Bir millet dekolte giyiyor!

Bir cümleyle özetlemek gerekirse;
Kaşınıyor yani millet!
Sen misin davetiye çıkaran; taciz de
kaçınılmaz oluyor haliyle!
Kiminin payına ‘taşlama’ düşüyor kiminin ‘haşlanma’...
Bir kaç müstakil vak’adan yola çıkacak değil ya koooca ilahiyat profesörü; Gazetecileri... Yazarları... Karikatüristleri... Akademisyenleri... Siyasetçileri... Askerleri aracılığıyla, “kin ve nefrete tahrik” edile edile “rayından çıktı” millet; ne utanma kaldı, ne sıkılma...
Baştan mırın kırın eder gibi oldu, yan çizecek gibi... “Ay nasıl olur bilmem kiii” diye “derin” düşüncelere daldı baştan... Bir müddet başını bidona -inanın dil sürçmesi- kuma gömdü; ama bir açıldı pir açıldı; sınır-mınır hak getire; toptan dekolteye büründü!
En mahremini açık etti göğsünü gere gere; açık verdi! Önce bedeniyle teşhir etti; sonra Türkiye’de “elim-ayağım” kabulünden yola çıkarsak; bir nevi ikinci beden işlevi gören ayrılmazı, arabasıyla!
Ve...
Işıltılı bir mücevherin göğüs çatalıyla buluşması gibi gibi tahrik etti; hele de geceyse, hele de fosfor varsa içinde Mustafa Kemal’in ismi!

***

Bir de günlerdir söylenip durmuyor musunuz; ‘kundaklama’ diye, ‘taşlı-sopalı eylem’ diye, ‘molotof’ diye... ‘Şehir eşkıyaları’ diye...
Lastiğinizi şişlediler; tınmadınız... Kaportanızı çizdiler; bana mısın demediniz... Camlarınızı kırdılar, taşladılar bir tenhada; ya daha fenası da başıma gelirse diye önleminizi almadınız... Eşsiz bir cüretle “göstermeye” devam ettiniz!
“O kafa” da ne yapsın? Yolunuzu kesmekte buldu çareyi... Baktı ki “gösteriyorsunuz”, “hem ticaret hem ziyaret olsun, hem göreyim hem de bir görüneyim” dedi; sabahın körü, gecenin yarısı demeden yakaladığı yerde çekti kenara, yetmedi dayandı kapınıza, aradı, taradı, “kontrol” etti oranızı buranızı; kesiverdi cezanızı...
Sorarım size gösterdiniz de neye yaradı; ödenecek makbuzlar biriktirmekten başka?..

***


Şimdi size yazarken hikaye gibi geliyor ya; oldu bütün bunlar, bu ülkede, bu şehirde, burada benim, senin, onun sokağımızda oldu... Şaka değil hiçbiri, benim, arkadaşımın, kapı komşumun, eski bir dostumun yaşadıkları...
Arabalarının aynalarına “maşallah” yerine “kalpaklı derin mavi bakışlı Atatürk portresi” asmaya başlayalıberi, camlarına, camlarından yansıyan hayatlarına Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasını basalıberi daha sık takılır oldu bir sürü arkadaşım trafik kontrolüne, daha sık rastlaşır oldu “müsamahasız” olanıyla “benim memurum”un... Daha sık “bir kazadır gelir” oldu, dişinden tırnağından arttırıp aldığını aracının başına...
Hak mıdır şimdi bunca eza, fikrinin en mahrem yerini gösterdi; yüreği dekolte giyindi diye bir millete! Oluşturulan yeni düzene, dayatılan yeni değer yargılarına göre “pek fena” olan bir davranışta bulundu, gitti “hayırsız”ın birine kaptırdı gönlünü, genç yaşında “mezara soktu aklını-fikrini” diye hak mıdır taciz?
İbret olsun diye “Sen ha Nutuk ha!...”, “Sen ha Cumhuriyet ha!..”, “Sen ha bölünmez bütünlük ha!..” diye diye teşhir edilirken “sakıncalı vatandaş” modeli;
“Atam’ın izinden yürüyeceğim sakıncası yoksa!..” diye rest çekti; velhasıl “hatır hatır kaşındı” diye hak mıdır tecavüz bir millete!..
“O kafa”ya göre “hak” sayılsa bile...
Çıkın bakın ibretlik bir direniş yayılıyor İstanbul’un caddelerinde; Ankara’da, İzmir’de, Ordu’da, Erzurum’da, Bursa’da... Pasif bir direniş... “Kollarını kaldır ve teslim ol” anonsuna karşı; başlarını kaldıranların sivil direnişi...
Çıkın bakın sokağa; her üç, her beş araçtan birinde fikrinin en mahrem yerini, “Mustafa Kemal’in imzasından okuduğu Cumhuriyet’in temel felsefesini” açmış, korkmadan tecavüzcüsünün gözüne gözüne sokan insanlar göreceksiniz; genç, yaşlı, kadın, kız...
Türkiye’de ilk defa; Bir holding patronun siyah camlı makam arabasıyla işçisinin ikinci el emektarının... Hani şu ülkemizde bir tane, iki tane, üç tane olan son model spor arabalarla, portakal kasası yüklü kamyonetin... Yerden hayli yüksek bir ciple, içine bir ailenin balık istifi sığışma çabasından yere değdi değecek halde ilerleyen, daha kredisi ödenmemiş otomobilin aynı çizgide buluştuğunu göreceksiniz...
Çok tahrik edici; hem de bulaşıcı bir “hastalık” gibi... Sanırım virüs ele geçirdi benim de bünyemi... Karşıma çıkan ilk kırtasiyeden en büyüğünden bir “imza” çıkartması almak ve hemen yarın sabah durağa yanaşan ilk metrobüsün camına yapıştırmak istiyorum. Devlet malına zarar vermekten yargılanır mıyım acaba!!!

+++

Gazete gazete dolaşacağına görevini yap

Zamanında “kasaptaki ete soğan doğramam” gibi tuhaf bir açıklama yapan paşa şimdi de “uykularım kaçıyor” ve “hepsi tertemizdir” gibi açıklamalarla gündeme oturdu.
Dün de yazdım. Bu paşanın yapacağı iki şey var; ya “darbe hazırlıkları vardı” diyecek ya da “hiçbir darbe hazırlığı yoktu.” Birinci şıkkı seçerse bu kez yine iki seçeneği var; ya “benim hiç haberim olmadı” diyecek ya da “vardı ve engelledim.” Tabii bu durumda kendisi de sorumlu. Bilmiyorduysa “görev ihmali” var, biliyorduysa da “görevi suiistimal” suçu işlemiş olacak. Ama paşa hiçbirini söylemiyor.
Buna karşın savcıların elinde tam 7 saatlik karşılıklı konuşmayla edinilmiş bir ifade var. Ancak o ifadenin akıbeti bilinmiyor. Darbe iddianamelerinde iki kişi arasındaki “akşama bize geliyor musun?” türündeki basit telefon konuşmalarının bile deşifreleri olduğu halde, dönemin en önemli isminin 7 saatlik ifadesi hiçbir yerde yok.
Bu garip değil mi?
O paşa “hangi sıfatla” ifade vermişti. Verdiği bilgiler iddianamede olmadığına göre hangi amaçla değerlendiriliyor.
Herhalde paşa gizli tanık da değil çünkü öyle olsa bu bilgilerin iddianamede
olması gerekir.
O halde o paşanın savcılara “ne yapmaları” gerektiğini anlattığı, kimi belge ve bilgiler verdiği, kimin üzerine ne şekilde yürünmesinin etkili olacağının şifrelerini verdiği gibi görüşler ağırlık kazanır.
Bu paşa gazete gazete dolaşıp “vicdan ağırlıklı” tavırlar takınacağına, kafa karıştıracağına artık ortaya çıkıp ne biliyorsa söylemelidir.
“Benim de ifadem alındı, gereği yapılır” türünden açıklamaların bir anlam taşımadığı, o 7 saatlik ifadenin hiçbir yerde geçmemesinden anlaşılmakta zaten.
Can Ataklı / Vatan

+++

‘Ricci’ye yaranacağım derken düştükleri hale bak

Biricik Ricciardone’miz odatv”ye, basın özgürlüğüne ve demokrasiye sahip çıktı(!), iktidara da “bu ne iş” diye bir güzel çaktı ya; şimdi can hıraş zat-ı şahanelerine layık olmaya çalışıyor köşe yazarının ‘sazan’ tipi ile Washington’a en göbekten bağlı olan tipi elele... “Aman bizi yanlış anlama gözümüzün nuru efendimiz” yaklaşımının sınırı yok. Adını yanlış telaffuz etme ihtimali bile karabasan oldu kimilerine... “Bendeniz, İtalya asıllı olduğunu varsayarak “Riçardoni” olarak telaffuz ediyorum. Ancak etrafta “Rikardone” ve “Rişardoni” diyenlerin sayısı da bir hayli kabarık. Bu kutuplaşma iyice tatsızlaşmadan, acaba sayın elçi isminin nasıl okunduğu konusunda bir bilgilendirme toplantısı düşünmez mi” demiş mesela Aslı Aydıntaşbaş dünkü yazısında... “Yuh artık” mı diyorsunuz;
yalan yok, ben de öyle diyorum valla...

+++

Paşa’nın deliksiz uykusu

Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, önceki gün Hürriyet’te “Uykularım kaçıyor” dedi.. Uykularının neden kaçtığını söylemedi.. Dün de Balyoz’dan yargılanan arkadaşları için gazetemize: “Benim gözümde hepsi tertemiz” diye konuştu, “Eğer bir hataları varsa yargı sürecinde belli olur”... Balyoz sanıklarının hatası var mı yok mu, bunu Hilmi Paşa’dan daha iyi kim bilebilir? Peki paşa acaba ne biliyor bu konuda... Hilmi Paşa 9 ve 11 Nisan 2009’da hem Star hem Milliyet’te:
- Balyoz darbe planıyla ilgili bilgi ve belge var mı? sorusuna kesin bir dille “Hayır” demişti.
Ancak yine de bu konularda söyleyeceği bir şeyler olduğu izlenimi veriyor.
Hilmi Özkök’ün Ergenekon davası nedeniyle ifadesi alındı. Ancak Balyoz iddialarıyla ilgili ifadesine başvurulmadı.
İlginçtir; bugüne dek zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın ifadesi de alınmadı.
İddianamede darbe girişimini Aytaç Yalman’ın önlediğine ilişkin satırlar var ama Yalman ya da bir başkasının bu konuda ifadesi yok...
Balyoz avukatlarından Celal Ülgen dün gazetelerde yer alan açıklamasında dedi ki:
- Biz Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın ifadesinin alınmasını istedik. Onların ifadesi sanki Çetin Doğan Paşa’nın aleyhine olacakmış gibi bir imaj var. Buna rağmen her iki komutanın ifade vermesini istiyoruz...
Koşullar hem Hilmi hem Aytaç Paşa’yı bu konuda konuşmaya zorluyor...
Melih Aşık / Milliyet

+++

“Terörist”e güvence veren Günay’ı da içeri tıkın

Kaç gündür PKK’lılar Adana’dan tutun da Hakkari’ye kadar çok geniş bir yurt parçasında terör estiriyorlar. İçişleri Bakanı Beşir Atalay gibi savcılar da bu rezaleti görmezden geliyorlar. Bu arada PKK’lılarla mücadele etmiş pek çok subay darbeci gösterilip içeri tıkılıyor. Bunlardan birisi de Eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına. Hatırlarsınız: Bundan hemen hemen 1 sene önce İbrahim Fırtına ve diğer kuvvet komutanları sorguya alındıklarında, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay; bir tavır takındı. 26 Şubat 2010’da Bloomberg HT kanalında konuşurken şöyle dedi:
’Sayın Fırtına hem akrabam, hem uzun yıllardır tanıdığım çok saygı değer devlet adamı. Elbette herkesin mevcut bir siyaset durumu ile ilgili tartışmaları, eleştirileri olabilir ama ben demokrasiye karşı bir girişimi olmadığını yıllardır bu yana sürdüğüm ilişkiden biliyorum. Benim siyasi görüşüm karşısında takındığı tavırdan biliyorum. O yüzden bu sorgulamanın sonucunda serbest kalacağını biliyordum ama bu kadar uzun sürmesi üzdü beni.’
Bakan Günay, Eski Hava Kuvvetleri Komutanı için ’Demokrasiye karşı bir girişimi olmadığını yıllardan beri süren ilişkilerimiz nedeniyle biliyorum.’diyor.
Ama şimdi o komutan, terör örgütü üyesi olmaktan tutuklandı. Ertuğrul Günay da onunla yıllardan bu yana ilişki içinde olduğunu itiraf ederek bir terör örgütü üyesi ile bağlantılı olduğunu söylüyor. Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz ve Balyozcu savcılar daha ne duruyorsunuz? Bakan Günay’ı de sorguya alıp hakkında güvence verdiği İbrahim Fırtına’nın yanına koyun...
Rıza Zelyut / Güneş

+++

HASAN CEMAL MISIR'DA

Mısırlı’nın verilmiş sadakası varmış...

Dünkü Milliyet’in birinci sayfasındaki “Hasan Cemal Mısır’da” anonsunu duyunca, şartlı refleks mi olmuş ne; “Eyvah” dedim ilk önce;
“Kendini devrimci sanan Mısırlı gençlik liderlerinin, “mısır patlatır gibi” bomba patlatması şu dakikadan sonra an meselesi...”
Sonradan toparladım; “Mısır patlayacağı kadar patladı; ortada zemini hazırlanacak darbe kalmadı!”
Düşünenize ya bir de Tahrir ayaklanmasının ilk günlerinde adım atsaydı Hasan Cemal bölgeye!
Ya bedenlerini, inançlarını, umutlarını “maşa” olduklarını dahi anlamadan Amerikan darbesine zemin yapan yığınları görüp kendi geçmişini hatırlasaydı, anıları depreşseydi, adrenalini, geri dönsün diye dürtükleseydi zihnini o günlere... Ya “teorisyenliği”ne soyunsaydı Mısır’daki provokatif girişimin de!.. Boşuna demiyorum;
Verilmiş sadakası varmış Mısırlı gencin; ucuz kurtuldu!

+++

“Dekolte” ile “tecavüz” arasında bağlantı kuran bu ilahiyatçının, “Dişi köpek kuyruk sallamazsa...” tarzı iğrenç yaklaşımlarda bulunan bir mahalle bıçkınından hiçbir farkı yoktur. İşin içinde “ilahiyat profesörü”unvanının bulunması, durumu sadece daha da ağırlaştırır.
Gerisi değişmez: Bayağılık bayağılıktır, magandalık magandalıktır.
Ahmet Hakan / Hürriyet

+++

Mecliste kendi yasası görüşülürken, siyasi iktidarın hoşlanmadığı kurumlara yüklenmek, bir Anayasa Mahkemesi Başkanını yüceltmiyor. O artık siyasi bir kimlik, ona güven duymak için vakit artık çok geç.
Yalçın Doğan / Hürriyet

+++

Benim de evim basılır mı

Gazeteci Soner Yalçın’ın göz altına alınmasıyla ilgili resmi açıklamayı Sabah’ta okudum.
“Ergenekon terör örgütünün amaçlarına uygun yayın yapmak, ilişki kurduğu gazetecileri ve medya kuruluşlarını Ergenekon Terör Örgütü ile ilgili yönlendirmek..”
Ergenekon diye bir terör örgütü var mı?. Varlığı belgelendi mi?. Bu örgüt hakkında alınmış tek mahkumiyet kararı var mı? Tam tersine Yargıtay’ın “Ergenekon olduğu iddia edilen örgüt” diye uyarısı yok mu?.
Özgür, bağımsız ve demokrat Türkiye’de, hukukun temel ilkesi Masumiyet Karinesi geçerli değil mi?.
Şimdi İstanbul Cumhuriyet Başsavcısına soruyorum.
Bitmemiş davanın sanıklarını, şimdiden mahkûm eden bu resmi açıklamayı nasıl karşıladınız?.
Devam eden dava hakkında, “Bitmiş” gibi yazılar yazmak, yorumlar yapmak, Ceza Muhakemeleri ilke ve yasalarına uygun mudur?. Mahkemeye baskı yapmaz mı?.
Bu yazıyı yazdım diye yarın da benim evim basılır mı?.
Hıncal Uluç / Sabah

Yazarın Diğer Yazıları