Bir nehirler kaldı!
Ekonomideki tehlikeli gidişi kaleme alan Necati Doğru,ülkenin satılacak kaynaklarının tükendiğine dikkat çekti
2002’de Türkiye “batan bankalar” ülkesiydi, 2007’de Türkiye “yabancının milyar dolarlar akıtarak satın aldığı değerli bankalar ülkesi” haline gelmişti. Çünkü iktidar dünyanın en yüksek faizini vererek bankalarının içini doldurmuştu, bankalardaki mevduatın krediye dönüşme oranı da yüzde 65’e çıkmıştı.
Büyüme yüzde 7’yi aşmıştı.
Dört yıl kesintisiz büyüme!
Bu da hayaldi.
Kesintisiz yılda ortalama yüzde 7.5 büyüme hayalimiz de gerçek olmuştu. Eski liradan 6 sıfır atılmış, yeni lira da kesintisiz değerlenmeye başlamıştı. Dünyanın en değerli paralarından biri de Türk Lirası olmuştu. paramız değerlendikçe, kâğıt üstünde milli gelir artıyor, kişi başına düşen milli gelir de yükseliyordu. İhracat, ithalat, tarihimizde görülmedik rakamlarla artıyordu.
Evet, işsizler de çoğalıyordu.
Yoksulluk da yükseliyordu.
Fakat işsizler de yoksullar da mutluydu, memnundu, gelecekten umutluydu. Yönetime güveniyordu. Güvenini gitmekte olan bu yılın 22 Temmuzunda yapılan seçimlerde ilan etmişti.
* * *
2007, bu tabloyla bitiyor.
Türkiye güçlü ülke!
Rakamlarda güçlü.
Görüntüsü güçlü.
Bugün, 2007 yılı biterken büyüme yüzde 4.2’ye geriledi, 2002 yılında 149 katrilyon olan iç borç, 268 katrilyonu buldu. Özel sektörün 2002 yılında 44 milyar lira olan dış borcu 2007 yılı sonunda 139 milyara ulaştı.
Toplam borç:
218 milyar dolardı.
436 milyar dolara çıktı.
Komşumuz Yunanistan yıllık yüzde 4.78 faizle borçlanırken Türkiye yıllık 17.21 faizle borçlanıp, “halkı dünyada en yüksek faizle soyulan ülke” birinciliğine gelmiş bulunuyor. Yılda 46 milyar dolar faiz ödüyoruz.
Cari açık: 39 milyar dolar.
Dünyada Türkiye’nin yüksek faizle soyularak ve elindekileri yabancı sermayeye satarak (30 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı) sağladığı “güçlü Türkiye görüntüsü” bu yıl “keskin virajlara” girerek zayıflığa dönüşebilir. Yeni yılda, “cari açığa ilaç” bulunamayabilir.
Gitmekte olan yıl virajsızdı.
Gelen yıl virajlı olabilir.
Virajlarda savrulup haşat olmamak ve “siyasi mevtaya dönüşmemek” için Türkiye’yi yönetenler yabancı sermayeye “nehirleri satmak” zorunda kalabilirler.
* Necati Doğru / Vatan
* * * * *
2007 yılının şeyleri, neyleri...
* Kabadayı: Yılın filmi.
* Televizyonu her açışımızda karşımıza çıkan malum muhteremin konuşmaları: Yılın zulmü.
* Dışişleri Bakanı Ali Babacan: Yılın sanalı.
* TÜİK’in enflasyon ve işsizlik rakamları: Yılın yalanı.
* Kazdağı için verilen ruhsatlar: Yılın talanı.
* Çankaya Köşkü’nde yapılan restorasyon: Yılın tadilatı.
* “Sayın valim, vatandaşa kamyonla yardım taşıyacaksın” : Yılın talimatı.
* Abdüllatif Şener: Yılın sağcısı.
* Başbakan’ın yanağını okşayan meslek büyüğümüz!: Yılın yağcısı.
* Seçim sonuçlarının iki saat içinde açıklanması: Yılın rekoru.
* Meclis’teki malum 550 zatt: Yılın dekoru.
* Bulgur, mercimek, makarna: Yılın azığı
* Memura yüzde 4, elektriğe yüzde 15 zam: Yılın kazığı.
* Yüzde 47: Yılın milleti.
* Suudi Kralı’nın ayağına gidilmesi: Yılın zilleti.
* Abdullah Gül: Yılın mağruru.
* Tayyip Erdoğan: Yılın mağduru.
* Hayrünnisa Gül: Yılın “först” leydisi.
* Emine Erdoğan: Yılın “mor” leydisi.
* Hüsnü Şenlendirici: Yılın kocası.
* Sivasspor Teknik Direktörü Bülent Uygun: Yılın hocası.
* Mehmet Emre Gül: Yılın mahdumu.
* Manken Tuğba Özay: Yılın mahkûmu.
* “Plan yapma plan” : Yılın türküsü.
* İsmail Türüt: Yılın türkücüsü.
* İngiliz pasaportlu bakan Mehmet Şimşek: Yılın aristokratı.
* Şehitlerimiz, gazilerimiz: Yılın acısı.
* Devlet Bahçeli’nin seçim kürsüsünden attığı: Yılın ipi.
* Mir Dengir Mehmet Fırat: Yılın tipi!
* Yimpaş Dursun: Yılın hastası.
* İETT’nin Mecidiyeköy’deki arazisi: Yılın pastası.
* Deniz Baykal, Yaşar Nuri Öztürk: Yılın hatipleri.
* ATA uçağının müdavimi meslektaşlar: Yılın katipleri!
* Melih Aşık / Milliyet
* * * * *
Yılın “döneklik” kapışması
Ahmet Hakan ile Mümtazer Türköne arasındaki “döneklik” savaşı yeni bir boyut kazandı. Hakan, Hürriyet’teki köşesinden Türköne’ye karşı taaruza geçti. İşte Hakan’ın, “Mümtazer bana ’eyyamcı’demiş” başlıklı yazısı:
ZAMAN Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne, benim için “eyyamcı” demiş...
“Eyyamcı” nın sözlük anlamı şudur:
“Günün koşullarına göre davranan kimse...”
O halde...
Kimin “günün koşullarına göre davrandığı” na bakmamız şart olmuştur...
Madem öyle, hadi bakalım:
1990’lı yılların ilk yarısı...
“Günün koşulları”, Güneydoğu’ya sert girilmesini dayatıyor...
Kurşunu atanın da, yiyenin de “şerefli” addedildiği bir dönem...
Bakıyoruz, Mümtazer Hocamız, “sert girenler” için danışmanlık yapıyor...
Ve bugün...
“Günün koşulları”, Güneydoğu’ya yumuşak girilmesini dayatıyor...
Ve Mümtazer Hocamız, bu kez “Diyarbakır’a Amed diyelim... Ne olur ki...” noktasında...
* * *
Mümtazer Türköne 10 yıl önce dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in danışmanıydı...
Yani dönemin iktidarının yanındaydı...
Bugün ise yaptığı işler şunlar:
Zaman Gazetesi’nde yazıyor...
“Hatırla Sevgili” adlı diziye danışmanlık yapıyor...
Kendisinden şikáyetçi olan ayrıldığı eşine, “Özlem’i milletvekili yapacağım... O zaman elimiz biraz bollaşır, ben de size yardım ederim” diyor.
Gerçekten de yeni eşini iktidar partisine milletvekili yapıyor...
Benim durumuma gelince...
Bugün iktidarda olanların en zor zamanlarında yanlarındaydım...
En güzel günlerinde ise uzaklarındayım...
“Eyyamcılık” yapsaydım...
Bugün ben de Mümtazer Hoca gibi, “Özlem’i milletvekili yapacağım” türünden pervasız cümleler kurabilirdim.
* * *
İşin aslı şudur:
Ben Mümtazer Bey’e, “Hoca! Sen çok değil 10 yıl evvel şöyle diyordun, bugün böyle diyordun... Maceranı anlatsan da ibret alsak” diyorum...
* Ahmet Hakan / Hürriyet
* * * * *
BENAZİR’i kim öldürdü?
Amerikan televizyonlarını ve bizdeki kopyalarını dinliyorum; El Kaide biz yaptık açıklamasını yapmış! Taliban ve El Kaide bir arada analiz edilince Pakistan, terörün yeni merkeziymiş! Amerika Pakistan’ın da tamamen İslami terör yuvası olmaması için gerekirse buraya müdahale etmeliymiş..!
Dinlediklerimi daha sayarım ama 2001 sonrası gelişimi dikkatli takip eden biri olarak, anlatılanlar bana “komik” geldiği için sizi de rahatsız etmemek adına devam etmeyeceğim.
Yukarıdaki “iddialar sonrası” yeniden soralım; Butto neden öldürüldü?
Sevgili dostlar, daha önceki birkaç yazımda 1929 krizinden yola çıkarak; 1945-1989 arasındaki “dünya düzenini” tarif etmiş, 1989-2001 ve 2001 sonrasını “özellikle diyalektik” açıdan ele almıştım. O yazılarda hatırlarsanız bir iddia vardı; Amerika-Rusya diyalektiği 1989’da çöktü. 2001 saldırısı Amerika karşısında Ortadoğu kaynaklı İslami terörü yeni “diyalektik yapı haline getirirken”, bu yapının uzun süre devam etmesi mümkün değil, bu da bitecek ve yerine Amerika karşısında “Rusya-Hindistan-İran-Çin” dörtlüsü çıkacak.
Bu noktada bir not düşelim; Pakistan-Hindistan arasındaki tarihi gelişmeleri ve konumunu dikkate alırsak, yeni diyalektik yapı içinde “Pakistan’a yerleşmek, eski diyalektik içinde Irak’a yerleşmek” kadar önemli.
Sonuç 1: Butto’nun öldürülmesi “Amerikan yanlısı” şimdiki yönetimi “rakipsiz” kılarken, artan kaos ve ortaya atılan yeni konsept “Pakistan’a yerleşmenin” de yolunu açtı. Kayan diyalektik yapı içinde “Pakistan’ın ayrı bir yeri olduğu da” düşünülünce; ortaya aynı anda başlıkta verdiğimiz sorunun da cevabı olan şöyle yeni bir soru çıkıyor; bu suikast kimin işine yaradı? Cevap çok açık!!
Bu noktada bizi de ilgilendiren yeni bir soru soralım; Türkiye’nin “pozisyonunda” son dönemde bir değişiklik oldu mu? ABD’nin Kuzey Irak’taki “gönüllü işbirliği”, Türkiye’ye “nükleer” bilgi transferi isteği ve “Türkiye’ye yakınlaşma politikasının” altında ne var? Bu suikastla “yeni politika arasında” ne gibi bir bağ kurabiliriz?
Çok net ve açık ifade edeceğim; 1975 Cezayir toplantısında İran Şahı’na, BAAS yönetimine “Kürtleri katlet ben sessiz kalacağım” sinyali verdirerek, bir günde radikal bir dış politika değişikliği yapan ABD, son bir ay içinde aynı radikallik içinde “Ortadoğu’daki tercihim Türkiye” politikasına doğru kayıyor. Son birkaç hafta içinde Washington yönetimine yakın isimlerden edindiğim izlenim; Amerika, Orta Doğu’da “Türkiye olmadan diğerlerini şekillendiremeyeceğini”, bu topraklara pergelin ayağını koymadan, daire içinde operasyon yapamayacağını anladı...
Biraz daha açarsak; son 50 yıldır “bölgede Kürt devleti kurulması nasıl olur” noktasında “kafası karışık olan”, 1975 gibi “gitti-geldiler” yaşayan Amerikan dış politikası, kesin tercihini yaptı; Amerika karşısında Ortadoğu kaynaklı İslami terör diyalektiği yerini Amerika karşısında “Rusya-Hindistan-İran-Çin” diyalektiğine bırakırken, Amerika “yeni dostunu” Türkiye olarak belirledi.
Sonuç 2: Bu bölgede Amerikan destekli bir Kürt devleti projesinden kesinlikle vazgeçildi. Bu gerçeği başta “Barzani” olmak üzere “Türkiye’ye karşı terörist faaliyetlerde” bulunan herkes çok iyi anlamalı. Artık Türk askerine karşı savunmasızlar! Bu gerçeğe son dönemde tartıştığımız “ayağa kalkan Türkiye” gerçeğini de eklersek; Türkiye’ye karşı “terörde sona yaklaşıyoruz” denebilir.
Son söz: “Diyalektik” yeniden kayarken, Amerika’nın Türkiye “düşkünü” olması bizim hayrımıza bir gelişme mi yoksa Türkiye “yeni yapı” içinde “Rusya-Hindistan-İran-Çin” bloğuna mı yaklaşmalı, çok ciddi tartışılması gereken bir konu. Bu tartışma içinde şimdiden söyleyebileceğimiz hemen görünen tek bir gerçek var; Türkiye için Avrupa projesine hala körü körüne bağlı kalmak ve gelişmelerden yararlanamamak en kötü seçenek. Türkiye’nin önünde “kendisine yaklaşmak zorunda olanları” kullanabileceği ve aynı anda kayan diyalektik içinde “satranç” oynayabileceği yeni bir dönem var. Umarım bu sefer başarabiliriz!
* Yiğit Bulut / Vatan