Bir ordunun kıymeti harbiyesi
Olmadı Sayın Başbuğ olmadı. Benim zamanımda askeri okullarda öğretilen birinci kural “Asker şikâyet, tehdit etmez, gereğini yapar” şeklindeydi. Bir ordunun, bir askeri birliğin gururu çok önemliydi; aynı, birliği temsil eden sancak gibi. İşte bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk, 24 Mart 1923’de Kütahya’da “Bir ordunun kıymeti, kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür” dememiş miydi? 27 Ağustos 1922’de Afyon’da bir tepeyi söz verdiği sürede alamayan Albay Reşat Çiğiltepe’nin intihar etmesi onun kumanda heyetinin ne kadar onurlu, kıymetli ve kuvvetli olduğunun bir kanıtı değil midir?
İşte bu nedenle Sakarya savaşı, subayların büyük sayıda şehit düştüğü bir savaştır. Bu savaşta şehit düşen subay isimleri Kara Harp Okulu’nun girişindeki kolonların üzerine yazılıydı bizim zamanımızda. Şimdi hâlâ orada mı bilemiyorum. Ben her nizamiyeden geçerken tüylerim diken diken olurdu. Bizim zamanımızda Kara Harp Okulu, ülkenin kurtuluşunda yapılan fedakârlıkların, akıtılan kanların kokusunu taşırdı.
Genelkurmay Başkanı, bir ordunun en üst ve son temsil noktasıdır. Kusura bakmayın ama ben bugün Türk ordusunun kumanda heyetini anlamakta zorlanıyorum. Deniz Kuvvetlerinde, Kuvvet Komutanı bir Amiral, iki albayı intihar ettikten ve çok sayıda genç subayı tutuklandıktan sonra konuşmak, onları savunmak lüzumunu hissediyor. Geç kalmadınız mı Sayın Amiral?
Aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin PKK terörü ile mücadele eden tüm gazileri, teker teker adına bile uymayan bir soruşturma çerçevesinde gözaltına alınıyor. Sanki PKK ve teröristler kendileri ile savaşan, bir türlü yenemedikleri komutanları, subay ve astsubayları bu şekilde dolaylı olarak etkisiz hale getiriyor.
Askeri birliklerin sınırları ve yetkisi içindeki lojmanlardan komutanlar,
subay ve astsubaylar teker teker toplanıyor. Ve siz seyrediyorsunuz. Bunların bir kısmı sizlerin ve bizlerin ağabeyleri, onları orada yalnız bırakmakla ve tutuklamalarda sessiz kalmakla demokrat mı oldunuz şimdi. Ha haksızlık etmeyelim, arada bir sesiniz çıkmıyor denmesin
diye çıkışlar yapıyor, sabrınızın taşmak üzere olduğunu söylüyorsunuz. Sabrınızın taşması için geç kalmadınız mı? Peki, kendilerini vatanlarına adayan
bu çocuklar kadar kendilerini gözaltına alanlar acaba vatan için ne
yapmışlardır? Peki, siz ne yaptınız da bu kadar sessizsiniz?
Sayın Başbuğ son olarak, elinizde olanları açıklamakla tehdit ettiniz. Peki, bu kadar kurban verene kadar neden açıklamadınız elinizdekileri. İçeride
olanların ailelerine, onurlarına günah değil mi? Onların hapiste geçirdikleri, yitirdikleri yılları siz ve onların düşmanları nasıl ve neyle ödeyebileceksiniz? Elinizde olanları açıklayınca ne etki yapacağını sanıyorsunuz? Kendinizi bağımsız bir adaletin kollarına teslim ettiğiniz havasını mı vermek istiyorsunuz? İyi de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan tüm vatandaşlar adaletin artık siyasallaştığını ve bağımsız olmadığını görürken siz bu intikam alma oyununa nasıl sessiz kalabildiniz?
Çok özür dilerim ama galiba sizlerle ben başka başka okullara gitmişiz gibi içimde bir his var.