Bir 'Yol temizliği' projesi olarak Balyoz

Balyoz Davası’ndan 28 aydır Hasdal’da tutuklu bulunan Deniz Kurmay Albay Bora Serdar yargılanmaları ile “çözüm süreci” denen garabet arasındaki “illiyet bağı” nı; yani “Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden şekillendirilmesi için yapılan yol temizliği”ni anlatıyor mektubunda:
“Akil İnsanlar heyeti Karadeniz Grup Başkanvekilinin, Bartın Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı tarafından sorulan “İlker Başbuğ terörist suçlamasıyla Silivri cezaevinde yatıyor. İmralı’da yatan Abdullah Öcalan mı terörist, İlker Başbuğ mu?” sorusuna verdiği yanıt oldukça ilginçtir.
“Ülkemiz demokratik bir süreçten geçiyor. Böyle tasfiyelerin olması gerekiyordu. Eğer bu tasfiyeler yapılmasaydı bugünlere gelemezdik. Bugün burada çözüm sürecini tartışamazdık.”
Tasfiye sürecine bağlı olarak “Balyoz Davası”ndan 28 aydır Hasdal’da tutuklu bulunan Cumhuriyet Donanmasının bir subayı olarak öyleyse ben de soruyorum.
Bu yanıt, çözüm sürecine(!) başlayabilme ön şartının TSK’nın tasfiye edilmesi gerektiğini ortaya koyan çok açık bir itiraf değil midir?
Bu “Akil İnsan”, zincir baklası gibi birbiri ardına yaratılan Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve Askeri Casusluk davalarının TSK’nın tasfiyesine yönelik kurgulanan siyasi davalar olduğunu, kendi askerinin şerefi, onuru, haysiyeti ve namusu ile bilerek oynanmasının insan hakları açısından hiçbir öneminin bulunmadığını, bu durumun “demokratik” bir gereklilikten kaynaklandığını mı söylüyordu?
Çözüm süreci adına, içeride ve dışarıda barış ve demokrasi kahramanlığına soyunanların, toplama kamplarına tıkılan yüzlerce masum insanı demokrasi düşmanıymış gibi gösterme çabaları, hangi gerçekle hangi insan hakları ile bağdaşmaktadır?
İradenin, “Öngördüğümüz bir süreçti”, “Hükümetimizin yönettiği bir süreçtir bu” şeklinde verdiği beyanlar, barış rüzgarının etkisi altında yapılan bu çirkin itirafı teyit etmekle kalmıyor, aynı zamanda yargının bağımlı hale getirilerek yaşatılan hukuksuzluğa onay verildiğini de göstermiyor mu?
Akil insanın yaklaşımı ve söz konusu beyanları, ABD’nin ve AB’nin çözüm sürecini destekleyen açıklamaları ile birlikte değerlendirdiğimizde, TSK’nın tasfiye edilmesi, “Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden şekillendirilmesi” adına yapılan “bir yol temizliği” değil de nedir?
Yasaların ve iddiaların adamına göre değiştirildiği, yazıldığı veya yorumlandığı günümüz ülkesinde artık hukuk devletinden söz etmek imkansız hale gelmiştir.
Kamu makamlarının hukuka uyma yükümlülüğünü ve adaletin yansız şekilde dağıtılmasını zorunlu kılan “demokrasi” anlayışından gün ve gün uzaklaşılması “İnsan Hakları, Hukuk ve Adalet” adına çok üzücüdür.
Hal böyle iken, “devletin başının” 38’nci İnsan Hakları Kongresinde söylediği “İnsan hakları, bir ülkenin, milletin onur meselesidir. Vicdan sahibi hiçbir siyasetçi ve devlet adamı, ülkesinde yaygın insan hakları ihlalleri yaşanırken, gerek yurt içinde, gerek yurt dışında başı dik gezemez” sözlerine ise yorum dahi yapamıyorum.
Her neyse, başı eğikler yurt dışında ve içinde gezmeye devam ededursun, üç yıldır adaletsiz hukuka karşı “Diren”en yüreğim bugünlerde bir başka atıyor. Duvarlarla çevrilmiş, demir parmaklıklarla ve tel örgülerle örülmüş volta attığımız her zamanki “Gezi” avlusu, bir başka gözüküyor gözüme bu sıralarda.
Duvarlar dimdik duran çınar ağaçlarına, demir parmaklıklar dipdiri fidanlara, tel örgüler el ele vermiş sarmaşığa, beton zemin ise ekilen kin, nefret ve intikam tohumlarını kabul etmeyen bir toprağa dönüşüveriyor.
Tüm avlu, zulme boyun eğmeyen, onur ve özgürlük mücadelesi veren bir “Park” alanı gibi sanki...”

Yazarın Diğer Yazıları