Bir tek gül Anıt-Kabir'e ve rakıya Enver Paşa yüzünden...

İstanbul Ayazpaşa'da baba evinde genç bir bayanla buluşmuştur Latife Hanım.

Yıl derseniz, 1954-59 arası...

Elini öpüyor o genç bayan. Kanı ısınmıştır bu genç Hanıma, elini öpen eli bırakmıyor Latife Uşaklıgil.

-Canıma can kattınız sanki, sevdim sizi, iyi ki geldiniz...

-Beni kabul buyurduğunuz için ben size teşekkür ederim Efendim... Yarın Ankara'ya dönüyorum, bir emriniz olur mu bana?

Latife Hanım'ın yanıtı, ilginç, iç acıtan, düşündürücü ve saygı uyandırıcı:

-Ankara... Ne çok zaman geçti görmeyeli, kim bilir nasıl büyümüş ve değişmiştir. Emir değil ama bir özel ricam olacak senden. Benim, özel nedenlerden dolayı yapamadığım bir görevi, bir sevgi sunumunu senin yapmanı istiyorum.

Heyecanlanır genç bayan:

-Buyurunuz Hanımefendi... Baş üstüne... Severek, zevkle yaparım...

-Tek bir kırmızı gül al bir çiçekçiden. Var git Anıt-Kabir'e Atatürk'ün mozolesine uygun bir yere bırakıver. O anlar benden geldiğini ama sen yine de "Bunu Latife yolladı" de...

O genç Hanım, denilenleri yapacaktır. Elinde tek bir gülle varacaktır Anıt-Kabir'e. Varacaktır ya o gün bir resmî tören vardır, mozole çiçek doludur, o gariban gül'e yer kalmamıştır neredeyse. Fakat o kararlıdır, o çiçekleri incitmeden bir yer açar Latife Hanım'ın gülüne, dediklerini de iletir Atatürk'e.

Döner evine... Döner ya, içi hiç rahat değildir... O güle ne oldu acaba, kayıp mı oldu onca çiçek arasında, kaldırıp bir yerlere mi attılar yoksa?

Sabah yine Anıt-Kabirdedir. Varır mozole önüne... Çiçekler hep kaldırılmıştır ama o bir tek gül, Latife Hanım'ın gül'ü orada öylece, solmamış, taptaze olarak durmaktadır.

Ayrıldığı eşinin o bir tek gülünü, kabul buyurmuştur Büyük Atatürk...

Jale Tulga'dır o genç bayanın adı. Orgeneral Refik Tulga'nın eşi olarak bilinecektir sonraki yıllarda. Refik Tulga, 27 Mayıs İhtilalinden sonra İstanbul'da vali ve belediye başkanlığı görevini birlikte yürütmüş, sonraki yıllarda ordu komutanlıkları yapmıştır. Jale Hanım'ı ben, Erzurum Lisesi'nde öğrenci olduğum yıllarda Erzurum'da görmüştüm, eşi 3. Ordu Komutanı idi o yıllarda. Çevresinde güven saygı uyandıran bir Hanımefendi idi. Latife Hanım'ın kendi yerine ona özel görev vermesi tam isabetti.

Evet... Şimdi gelin sözü, Atatürk'ün hayatında önemli bir yeri olan bir başka Hanımefendi'ye, kız kardeşi Makbule Atadan'a verelim. Makbule Atadan'la ölümünden önce, gazeteci-şair Şemsi Belli, Türkiye'de ilk kez teyp kullanarak, uzun uzun konuşmuş, bunları "Ağabeyim Mustafa Kemal/Makbule Atadan Anlatıyor" adıyla kitaplaştırmıştır. O kitabın 1959 tarihli ilk baskısından 1 adet bende var Şemsi Ağabeyi'nin armağanı. Bu kitaptan ilginç bir bölümü aktaracağım, bakalım Atatürk rakıya nasıl, neden ve ne zaman başlamış:

"Söz yemekten açılmışken bir sual geldi aklıma:

-Hanımefendi, dedim. Atatürk çocukluğunda ve delikanlılığında hangi yemekleri severdi?

-Annem yemek hususunda çok dikkatli idi. Soframızda çeşitli yemekler bulunurdu. Ağabeyim en çok irmik helvasını ve yoğurdu severdi.

-Ya kuru fasulye ile pilav?

-Onlara askeri mektebe devam etmeye başladıktan sonra alıştı.

-Peki leblebi?

-Leblebiye düşkünlüğü rakı içmeye başlamasından sonradır.

-Rakıya ne zaman başladı?

-Enver Paşa ile didişmeye başladığı zaman!"

Yazarın Diğer Yazıları