BİR URFA HİKAYESİ Kaçakçılar, sahteciler, vurguncular!..

12 Eylül darbesinin yapıldığı 1980 yılına kadar Suriye''den yapılan kaçakçılık faaliyetleri üç kol üzerinden yürütülürdü...

Kaçak malları Suriye''den alanlar, bunları sınırdan taşıyan hamallar ve Urfa''nın Kaçakçı Pazarı''nda, tüccarlarla başka kentlerden gelenlere satan "dellal"lar...

Kaçakçı ağalarının konumu pek değişmezdi... Onlar Suriye''ye giden hamallara sermaye verir, hamallar ise yaşlanınca dellal olur, kaçak giysilerin pazarlanmasında çalışırlardı...

İşte Suriye''ye küçük ve büyükbaş hayvan götürüp oradan çay- kahve- kına-kumaş- giyim eşyası getiren kaçakçılar, Urfa, Mardin, Kilis, Antep ve çevresinde on binlerce ailenin de geçim kapısı olurlardı...

İçinde uyuşturucu ve silah olmasa da, en basit ürün bile kaçak sayıldığı için cezası çok ağırdı o zamanlar...

Çünkü bir kaç kilo Sri Lanka (Seylan) çayı için en az bir yıl hapis yatardı kaçakçılar...

Kaçağın cezası keşke sadece hapis olsaydı... Suriye sınırındaki kentlerde, tel örgünün dibindeki köy ve mezralarda yüzlerce insanın koltuk değneğiyle yürümesinin sebebi de işte o zalim kaçakçılık yollarıydı...

Çünkü yüzlerce kaçakçı, Suriye''ye hayvan götürürken ya da dönüşte çay- kahve- kumaş getirirken, mayın patlamalarında bacaklarını yitirmişti...

Babaları kaçakçı olan çocuklar ise eşyaların Suriye''den bazen atlarla bazen ciplerle getirilmesini oyun zannederlerdi!.. "Kolcu- Kaçakçı" oyunu çocuklar arasında bu yüzden yaygındı...

Oysa ekmek kavgasının arkasında oyun değil, ölümün mayınlı korkusu vardı!..

Çocuklar hiçbir şeyin farkında olmadan (adeta oyun oynarcasına) kaçakçıların avlulara yığdığı ve çemberlerini keserek ortalığa saçtığı kıyafetlerin ceplerini arar, mendil- cüzdan ve paraları bir köşede biriktirir, aralarında pay ederlerdi...

Şaşırtıcı olan ise çocukların sadece kaçakçılık ve babalarının üzerine sinmiş korkulardan habersiz olmaları değildi...

KAÇAK ÇAYIN KANLI GİZEMİ!..

Etrafı Süryani mağaralarıyla çevrili gecekonduların ortasına saçılan kıyafetlerin çoğu dünyanın en ünlü giyim markalarının ürünleriydi...

O markalı giyecekler ikinci el olduktan sonra Kızılhaç üzerinden tüccarlara, oradan da Suriyeli esnafa satılırdı...

İşte babalarının Halep üzerinden, mayınlı arazileri geçerek getirdiği o markalı kıyafetlerin ne kadar değerli olduğunun da farkında değildi çocuklar...

1980 öncesi, ayaklarında yırtık cizlavetli çocukların okula dünyaca ünlü Gucci, Versace, Christian Dior, Pierre Cardin, Dolce Gabbana, Yves Saint Laurent, Louis Vuitton ve benzeri markaların etiketini taşıyan paltolarla- ceketlerle gelmesine çok şaşırırdı öğretmenleri...

Ayaklarından üstlerine kadar çelişki barındırmalarına rağmen, öğretmenlerinin varlıklı ailelere mensup sandıkları bu çocuklar, yaşamın kaçak yollarında, ceplerinde harçlık olmazken, bedenlerinde sergiledikleri derin çarpıklıkların figüranlarından başka bir şey değillerdi...

Evet; tel örgülerin kaçak yollarında, ekmeğin kana bulandığı zamanlar çok gerilerde kaldı...

12 Eylül darbesi sınırları da tamamen kontrol altına alınca, kaçakçı ağaları ticarete yöneldi, hamallar kaçakçı kahvelerinde işsiz-güçsüz zaman geçirmeye başladı...

Ticarete yatkın olanlar ise 1983''ten itibaren Turgut Özal iktidarıyla birlikte başlayan ithalat- ihracat furyasında iş adamı oldu...

Kaşığından Kalaşnikof sesi, dumanından mayın kokusu yükselen kaçak çayların o gizemli ve korku sinmiş efkarı ise ithalatla birlikte yok olup gitti...

"Kaçak çay", neredeyse her taşında-her telinde insan bedeninin parçalarının takılı kaldığı mayınlı arazilerden değil, Mersin limanına gemilerle geliyor artık...

Seylan çayı artık marketlerde satılıyor... Peki; bir zamanlar yoksul kaçakçı çocuklarının bedenini de süsleyen, Halep''ten Urfa''ya, oradan da Batı kentlerindeki zenginlere giden ünlü markalı kıyafetler nasıl el değiştirdi?..

20 MİLYAR DOLARLIK VURGUN!..

Bir zamanlar Suriye''den getirilen eşyaların saklandığı mağaralar gecekondu istilasında olsa da, kaçakçıların yoğunlukla yaşadığı Kötüler Mahallesi neredeyse aynı şekilde duruyor...

Kaçakçı Pazarı''nda ise artık ithal çay, kahve ve kumaşlar satılıyor...

Ancak 1980 öncesi ve sonrasında kaçağın ithalata çevrildiği dönemi anımsatmamızın nedeni bu değişimler değil...

Dün bir gazetenin manşetindeki haber, kaçağın ardından, sadece ünlü markaların artık ayağa düşmesini değil, sahteleşmesini de anlattığı için dikkatimizi çekti...

İstanbul''daki imitasyon pazarındaki çarpıklıklara dikkat çeken gazeteye göre; "küresel çapta sahte ürün pazarı 460 milyar dolara ulaşmış. Türkiye ise Çin''den sonra sahte ürün üretiminde dünya ikincisi konumuna gelmiş. Dünya devi markaların tüm kreasyonları, Türkiye''de bire bir kopyalanarak üretiliyormuş. Fikrî mülkiyet ve telif açısından her yıl binlerce dava açılıyormuş. Ticaret Bakanlığı, binlerce üretim yeri ve depoya baskınlar düzenliyormuş!.."

Gazeteye göre, hız kesmeden büyüyen imitasyon pazarının boyutları 20 milyar dolara ulaşmış...

Merter ve Hadımköy''deki fabrikalarda üretilen sahte ürünler Osmanbey, Laleli ve Kapalıçarşı''da satışa sunuluyormuş...

Merter''de faaliyet gösteren iki büyük şirketin yıllık ihracatları 300 milyon doları, iç piyasa satışları ise 800 milyon TL''yi geçiyormuş...

İtalya''daki moda defilelerinde görüntüledikleri yeni modelleri 3D yazıcıyla birebir kopyalayarak üreten imitasyon tüccarlarından birinin anlattıkları ise sadece sahteciliği değil, pervasızlığı da dışa vuruyordu;

"İki ay önce Milano''da Gucci mağazasından kadın elbisesi aldık. Üzerindeki barkod numarasını aynen imitasyon ürüne diktik. 15 gün sonra ürünü fişiyle birlikte değiştirmek istedik. Aynı ürün olduğunu sanıp değiştirdiler. Şu an Milano Via Monte Napoleone''deki mağazada, bizim Hadımköy''de ürettiğimiz ürün var. Bu kadar ileri derecede üretim yapıyoruz..."

Gazete, "Çakma ürün Guci vitrininde" diye böbürlenerek manşet atarken, taklitçiler de sanki yasal bir şey yapıyorlarmış gibi, sahteciliği- vurgunculuğu övünerek anlatmışlar...

İşte bu haberi okuduktan sonra aklımıza tek soru geldi;

Karınlarını doyurmak için Suriye''den getirdikleri bir kaç kilo çay ve eski elbiselerle mayınlı arazilerde yakalanan Urfalı kaçakçılar yıllar boyu cezaevinde, (devletin hangi duyarlılığı ve çıkarı yüzünden) yattılar acaba?..

Evet; mayınlı yollardaki eski kaçakçılığın, devletin gözü önünde yapılan sahtecilikten ve vurgunculuktan daha onurlu-ahlaklı bir ekmek kavgası olduğunun çok çarpıcı bir kanıtıdır yukarıdaki Urfa hikayesi...

Yazarın Diğer Yazıları