaletten uzak biri olsam, “İnşallah senin de suçsuzken başına böyle şeyler gelir” diye beddua edeceğim ama yapamıyorum, çünkü bizim vicdanımız sizin vicdanınız kadar katı değil elhamdülillah.
Şimdilerde “bu işin savcısı değiliz” diyenler bir zamanlar bu işlerin savcısı olduklarını söylediklerini ne çabuk unuttular? Ve işler biraz da bu sahiplenmeden sonra çığırından çıkmadı mı? Neyse, lafı dolaştırmayalım ve başta, “Bize çamur atmayın, bizi hedef göstermeyin” diyen ve aynı çizgide sözler söyleyen sayın Başbakan, sayın İçişleri Bakanı ve sayın Adalet Bakanına yani, “Bu iş hükümeti ilgilendirmez” diyen hükümet yetkililerine ve hükümeti aynı argümanla savunan medya leşkerlerine, “Bu iş hükümeti bal gibi ilgilendirir” diyelim ve sebebini de dilimizin döndüğünce anlatmaya çalışalım.
Ve bu işi önceki tutuklama dalgalarını bir kenara bırakarak ve son hadisenin ardından yaşananları birlikte hatırlayarak yapalım. Nedim Şener’ler, Ahmet Şık ve diğer gazeteciler için şu şekilde bu şekilde savcılık harekete geçti, yargı kararını verdi, evler arandı, gazeteciler tutuklandı. Buraya kadar sayın Başbakanın, hükümet üyelerinin, AKP yöneticilerinin ve bu cenahı savunan basın leşkerlerinin, “Her şey hukuk çerçevesinde, bekleyip görelim” demelerine bir itirazımız olmadı diyelim. Diyelim de...
İşte o dakikadan itibaren ekranlarda bazı canavarlar belirdi, bu kişiler ve daha önce tutuklanan bazı gazetecilerin poliste verdiği ifade tutanakları ellerinde, “Ama bakın, kendilerine şu suçlamalar yapılmış, onlar da şunu söylemiş!” demeye başladılar. Oysa o dakikalarda, o dakikalardan bir gün sonra ve hatta iki gün sonra bile bizzat o ifadeleri verenlerin kendileri ve avukatları ne ile suçlandıklarını bilmiyorlardı. Savcılar onlara söylememişti. Polis onlara söylememişti. Onlara söylemediği ve hukuken “gizliliği esas olan” şey(ler) birilerin elinde ve televizyon ekranlarında ne geziyordu? Bu haysiyet cellatlığı, bu itibarsızlaştırma, bu bir insanı savunmasız, bir insanı diri diri mezara gömmek değil miydi? İşte burada Başbakanlık makamının yapacağı bir şey yok mudur, Adalet Bakanlığı’nın, İçişleri Bakanlığı’nın yapacağı bir şey yok mudur? Onların görevi, cinayeti seyretmek midir? Bu ifadeleri basına sızdıran polislerin peşine niye düşülmez? Sızdıran polis değil savcılarsa veya Adalet Bakanlığının diğer çalışanları ise niye bir soruşturma açılmaz? Bugüne kadar bu niye hiç yapılmadı? O zaman insan ister istemez birileri bizim aklımızla alay ediyor hissine kapılıyor ve ilgimiz yok diyenleri de pazılın parçaları olarak görmeye başlıyor.