Bir Urfa hikayesi... Mayın, zehir ve ateş!..
Atlar, merkepler ve akrepler... Kaçakçılar, analar ve çocuklar... Mayın, akrep ve tezek!..
Yani; yaşamın yollarında bir dehşetengiz koşuşturmanın, bir garip yoksulluğun ve kimsesiz bir yalnızlığın kavgasını anlatır bunlar...
Yaşamı ayakta tutmak için çırpınırken, ne yazık ki yaşamı tüketmek için de, adeta efkara zar atan bir hazin devinimin çarklarıydı onlar...
Orada; uçsuz bucaksız kayalıkların ortasında birer "Şark Çıbanı" yarası gibi duran antik mağaralarda, insanın rüyalarına giren o kapkara yalnızlığı düşünürken ne travmalar yaşardı insan?..
Bazen çiğdemlerin açtığı, bazen "suyolları"nda buzların donduğu ve bazen de terli atların koştuğu o viraneler, zihinlerde çarpık, çelişkili, düşündürücü ve yoksul manzaralar da çizerdi...
Atların nereye gittiğini herkes bilirdi aslında... Sabahın alaca karanlığında, gökyüzünün buhranlı mavisi binlerce yıldır o mahalleyi adeta ayakta tutan kayalıklara yansıdığında, kurşunların öfkesini andırırdı nal seslerinin kayalara çarpması...
Yüzlerinde puşular, bellerinde mavzerlerle kaçağı giderdi o mahallenin kaçakçı hamalları...
Dişlerini canlarına takarcasına ve de ömürlerini korkunun dehlizlerinde tüketircesine, Kötüler Mahallesi'nden Harran Ovası'nın bozkırlarına at süren kaçakçıların gideceği yer de belliydi;
Önlerinde canlarını çizen tel örgüler, arkalarda canlara pusu kuran mayınlar ve tam ortada, ahşap kulelerde, mermileri namlulara sürmüş jandarmalar...
Babalarıydı onlar Kötüler Mahallesi'nin... Ekmeğini kaçaktan çıkartırken canını mayından, bedenini jandarmadan korumaya çalışan babalar!..
Gelişleri de gidişleri gibi korkunun yollarındaydı zaten!..
Mayınlar patlamazsa, jandarma vurmazsa, atlarının sırtındaki birkaç "balya" ile birlikte Kötüler Mahallesi'ne girdiklerinde, kadınlar efkarlı hançerelerinden zılgıt çalardı...
Akrebin çocukları…
Ve çocuklar... Kaçakçı ağalarının ve kaçakçı hamallarının gariban çocukları...
Kanalizasyonların açıkta aktığı, betonarme damların kerpiç duvarlara yaslandığı o mahallede, korkuyu onlar da yoldaş etmişti kendilerine...
Karanlık dehlizlerde; bazen babalarının atlarıyla geçtiği viranelerde, bazen de annelerinin ısınmak (!) için toprağa kazma vurduğu mağaralarda, "akrep avı"na çıkan çocuklar...
Yani, ekmeğini "zehir"den, harçlığını korkudan çıkartan masum çocuklar...
Akrep avlayarak okul harçlığını çıkartırken korkuya yoldaş olan o çocuklar, zehrin dikenli yollarından mayının dikenli tellerine doğru küçükken tecrübe de kazanıyorlardı aslında!..
Urfa'nın Kötüler Mahallesi'nde; buhranı andıran o yaşamın içindeki mücadele çok şaşırtıcıydı... Çünkü korkuya alışmak için akreple yapılan ölüm dansından başka bir şey değildi o çocukların tuhaf, garip, şaşırtıcı ve ürkütücü mücadelesi...
Ve analar... Onlar da korkuya meydan okurcasına; canlarını mayınlı sahaya süren kocaları ya da harçlık uğruna karanlık viranelerde akrep avına çıkan çocukları gibi, kaygıyı bir hançer misali ellerinde tutarak ilerlerlerdi...
Sabahın erken saatlerinde rotaları belliydi aslında; Kötüler'in arka tarafındaki Bizans mağaralarına ya da Roma kalıntılarına...
Çok eskilerde, kaçakçıların Suriye'ye götürülecek hayvanlar için "ahır" olarak kullandığı mağaralarda, bazen kalınlığı bir metreye ulaşan tezek yığınlarını temizlemek gerekiyordu...
Ve işte o zaman ısınmaya muhtaç olan Kötüler'in kadınları, mayına giden yolla akreplerin tur attığı uçsuz bucaksız viranelerde, "ahır" olarak kullanılan antik yapıların zeminine kazma savururlardı!.. Siz deyin "tezek" için, onlar desin "Kerme!.."
Çünkü çevrede bir tek ağacın olmadığı, kömürle ise henüz tanışılmadığı dönemlerde, yalnız yemeklerini pişirmezlerdi tezekle, aynı zamanda, betonun ortasında, insanı donduran canlarını da, teneke bir sobada tezek ateşiyle ısıtmaya çalışırlardı...
Kötüler Mahallesi'nde, yaşamın üçayağı olarak nitelendirilen atlar- akrepler ve merkeplerin umut taşıyan üçgeninde, kadınların görevi de buydu işte...
Zehir bulaşmış çığlıklar!..
Adı Süryani Kralı "Kara Abgar"dan dönüşen Ahper Dağı'nın arkasında, kimi çok derin, kimi çok yüksek ve kimi de antik çağın şaşırtıcı resimleri-heykelleriyle süslü olan mağaralar bir yandan kaçakçıların, bir yandan akreplerin, bir yandan da "ısınmak için" umudun gizlenmesi açısından gizemliydi aslında!!!
Evet, kaçakçılık bitti... Kaçakçıların çoğu artık ithalatçı...
1950'den 1980'lere kadar babalarının sınır boyunda canlarını hiçe sayarak getirdiği kumaşlar, makyaj malzemeleri, çay-kahve ve giyecekleri artık yasal yoldan Urfa'ya getiriyor kaçakçıların çocukları...
Ve onların çoğu, babaları gibi sırtlarında yamalı ceketle dolaşmıyor, son model araçlarla geziyorlar Kötüler Mahallesi'nin taş döşenmiş yollarında...
Çocuklar ise artık akrep toplamıyorlar... Teknoloji bilimin sınırlarını zorlarken, onların çocukken Hıfzısıhha'ya gönderilmek üzere Sağlık Müdürlüğü'ne 3-5 kuruşa sattığı akrepler artık çiftliklerde üretiliyor ve artık "ölü akrepler zamanı" anılarda yaşıyor...
Tezeklerin zaten doğal gaz olduğu dönemlerde yaşayan analar ise artık "doğalgaz"ın lüksüne teslim oldular...
Kötüler'in o kadınları, Ahper'in arkalarındaki virane mağaraların çevresine yalnızca piknik yapmaya gidiyorlar...
Evet; bir zamanlar Suriye'ye kaçırılacak hayvanların ve Suriye'den getirilen kaçak eşyaların saklandığı, aynı zamanda çocukların avladığı akreplerin barındığı ve de anaların topladığı tezeklerin yığıldığı mağaralar tüm viraneliğiyle tükeniyor artık...
Bir zamanlar insanların "umut" için girdiği o mağaralar yalnızca gecekondulaşmanın yıkımlarıyla değil, definecilerle bescilerin talanlarıyla da harap oluyor...
Mazide kalan anılar ise Kötüler'in ardında; iki tarafı mağaralarla çevrili o gizemli vadide yalnızca ses olarak çınlıyor sanki;
Kaçağa giden atların nal sesleri, "kerme"ye giden merkeplerin yorgun nefesleri ve akrebe giden çocukların "zehir" bulaşmış çığlıkları!..