"Bir millet nasıl iğfal edildi!"

Tutukluluk süresi bir yılı dolduran Müyesser Yıldız’dan mektup var.

Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutukluluklarının 375. gününde tahliye edildiği saatlerde aynı davanın sanığı gazeteci Müyesser Yıldız’ın tutukluluğunun 366. gününde (kendi deyimiyle rehineliğinin 365+1. günü) yazdığı mektup henüz ulaşmıştı elime.
Bir buçuk ay kadar önce Togan Yayınları’ndan çıkan Horasan’dan Anadolu’ya Yol Hikayesi kitabımı okumuş, “bu kitabı herkese okutmalıyız” diyor.
Utandım...
“İşe bak” dedim kendi kendime; mevzu bahis mesleki dayanışma ise bizim ona güç, moral vermemiz, bizim onun “kısılan sesi”ni duyurmasına yardım etmemiz gerekirken o tutsak edildiği yerden sözüm ona özgür olan bizlerin emeğine sahip çıkmaya çalışıyor.
Övgüleri bana özel kalsın ama kitapla ilgili olarak yazdığı şu satırlar, -hele de tecrübeli bir gazetecinin kaleminden çıkıyorsa- amacına ulaştığına dair delil saydığımdan benim için çok anlamlı:
“Kafamda bazı şeyler de daha bir netleşti. Birilerinin neden ” Türk sorunu “ ve Türklük kompleksi olduğu, Dersim’in neden kaşındığı gibi... Ve milli bayramlara yeni format adı altında mesela Seymen Alayı’nın da yasaklanıp, yasaklanmayacağını merak etmeye başladım...”

***


Gelelim mektubun asıl muhataplarına dönük satırlarına...
Sözü “28 Şubat günahı çıkaranlara”:
“O süreçte nerde durduğumu bilen birkaç namuslu, vicdanlı meslektaşım yazdıkları mektupta, “Meclis’in duvarları olsa da konuşsa” diyor.
Tek bir örnek vereyim. Nazlı Hanım Merve Kavakçı’yı Genel Kurul’a nasıl getirdiğini vs. anlatıyor. Biliyor musun o saatlerin Nazlı Hanım ve RP’liler dışındaki tek tanığı benim. Kavakçı’yı Genel Kurul’a Nazlı Hanım getirmedi, ikisini de ben getirdim. Şimdilik bunu paylaşmakla yetiniyorum.
Üzüldüğüm “demokrasi” kahramanı Nazlı Hanım’ın bugün polis savcı iddianamesini Allah kelamı sayıp gözünü kırpmadan bizlere “terörist-darbeci” diyebilmesi, “gazetecilikten dolayı tutuklanmadığımızın” masalını anlatabilmesi. Acaba, nereden cesaret alırsa alsın, ne tür güvenceye sahip olursa olsun hangi iddianamede , suç unsurunun karşısına “gazetecilik” yazılabilir?
Mesela MİT savaşında Sayın Ilıcak, Emniyetin yanında yer aldı. Yarın öbür gün savaş alevlenirse Nazlı Hanım için, “Devlet kurumlarını yıpratma, kara propaganda yapmaktan” dava açılırsa?!.. Ondan sonra birileri çıkıp da, “Nazlı Hanım siz gazetecilik faaliyetinden, fikir suçundan değil kara propagandadan yargılanıyorsunuz” demez mi?

***


Bugün Merve Kavakçı gibi bir hadise yaşansa, kafamı kesseniz bir yardımım olmaz. Ya da o camiadakiler tövbe hâşa “Allah bir” dese inanmam!..
Yanlış anlamayın; beni içeri tıktıklarından değil kesinlikle. Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun Sızıntı kitabı var ya ondan. “Dindarlar” kendi milletinin arkasından bu kadar iş çevirir mi, çevirebilir mi Allah aşkına?!..
Bence o kitabın görünmez adı; “Bir millet nasıl iğfal edildi? “dir!”

***


“Ahmet ve Nedim” gibi o da salıverileli birkaç saat oldu. Elimde tutuklu bir gazeteciden gelen mektupla, televizyon ekranlarına yansıyan coşkuyu yan yana koyuyorum...
Elimde mektubunu tuttuğum Müyesser Yıldız’ın önceki gün mahkemeye sunduğu savunmayı okuyorum:
“İklim Ayfer Kaleli’nin işlediği öne sürülen suçlar ve onun için talep edilen ceza benden fazladır. O tutuksuz ben tutukluyum. Neden? 1 yıldır bunun cevabını arıyorum. O sarışın sen esmersin veya o uzun boylu sen kısa gibi bir cevap bile kabulümdür. Yeter ki bir cevap veriniz...”
Bir yerde bir terslik var.
“Ahmet ile Nedim” serbest ve fakat gazeteciliğin namusu hâlâ tutuklu.



BASINDAN SEÇMELER


“Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları” mutlu, ama...
Diğer meslektaşlarımız da tahliye edilmeli

Mahkeme Şık ve Şener’in tahliyesine ‘suç vasfının değişme ihtimali ve tutuklu kaldıkları süre’ gerekçesini verdi. Bir anlamı, istenen en yüksek cezayı alsalar da en fazla alacakları ceza kadarını zaten yattılar demektir. Bu hesap 12 Eylül adaletinin, ya da doğrusu 12 Eylül adaletsizliğinin temelidir, pek kötü bir şöhrete sahiptir. Suç vasfının değişmesinden kastın ne olduğu henüz tam açıklanmış değil. Belki de Mahkeme heyeti, Şık ve Şener’in hükümeti devirmek için karanlık odaklarla işbirliği yapmadığı sonucuna geç de olsa varmıştır, bilemiyoruz. Aynı davadan yargılanan Müyesser Yıldız ve Yalçın Küçük için demek ki bu koşullar henüz tutmuyor, mahkemeye göre. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın söylediğinin şu kısmı doğru:
Bazı listelerde yargılanan gazeteciler arasında sayılan ve gazetecilikle ilgili olmayan şekilde tecavüz ve soygun suçlamalarından yargılanan birer kişi var. Bu iki kişinin durumunu ortada silah, külah olmadan, örgüt yapılanması ortaya konulmadan, yalnızca yazıp, çizip, konuştukları ve temasta oldukları nedeniyle bu kadar kalem erbabına genelleştirmek doğru değil.
Gazeteci kimliği taşımış olmanın (tıpkı milletvekili, ya da bürokrat kimliği gibi) kimseye suç işleme, ya da yargılanmama ayrıcalığı vermemesi gereği doğru. ‘Yazdıklarından dolayı içeride kimse yok’ söylemini çok kullanmanın ona içeride ve dışarıda inandırıcılık getirdiğini sanmak ise doğru değil. Doğrusu, yazıp çizdiklerinden dolayı yargılananların, tutuksuz yargılanması gereğidir.
Murat Yetkin / Radikal




Dindar nesil tamamdır!

Milli Eğitim’deki 4+4+4 düzenlemesi, TBMM Milli Eğitim Komisyonundan geçti. AKP’li vekillerin oyuyla TBMM’den geçecek, Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulacak ve yasalaşacak. Ve böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geleceğine damga vuracak olan yeni nesil gençlik, yani başbakanın ifadesiyle dindar nesil de bu sistemle yetişecek.
Türkiye’de bugün toplumun önemli bir bölümü olan bitenlere duyarsız! Nasıl olmasın ki? Bir ülkede oy kullanma hakkına sahip kesimin yüzde 20’si yeşil kartlı, yani yönetenler tarafından hazırdan bakıldıktan sonra ve bir ülkede oy hakkına sahip kesimin yüzde 50’si iktidar ve muhalefete ideolojik ve de mideden bağlı olduktan sonra o ülkede yapılan seçimlerde sandıktan seçmenin temayülü çıkar mı?
Milli Eğitimde, 8+4’ü, üçe bölmekle ne kazanacağız.
Mesleğe yönelme söylemi vs. bunların hepsi fasa fiso... İlk dörtten sonra hangi mesleğe yönelme olur?
İlk dörtten sonra ancak yatılı kuran kurslarına ve İmam Hatiplere yönlendirme olur. Aslında yönlendirme de olmaz imkanı olmayan, ailesi fakir olan körpecik çocukları yatılı kuran kurslarına zoraki gönderme olur... Geçmişte olduğu gibi...
1800’lü yılların sonlarında ve 1900’lü yılların başında Anadolu’daki Amerikan kolejlerinin sayısı 50 civarında idi. Şehir merkezinde Ermeni, Rum mektepleri vardı... Bir de Trabzon Lisesinin eski binasında eğitim veren Trabzon Rüştiyesi... Bu okulun öğretmenleri de farklı farklı dinden ve millettendi... Trabzon’un merkez ve bazı ilçelerinde bir de ne vardı, bilir misiniz? Medreseler...
Osmanlının çöküşünün bir nedeni de bu eğitim sistemidir. Bir ülkenin milli bir eğitim sistemi olmadı mı, o ülke yıkılmaya, dağılmaya mahkumdur.
Türkiye’de eğitimin baş adı ‘Milli’dir ama için maalesef gayri milli!
Türkiye’deki din eksenli siyaset, eğitim sisteminden kaynaklanıyor! Politikacılar, din ticareti yapanlar ve dinden geçinenler sistemin devam etmesi için ellerinden geleni yapıyor.
Hükümetin Milli Eğitimde getirdiği bu yeni sistem, önümüzdeki süreçte Türkiye’de büyük sıkıntılara neden olacaktır.
Hasan Kurt / Kuzey Ekspres (Trabzon)




Umuyorum ki bu karar, ifade özgürlüğünde uçurumun ucuna gelen bir ülkenin, gerisin geriye dönmesidir.
Dünkü tahliye, asla bir son değil; çünkü daha içeride daha çok gazeteci var. Olsa olsa bir başlangıç.
Aslı Aydıntaşbaş / Milliyet




Hayat çalmak bu kadar kolay mı

Nedim Şener ,Ahmet Şık, Coşkun Musluk ve Sait Çakır’ın tahliyeleri büyük sürpriz oldu, gazetecilik camiasında sevinç yarattı... Tabii hemen akıllara şu soru geldi:
- Arkadaşlarımıza kaybolan 367 günlerini, çektikleri eziyeti, ailelerin üzüntüsünü, uğradıkları maddi manevi zararı kim ödeyecek? İnsanların hayatlarını çalmak bu kadar mı kolay bu ülkede? Tahliye haberini alınca umarız bunlar sadece Avrupa’nın gazını almaya yönelik değildir. Umarız adaletin ucu görünmüştür... Diyecektik ki, bundan sonraki ilk duruşmanın 3 ay sonraya atıldığını öğrendik... Unutmayalım hala 100’ün üzerinde gazeteci tutukludur... Gazeteciliğin vicdanındaki acılar sürmektedir...
Melih Aşık / Milliyet




“Post-modern diktatör”e mi uzatacaksınız elinizi!

Bu sıradan bir siyasi mücadele değil...
Öyle olsaydı, bir gün düzelmesini beklerdik... Ama bu bir karşıdevrim...

***


Kurtuluş Savaşı’ndan beter...
Çünkü düşman, kasabalarına, köylerine, sokaklarına, evlerine değil, saf duygularına girdi insanların...
Ve toplumun en az yarısı o istiladan yana... Misal, şu 4+4+4 ile kendi çocuklarını çağdaş laik cumhuriyeti yerle bir etmek isteyenlere asker verecek, farkında değil...

***


En büyük felaket ise...
Bir Mustafa Kemal’imiz yok bu sefer... Ne bir yürekli önder?..
Ne de bir kurtuluş örgütü?..
Çaresiz dönüp dolanıp CHP’ye bakıyoruz... Sonra koşarak gittiği dondurmacıyı kapalı bulan çocuklar gibi umutsuz, ağlamaklı, kırgın dönüyoruz gerisin geri...

***


Neydi mesela o: “Sayın Başbakan, elimi uzatıyorum...”
Kime?.. Bir gün önce “yalan makinesi”, bir gün sonra “postmodern diktatör” dediğiniz insana mı el uzatmak?..
Peki on yıldır hangi konuda elinize el verildi?..

***


Açık ve net söylemeli:
4+4+4 önce CHP’yi bitirir...
Çünkü onlar şeyhlerine verdikleri sözü tutuyorlar... Ama CHP Atatürk’e verdiği sözü tutamıyor...

***


Neyi beklersiniz?.. Yapamayacağınızı biliyoruz; milletvekilliklerinizi bırakıp “Sine-i millete dönün” demiyoruz zaten...
Komisyonlardan çekilin bari...
Başkanlık Divanı’ndan inin...
Parlamentodaki muhalefet partilerinin, sadece bir fotoğrafın tamamlayıcısı... Ya da oynanan demokrasi oyununun figüranları oldukları... Asla adam yerine konulmadıkları artık açık değil mi?..
“Anayasa Mahkemesi’ne gideceğiz” diyeceksiniz... Oysa Taksim’e gidin...
Tandoğan’a gidin... Kızılay’a... Konak’a... Alsancak’a... Sokağa...
Meydanlara gidin... CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bana söylemişti, hatırlatmalıyım: Çizmeler...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet




Dilerim utanıyorlardır

Mahkeme tahliye kararı verirken; suç vasfının değişme ihtimali göz önüne alınarak demiş..
Suç neydi ki vasfı değişsin!. Herkes biliyor ki; yargılanan gazetecilikti!..

***


İçerideki gazeteciler, gazetecilik faaliyetinden ötürü tutuklanırken, yargılanırken, dışarıdaki gazeteciler iyi bir sınav verdi mi? Hayır.. Bırakın destek vermeyi, bırakın dik duruşu, bırakın haykırışa bir nebze katkı yapmayı.. Oh olsun, iyi oldu diyenler de çıktı.. Gazeteciler, yazarlar içinden çıktı..
Dilerim utanıyorlardır..
Mehmet Tezkan / Milliyet




Oda TV davası kapsamında tutuklu yargılanan Nedim Şener, Ahmet Şık, Sait Çakır ve Coşkun Musluk, “suç vasfının değişme ihtimali” gerekçesiyle tahliye edildi. Sorum 375 gündür bu meslektaşlarımızı “darbecilikle” suçlayan sözde demokratlara:
Biraz olsun utanıyor musunuz?
Mustafa Mutlu / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları