Bir ülkenin Başbakanı böyle olursa?
Anne baba tarafından sokağa terk edilmiş bir çocuk bile bugünkü Türkiye’nin halinden çok daha şanslıdır. Sokaktaki çocuğa iyi kötü biri sahip çıkar, sahip çıkan olmazsa ölür, ölür ve hiç olmazsa kurtulur..
Oysa Türkiye bir yandan can çekişiyor bir yandan sürünüyor.
Heron meselesinde askerin sessizliğini görüyorsunuz, bundan acı, bundan beter bir sessizlik olabilir mi? Askerin sessizliği karşısında hükümetin kılının kıpırdamamasına bakıyorsunuz, kanınız donuyor. Yetmiyor, Başbakan meydanlara çıkıyor, Türkiye Cumhuriyeti’nde 70 küsur yıl önce yaşanan ve bugün hiç de hatırlamak istemediğimiz hadiseleri meydanlarda diline doluyor, “Siz vergi vermediler diye sivilleri şöyle bombaladınız, böyle mahvettiniz” diye bas bas bağırarak devletle milletin arasında birilerinin bir zaman ekmiş olduğu fitne tohumlarının dibine su döküyor, gübre ekiyor. Kardeşim yaptığın iş, anayasa değişikliği diye ortaya koyduğun bir metin için halktan oy istemek, sen niye tutuyor siyasi rakiplerinden birine bir iki laf çakacağım diye devletle halkın bir kısmının arasına kan davası pompalayacak dedikodular ediyorsun? Üstelik de yalan yanlış bilgilerle. Allah kalemine kuvvet versin Behiç Kılıç Ağabey’in dünkü yazısını bir kez daha okuyun, bu ne sallapatiliktir böyle, varın siz karar verin.
Sonra nedir o ikide bir halka meydanlarda Kılıçdaroğlu ve Devlet Bey’i, “Bunların konuşmalarından çocuklarınızı uzak tutun” diye şikâyet etmeler? Oysa asıl çocuklardan uzak tutulması gereken siz değil misiniz? Hem verdiğiniz bilgiler yanlış, hem “Yahu” ve “Bay Kemal” gibi argo laflar sizin ağzınızdan çıkıyor. Üstelik “Ey Lazım, ey Kürdüm, ey Çerkez’im!” diye milleti ayrıştırarak, sokakta, okulda, halı sahada kaynaşmış bu toprağın çocuklarının aklına, “Siz aslında birbirinizden farklısınız” kılçığı atan da sizden başkası değil. Elin yetmiş iki buçuk Amerikalısı birleşip ABD, elin yetmiş iki buçuk Avrupalısı yan yana gelip Avrupa Birliği olurken bu topraklarda en az bin yıldır etle kemik gibi birbiriyle sarmaş dolaş olmuş insanları siz her fırsatta sen şusun, sen busun diye sağa sola savuruyorsunuz. Buna toprağın altında nefes alan şehitler ne der, inananları kardeş ilân eden Allah ve Resulü ne der, bunu bile hesaba katmıyorsunuz!
İşte bizim sahipsizlik dediğimiz bu.
Üstelik dahası da var..
Sen şusun sen busun diye ekilen fitne tohumları kök salmaya, toprağın üstüne çıkıp filiz vermeye başlamış ki, birileri ayrı bayraktan, özerk yapıdan bahsediyor, Sayın Başbakandan çıt çıkmıyor. Hatta Bülent Bey çıkıyor, “Özerklik mi, bugün için zor!” diyebiliyor. Demek ki şartlar henüz olgunlaşmamış. Ya ne zaman olgunlaşacak? Hele şu federandumdan bir “evet” çıksın, ardından yapılacak seçimlerde AKP bir kez daha hükümet kurma fırsatı yakalasın. Erdoğan Köşk’e çıksın Arınç da Başbakan olsun, Sayın Erdoğan’ın “Ey benim Laz’ım, ey benim Kürdüm!” diye sıraladığı yapıların özerkliği için şartlar o zaman oluşturulur, öyle mi?
Gidişat hızla bu istikamette, hükümette refleks sıfır.
Bu köşeden açık, net ve altını çizerek bir çağrıda bulunuyoruz.
Sayın Başbakan, siz Türkiye’de “demokratik özerklik” denilen talebe “evet” mi yoksa “hayır” mı diyorsunuz? Bunu açıkça ve yüksek sesle söyleyin de, duyalım. Meydanlarda Dersim falan diyerek bugünle hiç alakası olmayan hadiseleri hatırlatarak fitne tohumlarının dibine döktüğünüz su ve ektiğiniz gübre kadar, “Ne özerkliği!” diye atacağınız naraları da her meydanda duymak istiyoruz.
Susarsanız, sizin de BDP ve Kandil’dekilerle ortak bir hedefe farklı bir yoldan yürüdüğünüz hissimiz iyice kuvvetlenecektir.