Bir ÖZGÜRLÜK masalı

Mozaikçilerin talepleri doğrultusunda etnik kimliklere dil, azınlıklara ibadet hakkı tanıyanlar, Türk kültürünün ayrılmaz unsurlarından Aleviler’in temsilinden niye rahatsız?

Eski Diyanet İşleri Başkanı ve Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu, Haberturk’ten Balçiçek Pamir’e verdiği röportajda şunları söyledi:
1. Türkiye’de elbette Alevi sorunu var. Olmasa bu kadar gürültü herhalde çıkmaz...
2. Türkiye’de 8-10 milyon alevi var.
3. Alevilerin Diyanet’teki temsilini asla doğru bulmuyorum. Hiç akla gelmedik başka temsil talepleri olabilir. Hanefiler, Şafiler başka tarikatlar da isteyebilir...
Bunları söyleyen Yazıcıoğlu, ek olarak ŞEŞ TV açılımından duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Diyor ki, “Biz ayrım görmek istemiyoruz. Keşke bunları daha önce yapsaydık...”
Etnik dil talepleri
İktidar ve mensupları, “sorun” olarak gördükleri Kürt vatandaşların ’dil’ konusundaki taleplerini yerine getirmekle övünürken, “sorun” olarak gördükleri Alevi vatandaşların ’din’ konusundaki taleplerine neden kulak asmıyor olabilirler? (“Aleviler ve kürtler” sorun mu değil mi tartışmasını saklı tutarak) De ki sorun, hangi sorunun çözüme değer olduğuna kim ve neye göre karar veriyor?
Sebep Yazıcıoğlu’un vurguladığı gibi “başka talepler de gelir” kaygısı ise, bu kaygı ’kürtçe kanal açılımı’ yaparken niye hissedilmedi?
ŞEŞ TV’yi emsal gösterip ’kendi dillerinde yayın ve eğitim’ talebinde bulunan etnik gruplardan niye rahatsızlık duyulmadı?
Diyanet’i “mezhepler üstü” tutmaya çalışanlar, Milli Eğitimi, Kamu yayıncılığını niye “etnikçilik üstü” tutmak gerektiğini savunmadı?
Mesele yeni taleplere karşı çekince değil de “sayı” ise, cemaati, toplasan 2 bin kişiyi geçmeyen Fener Rum Patrikhanesi’nin, Ruhban Okulu talebi neden bugüne kadar hep din ve eğitim ‘özgürlüğü’ çerçevesinde tartışıldı? Said Bey, Bartholomeos’a “Bu okulu kime açacaksınız, sayınız kaç?” diye sordu mu hiç?
Nitelik, nicelik ayrımı
Özgürlükler, neden AB himayesindeki azınlık ve etnik kimlikler talep edince nitelik, Türk kültürünün katıksız unsurları talep edince nicelik açısından ele alınıyor? Ve neden ’nicelik’ tartışmalarında, “mozaik ülke” olduğumuzu ispat çabasındakilerin (Peter Andews, Kendal Nezan) sayısal verileri esas alınıyor da, Alevi liderlerin verdiği rakamlar gerçek dışı bulunuyor?
Açılım iktidarımıza bağlı kişi ve kurumların söylemlerini hatırlayın. Örneğin AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen’in ‘Gençleri Koruma Yasa Taslağı’nı. ’Çoğunluk dininden olmayanlara dini özgürlük alanı yaratmayı amaçlayan’ Sözen ne diyordu: “Devlet, gençlerin sağlıklı ve dengeli gelişimleri için her seviyedeki okulda, her dine mensup öğrenciler için ibadethane alanı kurmakla yükümlüdür.
“Çoğunluk dininden olmayanlara dini özgürlük” ifadesini kullanan Sözen neden ’Naaa sana, naaa sana’ denilerek, bir hokus pokusla kayıplara karıştırıldı. Bunun cevabı, çok değil birkaç ay sonra YÖK’ün üniversite rektörlüklerine gönderdiği yazıda gizli olabilir mi?
Ne istiyordu Yusuf Ziya Özcan: Musevi ve Ermeni öğrencilerin dini bayramlarda izinli sayılmalarını...
Yahudi öğrenci Aşana’yı, Ermeni öğrenci Paskalya yortusunu kutlasın diye izinli sayılırken, Caferi öğrenci Aşura’ya katılmak için okulu asmak zorunda kalacaktı...
İnanç kriterleri
Oysa din ve ibadet özgürlüğünü benimseyen bir anlayışın;
Caminin bir sahınına şapel, diğer sahınına havra oturtmakla yetinmeyip, Mormon ve Pagan tapınakları inşa etmesi...
Taoistlerin yarıçıplak koşması için pirinç ve tuz kaplı zeminler oluşturması...
Yezidilerin güneşe dua edebilmesini sağlayacak açıklıklar bırakması... ’Melek Tavus’ büstleri dikmesi.. Budistler için stupalar, Hindular için arınmış meditasyon alanları ve inek çiftlikleri, Bahailerin namazı için ayrı kıbleler, Şinto mabedleri kurması... Sihistlerin kama taşıma ve traşsız eğitim hakkını korumak, Satanistlerin kanlı ibadet hakkını suç olmaktan çıkarmak için yasa değişiklikleri yapması... Zerdüştler için kutsal ateşler, Şamanlar için kutsal davullar hazırlaması.. Saydığımız ve sayamadığımız bütün inançların kutsal metinlerinin konacağı kütüphaneler inşa etmesi gerekmez miydi?
Özgür bir ülkede;
Biri namaz kılarken, yanındakinin kendini zircirleyebilmesi, beriki yüksek sesle ilahi okurken, ötekinin saz çalabilmesi, bir yanda davul ve dansla transa geçilirken, ötede birinin bağdaş kurup huşu içinde ’erebilmesi’... Biri ineğini süslerken, diğerinin başka bir ineği kurban edebilmesi gerekmez miydi?
Bütün inançlara eşit mesafede olmak ve özgürlük tanımak bunları gerektirmez miydi?
Hadi buyrun bütün din ve inançlara eşit mesafede olun.
Bunu yapabilir misiniz?
Etnik bölücülüğe meclis kürsüsü dahil bütün resmi platformlarda temsil hakkı tanırken, Alevi kimliğine neden ’asla’ izi vermeyeceğinizi açıklayın hadi.
Yoksa yapabilecekleriniz, AB’nin belirlediği “inanç” kriterlerine mı sınırlı? Yoksa ‘özgürlüğün’ sınırlarını, milli hassasiyetler, toplum yapısı ve yasalar değil de, dayatmalar mı belirliyor?
Yoksa amacınız dil, din, fikir, vicdan özgürlüğü değil de; siparişle dil ve din üreterek, kafanızdaki mozaiği kolay parçalanabilir kılmak mı?
Hristiyan, Musevi ve Müslümanları kapsayan ibadethaneler birliğini kurmak, hatta ’hepsi Tanrının evi’ deyip üç dini tek ibadethanede buluşturmak mı?


Kim belirleyecek
Tanrı’nın evi deyip, cami, kilise ve sinagogu birleştirenler cemevini, mabedleri, tapınakları, ateşlerin yakıldığı, dansların edildiği başka inançların, başka ayin alanlarına da yer açabilirler mi?


++++++

Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
10 TL’lik gömlek, AKP’ye göre BEDAVA
Zeynep Bircan adlı okuyucumuz, “Gedikli vatandaşla dalga mı geçiyor?” başlığıyla yayımladığımız yazısında, ‘Türkiye’nin ne kadar ucuz bir ülke olduğunu’ göstermek için “On milyona gömlek satılıyor” diyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli’yi eleştirmiş ve 10 TL’ye kaç ekmek alabileceğinin hesabını yapan vatandaşlar olduğunu hatırlatmıştı.
Haftasonu bir paket aldık. İçinden üç adet gömlek ve Gedikli’nin imzası bulunan bir açıklama çıktı. Şöyle diyor: “Söz konusu yazının köşenizde yer alması üzerine, 10.03.2009 tarihinde Ankara’nın en merkezi yeri olan Kızılay’daki Metro Çarşısı’nda tesadüfen girilen iki ayrı mağazada her biri 10 TL olan 3 gömlek alınmıştır. Bunlar yazımızın ekinde, ilgili belgeleri, kartvizitleri ve fotoğraflarıyla beraber, Sn. Bircan’a da ulaştırılmak üzere gönderilmiştir. ”
Yazıyı okuduktan sonra Kızılay’a gidip, alışveriş yapan... Bunları fotoğraflayan... Haklılığını KDV fişi ile belgelemeye çalışan Gedikli’nin, “Türkiye’nin ne kadar ucuz bir ülke olduğunu” kanıtlamak konusundaki kararlılığına diyecek söz yok. Madem bu kadar kararlı, kendisinden yine aynı okuyucumuzun yazısındaki “Dağıtılan buzdolaplarının içini doldurumayanlar ne yapacak” sorusuna karşılık olarak “doldurabilecek birisine hibe etsinler”den daha çözüm odaklı bir yaklaşım bekliyoruz...
Not: Zeynep Bircan adresini bildirirse, Gedikli’nin ‘ucuzluk delilleri’ gömlek, fiş ve fotoğrafları yollayacağız.


+++++++

Batıcı aydınların tarihi çelişkisi
1970’li yıllardan 2000’li yıllara aydın profilinde ilginç bir değişim yaşadık ve yaşıyoruz.
O günün sol ve sosyalistlerinin birçoğu ya siyasal İslama ya da yeni liberalizme demir attı.
Bunun, pratik (ve çıkarcı) bir nedeni de var.
1) İlerlemek, iktidarda olmak istiyorsan siyasal İslama yapışacaksın. AKP’den iki bakan çıktı; biri sıkı bir eski solcu, diğeri ise sosyal demokrat idi.
2) Yükselmek istiyorsan dünyaya “Batı’nın penceresinden bakacaksın”, kendi ülken de dahil, onun önceliklerini esas alacaksın.
Aydın kendi toplumundan soyutlanınca “küresel sistemin bağlı bir uydusu” haline gelir. Batı kapitalizminin dev şirketlerinin çıkarlarını savunmaya başlar; Brüksel’in, Washington’ın politikalarına uyum sağlar; Hillary geldiği zaman etrafında görünerek “prim yapmaya çalışır”. Hillary’nin, Rice’tan hiçbir farkı bulunmadığını anlamamazlıktan gelir. Eskiden siyah Rice ile beyaz Bush vardı; şimdi onların yerine beyaz Hillary ile siyah Obama geldi. Aman bir bayram ki sormayın; Obama’nın gelişinin “ABD’nin Türkiye ve Ortadoğu politikasını değiştireceğini sanmak” eğer aşırı saflık değilse düpedüz “örtülü Amerikancılıktır”.
AB’nin son Türkiye raporunu cımbızla ayıklayıp olumlu bir şeyler bulmaya çalışan kimi aydınlar, “Aslında Batı bizim iyiliğimizi düşünür” havasını pompalıyorlar.
İçimizdeki oligarşi bunu hep yapmıştır. Bir taraftan hak, hukuk, adalet, Atatürk deriz; öte yandan el altından “örtülü Batıcılık ya da dincilik” yaparız 12 Eylül’de olduğu gibi.
* Erol Manisalı / Cumhuriyet

+++++++

Ankara’da neden Mansur Yavaş afişi yok?
Ankara’da tuhaf bir durum var. Şehir, adayların afişleriyle donatılmış durumda. Nereye baksanız Erdoğan ve Gökçek afişleri... Baykal... Karayalçın... Ayrı ayrı, tek tek, birlikte afişler... Sloganlar...
Gökçek “hizmet” diyor.
Karayalçın “değişim”...
Peki MHP’den Mansur Yavaş ne diyor? Onun afişi yok. Fotoğrafı da... MHP iki afiş kullanıyor. Birisinde Bahçeli var. Diğerinde sandık... Mansur Yavaş’ın ne bir sözü, ne de fotoğrafı... Neden acaba?
Bu MHP’nin genel kararı mıdır, yoksa Mansur’a özel mi? Bunun bir anlamı olmalı?
* Fatih Çekirge / Hürriyet


++++++

MİNİ YORUM
Dolandırıcılık sanıklarıyla dayanışma

Sistem işliyor: Mustafa Balbay’a destek vermek için kitap imzalayan bütün gazeteci-yazarları hedef gösteriyorlar. ‘Suç ortağı’ imasında bulunuyorlar. Dün de, Taha Kıvanç yazdı. Taraf’tan Oya Baydar’ı referans gösterdi. ‘Balbay’ olan yazarları “darbesever” ilan etti. Ümraniye sanıkları ile ilgili olarak itiraz noktasının “hukuk ve insan hakkı ihlali” olduğunu maksatlı olarak gizleyenler, “Darbe girişiminden yargılanacak birine destek vermek suç da, dolandırıcılıktan yargılanacak kimselerle al takke ver külah olmak suç değil mi?” sorusunu cevaplamayı da düşünürler mi?

Yazarın Diğer Yazıları