Bir “Piyade Er”den Özel’e: Bence de istifa onurlu insa
Elden ele aktarıla aktarıla nice engelleri aştı da ulaştı okuyacağınız mektup; bekletirsek olmaz!
Mektubu yollayan, bu köşenin takipçilerinin Babanı Sana Şikayet Ediyorum kitabından hatırlayacağı Emekli Kurmay Albay Erdal Akyazan.
Akyazan, Balyoz Davası’na bakan yargıçların çocuklarına hitaben yazdığı kitabında davanın bütün safhalarını incelemiş, “hukuk dışılıkları” ortaya koymuş ve “Babalarınızın yaptıkları hukuka aykırı ise sizce babalarınız yine de doğru iş yapıyor olabilirler mi?” diye sormuştu. Kitapta “o çocuklar”ı tokat gibi şu cümle bekliyordu:
“Onların dağıttığı adaleti sizin için bile dilemiyorum!”
Duygu sömürüsünün zerresini içermeyen, somut ifadelerle başlayıp biten ve bu haliyle okuyanı “vicdan sınavı” na sürükleyen kitabından sonra, Akyazan, muhatabında aynı etkiyi yaratıp yaratmayacağını merakla beklediğim bir mektupla duyurmaya çalışıyor sesini bu defa.
Mektuptan önce izlediği güzergâhı aktarayım ki emeği geçenlere haksızlık olmasın.
Akyazan, Balyoz Davası’nda kendisi gibi cezası Yargıtay tarafından onanan MHP Milletvekili, eski Özel Kuvvetler Komutanı Engin Alan’ın Sincan’daki koğuş arkadaşı. 28 Şubat Davası’nda da yargılanan Alan, koğuş arkadaşının mektubunu Ankara’daki duruşmaları baştan sonra takip eden gazeteci Müyesser Yıldız’a verdi, Yıldız da dün sabah erken saatlerde sosyal medya aracılığıyla bana iletti.
İşte emekli Kurmay Albay Akyazan’ın, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e “piyade er” sıfatıyla seslendiği o satırlar:
“Bay Genelkurmay Başkanı;
Bence bir liderde üç temel özellik olmalıdır. Yürek, vicdan ve akıl... Siz ne düşünürsünüz bilemem.
Kafamda binlerce düşünce var. Lütfen bana yardımcı olun ve şu üç net soruyu net şekilde yanıtlayın. Yanıtlayın ki, ben de herkes gibi taşları yerli yerine koyabileyim.
Sessizliğinizin nedeni kurumsal değil durumsal kimliğiniz
Siz bize; “Suçsuzluğunuza inanıyorum, hepiniz görevlerinize döneceksiniz, eğer başaramazsam ben de giderim” diye söz verdiniz mi, vermediniz mi? Yürekli net bir yanıt istiyorum. Evet mi, hayır mı?
Silahlı Kuvvetlere medyada açıkça; “Millet düşmanı, dinsiz, kepaze, pespaye, salak, iğrenç, ırkçı, kafatasçı, tiksiniyorum, geri zekâlı, beyinsiz, namussuz, rezil, ahlaksız, vatan haini, kalleş, tecavüzcü, fuhuşçu, casus” dendi. Yıllarca yüz yüze baktık. Şimdi aklınıza gelen kurumsal kimliğiniz o zaman neredeydi? Vicdanınız hiç mi sızlamadı?
Sessizliğinizi kurumsal kimliğinize bağladınız. Siz, bizim gerçekten bunun “kurumsal” değil, “durumsal” kimliğinizle ilgili olduğunu anlamayacak kadar akılsız olduğumuzu mu düşünüyorsunuz?
Daha dün, “Ben Genelkurmay Başkanı olsam, sizi...” diye devam eden cümlelerle övgüler sıraladığınız eski komutanlarınız, terörist diye mahpuslara tıkıldı.
Ordunun siyasallaştırılmasını engellemeye çalışıyormuşsunuz. Siyaset ordunun kanseridir. Ulusa; “Biz kansere yakalandık mı, yoksa sağlıklı mıyız?” diye açıkça sormaya cesaretiniz var mı?
Marjinal gruplar...
Eğer bana söylüyorsanız, çıkın yüreklice, “Evet, sana söylüyorum” deyin. Yanıtına da hazır olun tabii.
Elinizi taşın altına koyduğunuzu düşünerek, kendinizi kahraman olarak bile görüyor olabilirsiniz. Ordu taşın altında mı kaldı?
Size bir konuda tümüyle katılıyorum. Bence de istifa onurlu insanlara özgü bir davranış. Şahsına ve üniformasına yapılan hakaretlere dayanamayıp, kendi isteğiyle aramızdan, hatta hayattan ayrılan şerefli silah arkadaşlarımıza bakın. Bakın ve onur ne demekmiş bir daha düşünün.
Türk Silahlı Kuvvetleri hiç birimize ait değil. Ulusa ait. Ona iyi bakın. Bizim başka ordumuz yok...
Piyade Er Erdal Akyazan”
Ayıp yahu...
Bayram değil seyran değil, memleket yandı yıkıldı o günlerde dahi e-postam bu denli rağbet görmedi. Mesaj mesaj üstüne:
Niye yazmadınız? Başörtüsü konusunda siz ne düşünüyorsunuz?
Ve elbette “yasta mısınız”dan “kına yakın”a varan her telden önyargı beyanı!..
Yazmadım; çünkü...
Bir “çünkü”sü bile yok aslında!
Ne zafer kazanmış edasıyla salınanlar, alkış-tezahürat orantısız bir sevinç(!) yaşayanlar ne de protestocular, karalar bağlayanlar; bu meselenin hiçbir tarafında hissetmiyorum kendimi!
Bitaraf olan bertaraf olur diye buyuran birileri çıkar hemen şimdi;
İnanan ile inandığı arasında kalması gereken ve başkaca kimseyi ilgilendirmeyen bir konuda “taraf” olunması mümkün müdür peki?
Birilerinin gönlü olacak diye “kadılığa” mı soyunalım yani!
Dün gazete manşetlerine baktıysanız görmüşsünüzdür; mevzubahis başörtüsüyse gerisi teferruattır kafasıyla, tam da bu işin kaymağını yeme yarışına girenlerin istediği gibi baştan aşağı örtülüydü medya!
Gerisi teferruat mı peki? Cumhuriyet’in rövanşını almak isteyenler ile endişeli laikler arasına sıkışıp kalmış toplumun “dışında” üretilen suni bir sorun, memleketin temel meselesi olabilir mi?
İlle de bir şey söylemem gerekirse “ayıp” derim!
Neydi o başörtüsü takmış kadınların etrafında pervane olan “bir fotoğraf çekinebilir miyiz”ci adamların hali?
Madem “siyasi” hadise değil, takımına madalya kazandırmış yarışçıyı tebrik eder gibi uzayan kuyruk neyin nesiydi?
Tamam dedim, az sonra omuzlarına alıp şeref turu da attıracaklar Genel Kurul salonunda!
Madem sadece “inançları gereği”; kim izah edecek AKP’li milletvekillerinin o “tarihi zaferi fotoğraflarken” ki hallerini!
Bir kadının “inancı gereği başını örtmesi” nasıl bir zafer olabilir? Kiminle savaşta kazanılmış bir zafer?
Aynı adamlar dün Cuma namazında saf tutanları da “zoom”ladılar mı aynı şehvetle? Alnı secdeye değmek üzere, değiyor, değiyor, değdi diye kare kare fotoğraflıyorlar mı inancı gereği namaz kılanları da?
Siz hiç, inancı gereği “fitre veren” birini fotoğraflamak için birbirini ezen insanlar gördünüz mü mesela?
Siyasi iftar-sahur çok da, “inancı gereği oruçlu” pozu diye bir şey var mı, “Oruçlu musun, gel o zaman fotoğrafını çekeyim” diyene rastladınız mı?
Ama her işte bir hayır vardır işte:
Mevzubahis “başörtüsü”nün “normalleştirilmesi”yse, bu iradenin “başörtülü vekillere” neredeyse “uzaylı E.T.” muamelesi yapan AKP’de bulunmadığını görmüş olduk böylece!
Not: Bir “ayıp yahu” da, “Biz CHP’ye Şafak Pavey’in konuşmasını pantolonla yapabileceğini bildirdik, kendileri yanaşmadı” diye üste çıkmaya çalışan zihniyete. Pavey seçildiği gün, siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmayan çok haklı, insani nedenlerle bunu gündeme getirdiğinde yanaşmayıp, başörtülü AKP’lilerin TBMM Genel Kurulu’na olaysız girebilmesinin bahşişini verir edasıyla “eh sen de pantolon giy madem” diyenlere! Hem ayıp, hem zekamıza hakaret.