Bir realite daha var!
Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, Abdullah Öcalan’ın yol haritasını görüşmek için DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ile aniden masaya oturmaya ABD ile AB mecbur etti
DTP Muş Milletvekili Sırrı Sakık; “Kürt açılımı sürecinde dış dinamiklerin katkısı var” demecini verdi. Ne demeye getiriyor? Ben şöyle anladım: Türk Ordusu’nun ve Tayyip Erdoğan hükümetinin kolunu dışardan büktürdük. Siz de çömeldiniz. Keşke çömelmeyi dış baskılarla değil kendi rızanızla kabul etseydiniz.
Milletvekili Sırrı Sakık’ın bu demecinin mantığına göre, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, Abdullah Öcalan’ın yol haritasını görüşmek için DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ile aniden masaya oturmaya ABD ile AB mecbur etti.
ABD zorladı. AB itekledi.
Oturun, açılımı yapın!
Alırsınız bizden desteği!
Bol kredi, sıcak parayı!
Dış dinamiğin içerideki şakşakçısı ecnebi aydınlarımız da; “Aç... Aç... Aç... Açılım...” yapmak için Polis Akademisi’nde toplandıktan sonra benzer yazılar yazdılar. Benzer analizler yaptılar.
Yazdıklarını özetlersek şu çıkıyor: Esasen PKK yenilmemiştir. Parası ve silahı bulunuyor, Güneydoğu’da halk arasında güçlü bir desteği var. 25 yıl süren savaşı 25 yıl daha sürdürebilir fakat dış dinamikler, PKK’nın dağ liderlerine, İmralı’daki Öcalan’a, Kürt aydınlarına ve DTP’ye şunu söylüyor: “Ben Orta Doğu’da bir yeni düzen kuruyorum, Irak’ta bir Kürt devleti de oluşturdum, zaman içinde bu devlet Türkiye’deki Kürtleri de kucaklayacaktır, siz de silahları gömün, şu sırada Türk ile Kürt’ün barışması bizim işimize geliyor”
Sırrı Sakık daha ne desin?
“Aç... Aç... Aç... Açılımcı” dindar ve yandaş aydınlarımız, “Apo’dan bir Mandela çıkabileceğini” daha nasıl anlatsınlar?
Realite diyorlar. Sayıp sıralıyorlar: Türk ordusu yenilmiştir.
Türkiye yorgundur. 25 yıldır analar ağlamıştır. Şehitler ölmez lafını bırakalım. Şehitler ölmüştür. Vatan bölünmez demeyelim. Vatan bölünmüştür.
ABD ve AB, Türk devlet adamı Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül, Bülent Arınç ve diğerleri cesur adımlar atabilsin diye hükümeti maddi ve manevi olarak desteklemektedir. Bu desteğin meyve vermesi üzerinedir ki, Başbakan Tayyip Erdoğan, “PKK’ya terörist demiyorlar, ben onlara görüşmem” diye suçladığı DTP ile görüşme açılımına açılmıştır. İşte gerçek budur! Yani realite! Fakat “Aç... Aç... Aç... Açılımcı” dindar ve yandaş aydınlar ile dış dinamiğin diz çöktürüp çömelttiği devlet adamları, bir başka realiteyi unutuyorlar. Bir realite daha var. O da Türk realitesidir.
Türk halkı biraz yavaş anlar, geç algılar, usul idraklidir fakat sonunda jeton düşer ve “Biz Kürt kardeşlerimize hiçbir zaman haksızlık yapmadık... Ulus devlet olmak için ufak tefek hoyratlıklar olmuş olabilir... Ancak hiçbir kimse Türkler, Kürtlere bile bile, körü körüne ve milliyetçi dürtülerin esiri olarak haksızlık yapmıştır diyemez” kalkışmasına geçebilir.
Bir realite daha var.
O, Türk realitesidir.
Kalkışabilir.
“Aç... Aç... Aç...” çı aydınlarımız! Bu realiteyi siz, dış dinamiği yani emperyalizmi de yanınıza alarak; “Türk Kürt’e haksızlık yapmıştır” bağırtısıyla örtüp, küllendirmeye çalışıyorsunuz. Fakat bu realite; “Biz Kürt’e ülkeyi bölmeyi istetecek bir haksızlık yapmadık” diye inanıyor.
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Ahmet Türk’e ‘rakı’ daveti!
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, DTP’yi PKK’yla bir tuttu ya... DTP Genel Başkanı Ahmet Türk
buna içerlemiş...
“Biz 12 Eylül döneminde Baykal’la birlikte yıldızların altında rakı içtik, yaşadıklarımızı konuştuk. Keşke yine birlikte rakı içebilsek” demiş...
Ben Ahmet Bey’e rakı ısmarlamaya hazırım. Nasıl olsa yıldızları seyredebileceğimiz bir mekân da buluruz.
Peki o, dün sorduğum soruların yanıtını vermeye hazır mı?
* PKK’yı terör örgütü olarak kabul ediyorlar mı?
* Bugüne kadar neden bir kez olsun PKK terörünü lanetlemediler?
* PKK’yla herhangi bir ilişkileri var mı?
* PKK’dan ayrıldıkları ve PKK’yla birleştikleri noktalar neler?
Haydi Ahmet Bey...
Rakılı ya da rakısız...
Gelin şu soruların yanıtlarını açık açık verin, biz de sizin bu sorunun çözülmesi için samimi olduğunuza inanalım.
Var mısınız?
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Metin Münir Milliyet’teki köşesinde kan kustu:
Türk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliği!
“Türkiye Türklerin midir?
Türkiye Türklerin değildir. Türkiye Türklerindir. Kürtlerindir. Alevilerindir. Sünnilerindir. Lazlarındır. Yahudilerindir. Rumlarındır. Ermenilerindir. Boşnaklarındır. Çerkezlerindir. Çeçenlerindir. Abazalarındır. Süryanilerindir. Azerilerindir. Araplarındır. Arnavutlarındır. Dağıstanlılarındır.
İmparatorluk yıkılırken ve yıkıldıktan sonra Türkiye’de yaşayan veya oraya sığınan ve sığınmaya devam eden Osmanlıların torunlarınındır Türkiye.
Herkes eşittir. Herkesin önü açıktır. Herkes aynı fırsatlara sahiptir. Kimse hor görülmez. İstediği tanrıya dua eder veya hiçbir tanrıya dua etmez. İstediği peygambere inanır, azize mum yakar.
Herkes orgeneral olabilir. MİT başkanlığına yükselebilir. Emniyet genel müdürü olabilir. Dev baraj, otoyol ihalesi alabilir.
Doğru mu yanlış mı?
Yanlış, tabii.
Yanlış olduğuna göre ne Kürt açılımı vardır ne de, olsa bile, laftan ileri gidebilir.
Rejimin bekçileri!
Sünni Türkler bu ülkenin gerçek sahibi addediyorlar kendilerini. Rejimin bekçileri onlardır. Ülkenin kremasını onlar yiyor. Bal tutup parmağını yalayanlar da onlardır.
Diğerleri, Kürtler ve Aleviler, onların verdiğiyle yetinmek zorunda.
Diğer diğerleri, yani Rumlar, Ermeniler, Museviler -Kaç tane bıraktık onlardan?- daha da kötü durumda. Onlar Osmanlı’nın azınlıklara gösterdiği kibirli hoşgörünün sınırındaki göçmen kamplarında yaşamak zorundadırlar.
Osmanlı kendini yönetici, yani üstün; onları yönetilen, yani ikinci sınıf olarak görüyordu. Biz de. Sorun da çözüm de kafalarımızdadır.
Hükümetin yeni Kürt açılımından, eğer buna açılım denebilirse, özlü bir şey çıkmayacak. ”Bir gıdım daha verme“ operasyonundan ileri gidemez.
Çünkü ülkemizdeki yönetim kadrosunda, hâlâ, aynen Osmanlılarda olduğu gibi, ”Ben senden üstünüm, sen benim verdiğimle yetinmek durumundasın“ anlayışı hâkim.
Lafta eşitlik
Herkes lafta eşittir.
Hükümet bir ara Alevi açılımına da kalkışmıştı. O girişim yarıda kaldı. Alevi açılımını terk eden hükümet ondan çok daha zor ve hassas olan Kürt konusunda ne yapabilir? Fazla bir şey yapamaz.
Heybeli’deki ruhban okulunu açacak cesarete bile sahip olmayan hükümet ne Kürt açılımı yapacak?
Azerbaycan dişlerini gösterir göstermez hükümet Türkiye-Ermenistan hududunu açmaktan vazgeçti. Abdullah Öcalan’ın zindanının kilidini mi açacak?
Türkiye’nin 1923’te üzerine inşa edildiği etnik formül, Osmanlı’dan devraldığımız kompleksler, katı Sünnilik, bir türlü demokrasiyi özümseyememe... Bunlar Ankara’daki kifayetsiz yönetici elitin aşmaya muktedir olmadığı bir dağdır.
Ve bu hâlâ, cevabı belli olmayan bir muammadır: Türkiye Kürt sorununu mu çözecek, Kürt sorunu
Türkiye mi?”
* Metin Münir / Milliyet
++++++
Yozlaşmaya diyecek yok...
Eskiden ne denirdi:
Dalkavuk.. Soytarı..
Dönem değişti, artık ne dalkavuk kullanılıyor, ne soytarı; yalaka sözcüğü geçerli oldu...
Dalkavuk Doğu’nun ürünüdür...
Soytarı Batı’nın...
Her ikisi de eski çağlardan beri kurumsallaşmıştır.
Kralın soytarısı neredeyse sarayda özel bir yeri olan biridir, potokolün hem içindedir, hem dışında...
Herkes de der ki:
-Soytarı soytarılığını yapıyor...
Dalkavuk ise Doğu’ya özgüdür, işi gücü “Evet efendim, sepet efendim” havası içinde maskaralık yapmaktır... Dalkavuk soytarıdan da beter bir kimliği simgeler...
Peki yalaka kimdir?..
Sözlükler yalakalaşmayı utanma duygusunu yitirerek ‘dalkavuklaşmak’ diye tanımlıyorlar...
Eskiden basında dalkavukluk çok ayıp bir şey sayılırdı, iktidara yamanan gazeteciler de parmakla gösterlecek kadar az olurdu...
Ya bugün?.. Mesleğini yalakalığa dönüştürenleri say say bitiremezsin... Bugünkü iktidarın yalakalarında utanma arlanma da kalmadı...
Bunlardan biri ne demişti:
“-Recep Tayyip Erdoğan benim idolüm, ben ona tapıyorum...”
Dalkavuk... Soytarı... Yalaka...
Bu üçünü kimliğinde eski deyişle “meczeden” gazeteci artık açık seçik iktidara yanaşıp çalışıyor, işbirliği adı altında iktidara hizmet ediyor, iktidara hizmetle yalaka zenginleşiyor...
Bugünkü medyanın zaten yarısı doğrudan iktidara bağlı... Olayın en acı yanı da vaktiyle doğru dürüst gazetecilik yapan kimi meslektaşların da ‘zamane’ye uyup yalakalaşması..
Eee üzüm üzüme baka baka kararır, yalaka da yalakaya bakarak yalakalaşır...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
++++++
Yargıdaki teğmen
Silivri’de Ergenekon yargılamasının pek çok ayrıntısı, gazetelerin yer sorunu yüzünden ıskalanıyor... Örneğin... Duruşmada adres tespiti sırasında tutuksuz yargılanan bir teğmene ev adresi soruluyor:
- Evim yok, diyor teğmen, Hakkâri’de garnizonda kalıyorum...
- Arandığınızda bulunamamışsınız...
- Operasyondaydık...
Güneydoğu’da PKK’ya karşı operasyonda görev alan bir teğmen aynı
zamanda Ergenekon davasının sanığı durumundadır... Daha önce de sorduk... Yine soralım... Sivil savcıların açtığı davalar askeri savcılar tarafından da soruşturulmuyor mu? Soruşturulması gerekir. İki koldan yürütülecek soruşturmayla daha çabuk ve daha sağlıklı sonuç alınır. Hem suçlar çabuk açığa çıkar. Hem suçsuz subayların haksız yere ezilmesi ve yıpratılması önlenmiş olur... Bu gençler bize lazım...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
MİNİ YORUM
Duruma göre demokrasi
Demokrasilerde kişiler hedef gösterilmezmiş. Böyle buyuruyor II. Cumhuriyetçilerin ağa babası. Bu demokrasi ne menem bir şeymiş. Bukalemungillerle kan bağı var mı acaba?
Milli egemenlikçi insanlar susturulmak, sindirilmek istenirse her yol mübah, her zulmün sonu demokrasi... Taptıkları güce göre renk değiştiren mandacılara biri “orada dur bakalım” deyince “çok ayıp, demokrasinin incileri döküldü”. Akıl sır erdiremiyorum. Bu çifte standart sürerse erdiremeyeceğim de.