Bir şehit aranıyor
Hasan Basri o zaman Harbiye’den henüz çıkmıştı. Bu arada harp patlamış ve derhal İtalyan sonra da Balkan muharebelerine dahil olmuştu. 1. Cihan Harbinde Çanakkale’de çarpışmış epeyce kurşun yemişti. Yaraları ağır olduğundan bir müddet muharebeye giremedi, uzun müddet hastanelerde tedavi edildi; biraz iyileşir iyileşmez Kafkas cephesine sevk ettiler. Orada Kösem köyünde Ruslarla kahramanca çarpıştı. Bundan sonrada izi kayboldu. Aradan seneler geçti. Ailesi için aylarca endişeli ve ıstıraplı günler geçti. Karısı ve iki küçük kızı şubelere, Harbiye Nezaretine başvurarak:
- “Babamız ne oldu”, diye soruyorlardı. Bu sualleri daima cevapsız kaldı.
Herhalde Ruslara esir düşmüş olacaktı. Bir müddet böyle bir ümitle yaşadılar. Nihayet harp bitti. Bütün esirler yurda döndüler; fakat o gelememişti. Artık onun şehit olduğuna hükmedilebildi. Harbiye Nezareti dul karısına ve öksüz iki kızına ufak bir maaş bağladı. Kadıncağız bu para ile kızlarını mahrumiyetler içinde büyüteceğim diye çok gayret sarfetti, çok sıkıntı çekti.
Günün birinde büyük kızını bir gençle evlendirdi. Küçüğün ise hayırlı bir talibi çıkmıyordu. Ona da yirmi beş yaşına kadar maaş verdiler.
Fakat son defa Mal Müdürlüğüne maaşını almaya gittiği zaman kendisini bir odaya soktular. Orada kalem amiri:
- Efendim aylığınız kesilmiştir. Dedi.
- Nasıl olur, ben henüz evlenmedim,
- Evet ama hükümet sizi 25 yaşınıza kadar bekledi. Şimdiye kadar evlenseydiniz.
Yıldırımla vurulmuş gibi üzülerek dışarı çıktı. 2 ay sonra 200 lira ikramiye verip 3 aylığını kestiler. Bugün 35 yaşında ve hâlâ da evli değildir. On seneden beri annesinin aldığı 3 ayda 75 lira ile kıt kanaat geçinmeye çalışmaktadırlar. Yalnız bir seneden beri şehit ailelerine yapılan bir miktar zam onları sevindirmiş adeta refaha kavuşturmuştu. Fakat ne yazık ki bu sevinç fazla devam etmedi. En sonda yüzlerini güldüren bu ufak şans da birdenbire sönüp gitti.
Bir gün, seneden seneye verilen “tütün ikramiyesi” için kadıncağızı askerlik şubesine çağırdılar.
- Vakıa cüzdanınızda şehit ailesi olduğunuz yazılı ise de evvelce kocanızın evrakında bir “avakıbı meçhul” kaydı olduğu için onun şehit olduğunu ispat etmeniz lazımdır. Dediler.
O,
- Aman nasıl olur? Şimdiye kadar 32 sene geçti. Biz bunu nasıl ispat ederiz.
- Mahkemeye müracaat ediniz. Şehit göstermeniz lazımdır.
- Ben şimdi hangi mahkemeye giderim. Kocamın şehit olduğunu nasıl ispat ederim?
- Bu bizi alakadar etmez... Eğer kocanızın şehit olduğunu ispat etmezseniz şimdiye kadar aldığınız paraları da geriye ödeyeceksiniz!...
Kadın dünyalar başına yıkılmış gibi daireden çıktı. O günden beri ana kız mahkeme mahkeme dolaşıp bu işi halletmek için uğraşıyor.
İhtiyar kadın romatizmalı bacakları ile kızının koluna girip inleye inleye kâh bir günde birkaç daire birden dolaşıyor, kâh “aceleniz ne, hem sizin işiniz öyle çabucak olacak işlerden değil” dedikleri için günlerce- beklemek mecburiyetinde kalıyor.
Nihayet en son aldığı ihtara göre, eğer kocasının Kafkas cephesinde şehit düştüğünü ispat edemezse, hem maaş kesilecek hem de şimdiye kadar aldıklarını ödeyecek.
İşte bugün bu aile fakir hayatlarını devam ettirmek için koskoca bir devletin ne olduğunu bilmediği subayının şehitliğini ispata çalışıyor.
Yukarıdaki yaşanmış öykü 1950 Temmuz ayında “Bütün Türkiye” dergisinde yayınlanmıştır. Bu olaya benzer o yıllarda binlerce örnek vardır.
İstiklal Harbi’nin son gazisinin devlet töreninden millet törenine dönüştüğü cenaze tablosunu onurla izlerken “Bir şehit Aranıyor” olayını hatırladım. Aranan binlerce şehidin yaşandığı bu topraklarda artık İstiklal Harbi gazisi de kalmadı. Ancak aranan şehitlerin ruhları bu toprakları, bu milleti, bu devleti, bu bayrağı korumaya devam edecek.
Sevgili Nihat Genç’in “Anadolu Toprakları kir tutmaz, kin tutmaz” tanımının altına imzamı atarken aranan şehitlerin ruhları için Fatihalar istiyorum.