Bir Ülkücü Göçtü...
Oldu mu şimdi... Yakıştı mı bu sana a dost... Böyle sessiz, böylesine yalnız çekip gitmek var mıydı, akdimizde... Hani kavgamız bitmemişti... Memleket kadar büyük yumruklarımızla dövüşmeye devam edecektik hani...
Bir elin kadar kalbine yenileceğini, o dağ gibi gövdeni taşıyan, tiktaklı saatin ansızın duracağına seni musalla taşına yatıracağını bilemezdik a dost...
Daha 18’ine gelmemiştin. Ateş çemberinden zulmün gadrine uğramaktansa, zalime başkaldırmak için firara düşmüştün. Darbecilerin, haritada yerini dahi bilmediği, Afrika ülkelerine varmıştın ilkin. Dava bayrağını, Avrupa burçlarında dalgalandırmak için, Fransa’ya bir varışın vardı ki, bir sinema filmi çekilirdi yaşadıklarından. Senin Paris’i titrettiğini, Eiffel kulesini sarstığını cümle alem bilirken, plazada keyif çatanların, duymazlıktan gelişini unutmuyoruz. Sana göre görevdi. Son anına kadar askerlik görevi bu kadar da uzamazdı ki... Tezkere almak gibi bir hedefin olmadığı için, inanç adına sivil de olamadın be dost.
Promosyonlu sahte kahramanların sermayesine göz ucuyla bile bakmazdın. Sessizliğin ve yalnızlığın tavana vurduğu sürgün günlerine dair ser verip, sır vermedin hiç. Tunuslu, Faslı, Cezayirli, İtalyan Yunan ve Fransızların anlatımıyla, “Aziz” olarak tanırdı gurbet ellerdekiler. Bam teline basmaya kalkışanlar, güneşin bir daha doğuşunu göremeyeceğini bellemişti. Daha doğrusu belletmiştin. Kabus olup düşlerine bile çökmüştün. Korku salıp çökertmiştin densizliği.
Mehmet Akif Çöktü... Fikrinle yüz binlerle aynı safta yürürken, eyleminde yalnız adam. Kendisine yakışmayan ölüme de yapayalnız yiğitçe gitti ve bir ülkücü göçtü...
Dava adamlığın zaman, mekan ve ortama göre değişkin bir tavır değil de, her daim ve her şartta dimdik kalabilmek olabilmek olduğunu sergileye sergileye gitti.
Gadasını aldığım gardaşım; sabahın ışığı yüzüne vurmadan çıktın evden ha... Yapayalnız dimdik vardığın hastanede koca gövdeni sedyeden kaldıramayan kalbine ben şimdi ne diyeyim.
Niyazi’ye ne dedin? Almıla seni yine gurbet ellerde firara gittiğini mi zannedecek? Leyla gelin kapının çalınacağını daha kaç yıl bekleyecek? Sevgi ablam şaka yaptığını sanıyor hâlâ... Uyuyor gibiydin bembeyaz kefenin içinde, yüzü soğuk dedikleri ölüm sana hiç yakışmadı a dost. Vefasızlığın, kahrın, isyanların yorduğu yüreğin seni ancak bu kadar taşıyabildi ha. Sağlığında bir araya getiremediğin kişiler, cenazende omuz omuza saf tuttular. Hareketimizin önünü tıkayanlar yüzünden tıkanan damarların bize yadigar kaldı.
Sen gittin... Birer birer eksiliyoruz a dost. Yokluğunun acısı çöktü yüreğimize. Daha ne kadar kalırız bu alemde bilmiyorum. Adana Asri Mezarlığı’na bedenini gömdük. Ama ruhun ömrümüz boyunca incitecek hepimizi. Vayy be; Mehmet Akif Çöktü
Yiğit ülkücü göçtü
Doğrusu göçüp giden gerçek bir ülkücünün naçiz bedeni değil. Son dönemde yıpranmış, sağından solundan tırtıklanmış mecrası değiştirilmeye kalkışılınca “yatağında kırgın akan ırmak” haline dönüşmüş hareketin mensupları göçtüğünü duydular. Senin gibi “Yörük” için kalkıp göç eylemek, fermana başkaldırıp dağları mesken seçmekti. Lakin kahırla çöktüğün sedyeden kalkamadın... Belki de kalkmak istemedin. Yurdun ve dağlarında töre kalktığı, at izinin it izine karıştığı, kurt seslerinin beşik ürümesine dönüşmesi vurmuştu seni. İlinde gayri kan kusup töre konuşmadığı için kırgındın, yaralıydın vesselam. İtin çakalın önünde oyuncak olmaktansa, bozkurt gibi dağların kabuğuna çekilmek adına sessiz ve yalnız ölüme yürüdün. Mehmet Akif Çöktü, bir ülkücü göçtü.