“Bir ülkücü Cihangir’de oturabilir mi!”

Sanki karşısında Freddy oturuyor; Böyle yuvalarından fırlayacakmış gibi, dehşetle, fal taşı gibi açtı gözlerini;
Ne menem bir “yaratık” olduğunu çözmeye çalıştı önce...
Baktı ki “zararsız”; rahatladı. Elleri-kolları havalanmaya başladı; biraz daha panterleşti her geçen dakika.
Ha atladı, ha atlayacak derken televizyonları başında meraklı bakışlarla “ne yapmaya çalıştığını” anlamaya çalışanları hiç yormadan, bütün zihniyetini, niyetini, bilinçaltına gizlediklerini ele veren o “tarihi” (Valla tarihi, ben azıcık biliyorsam bu işi Türk medya tarihine geçecektir bu soru da “Acı var mı acı” gibi...) soruyu sordu:
“Bir ülkücü Cihangir’de yaşar mı?”
Bakmayın “bozkurt” diye anıldıklarına, sincap gibi genelde ağaç kovuğunda yaşarlar aslında! Meşe palamuduna, kozalağına dokunmazsan korkma zarar vermezler insanoğluna!
Çevre bahane, sırf evleri ellerinden gidecek aç-açıkta kalacaklar diye bu kadar kanlarına dokundu zaten Gezi’deki ağaçlara kast edilmesi de! Yoksa ne işleri var Cihangir’de!
Şaka bir yana -ki şakası da olmaz bu rezaletin aslında- sorsan özgürlükçülerin efendisi kesilir ama Şirin Payzın’ın ve onun şahsında “ana akım” medyada yer tutmuş sayısız gazetecinin, televizyoncunun, yazarın, çizerin, arkasına saklandıkları “imaj” ın tam aksi şekilde; “aslında” ne kadar ayrılıkçı, dışlayıcı, marjinalleştirici, ötekileştirici olduğunu belgeledi o bir tek soru.
“Bir ülkücü Nazım Hikmet okur mu?” demek gibi bir şey değil bu dikkat edin;
“Bir ülkücü Ahmet Kaya dinler mi?” diye sormak gibi değil...
“Gettolaşma”yla ilgili.
“Yaşam alanı”nı sınırlamış senin kendi kafasında?
Sor;
“Sınır”ların ne kadar banal olduğundan, dünya vatandaşlığından filan dem vurur ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti yasalarına da, Anayasa’nın “eşitlik” ilkesine de, kişi hak ve özgürlüklerine de aykırı biçimde “sınır” çizmiş sana;
Burası bizim giremezsin!
Cihangir’de işin ne!
Azınlıkların yahut farklı etnik grupların kapılarına “kırmızı çarpı”lar koymaktan farkı ne?
Naziler gibi “kolluk”la damgalamaktan?
Utanmasa demiyorum bakın elinden gelse, öyle bir imkânı olsa vize isteyecek!
Hani “orantısız şiddet” diye TOMA’lı polislere filan kızıyor ya;
Şuraya yazıyorum:
Elinden gelse TOMA’lardan barikat kurar sen “mahallesi”ne girme diye!
Ülkenin en tepesindeki kişi bile “eşrefi mahlukat” tan saymadığını ilan etmedi mi nasıl olsa;
“İleri demokrasi” ölçüsünde “meşruiyet” zemini de bulmuş kendisine!
Bak güzel kardeşim, kimsin, nesin, neyin peşindesin bilmem, bilmeden ahkam kesmek istemem ama CNN Türk stüdyosunda çekilen final sahnesi de yetmediyse anlamana ben kısaca şöyle özetleyeyim:
Dakikası binlerce dolarla ölçülen o ekrana, kara kaşının kara gözünün hatırına çıkarıldığını sanıp da kendini kandırma!
Kaleminin müptelası oldular da önünü açıyorlar hayallerine kapılma!
Spotlar gözünü kamaştırdıysa görememiş olabilirsin; ben söyleyeyim:
Genetiğinle oynayıp neslini tüketmeye çalışıyorlar;
Diyorum ya yapabilseler, ya Darıca’da ya Melih Başgan’ın bahçesinde bir kafese koyar, sergilerler; gelip geçenler fındık-fıstık atsın diye!
Onlar buna çalışsalar da;
Sen başkalaşma!

Yazarın Diğer Yazıları