Bir 'Mayıs Sıkıntısı'
Nuri Bilge Ceylan’ın filmindeki gibi geçmişini kovalayan insanlar vardı Taksim’de. ‘Kanlı 1 Mayıs’ diye başlıyordu hikayeleri. O gün beş aile eklendi aralarına; tarihe ‘kansız’ not düşebilmek için bayram gününü, hikayelerini çaldılar
“Kimse bize baharın sıkıntı verdiğini söylememişti. Öyle kolay bir alışkanlıktı ki baharla yaşama sevincini, umudu bir tutuvermek...” diye başlıyordu Nuri Bilge Ceylan’ın klasikleri arasına giren Mayıs Sıkıntısı’nın tanıtımı...
Ve devam ediyordu: “... ne çok şeyi hazır kalıplar içinde düşünüp, başka şeylerle özdeşleştirerek çabucak kabul ediveriyorduk!”
Önceki gün Taksim Meydanı’nı izlerken bunu düşündüm. Sonra dün gazetelere bakınca aynı cümle bir kere daha geldi dilimin ucuna... Yazmadan edemedim.
33 yıl beklenen “Kansız 1 Mayıs” kalıbı öyle büyük bir coşkuyla benimsenmişti ki, aslında 1977’de atılan “o ilk kurşun”un sesini hiç de aratmayan “başka kurşunlar”ı duyurmayacak “kulak tıkacı” işlevine bürünmüştü memleketim medyası.
Bir ülkenin beş evladını şehit verdiği gün; pekala “bayram”, “şenlik” manşetleri atabilmişlerdi gazetelerine...
Oysa yıllardır aradıkları “o katil” di Tunceli’deki de, Hakkari’deki de...
Taksim’i bu denli “özel” kılan, tıpkı Mayıs Sıkıntısı’ndaki gibi “Yıllar sonra ailesinin izini süren insanların hikayesi”ydi şüphesiz...
33 yıl önceki Kanlı 1 Mayıs manşetleriydi onların hikayelerinin ilk satırı.
Ya iki gündür verdiğimiz şehitlerin geride kalanları...
Hakkımız var mıydı, onları hikayelerinin ilk satırından mahrum bırakmaya...
Bir gün kayıplarının izini sürmek için
arşive dönecek çocuklara “Kansız 1 Mayıs” manşeti bırakmaya var mıydı hakkımız!
Gazeteye bu isyanla gelip ’Kanlı 1 Mayıs’ manşetini görünce gözlerim doldu...
Gerisi mi?
Gerisi herkesin baktığı yerden gördüğü başka başka 1 Mayıs’lar, kanlı-kansız, coşkulu-ruhsuz, umutlu-umutsuz:
33 yıl sonra yapılan ilk yasaksız Taksim buluşmasında beklenenin üzerinde bir kalabalık vardı ama 33 yıl öncesinin aksine coşku yoktu...
İnsanların gözlerinden umutsuzluk, çaresizlik ve yorgunluk akıyordu.
* Mustafa Mutlu / Vatan
* * *
Evet 32 yılda çok şey değişti... İşçinin sesi eskisi kadar gür çıkmıyor. Sendikalar eskisi gibi güçlü değil. İşçiler patronlara değil işsizliğe karşı mücadele veriyor... Koşullar 1977’ye benzemiyor... Ama yine de... İşçiler yıllar süren inatçı mücadeleleri sonucu 1 Mayıs’ı Taksim’de kutladılar ya... İlle de Taksim diye diye cop yiye yiye 32 yıldır yürüdükleri yoldan Taksim’e vardılar ya... Bu bir zaferdir.
* Melih Aşık / Milliyet
* * *
Artık sosyalist değilim.
Ne fark eder?
Önemli olan orada olmak, farklılığa karışmak, kendi fikrinle, kendi duruşunla, kendi itirazınla, kendi dönmüşlüğünle, dönüştürmüşlüğünle orada olmak.
Yani itiraz eden kalabalığa karışmak.
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet
* * *
Neyi gördük biliyor musunuz en önemlisi?
Türkiye’de en büyük provokatörün devleti yönetenler veya yönettiğini zannedenler olduğunu. Bazen resmen, bazen karanlık bir şekilde. 32 yıldır provokasyon
korkusuyla kutlatılmayan 1 Mayıs’ın 33 yıl önce provoke edildiğini unutmadık hiç.
Bu “karanlık provokasyondu”. Ama sonrasında verilmeyen izinler de bir tür provokasyon değil miydi!
* Fatih Altaylı / Habertürk
* * *
Türkiye başını önüne eğmeli ve utanmalıdır; çünkü operasyon çok başarılı olmuştur. Taksim’in 1 Mayıs’a yasaklanması bu depolitizasyon hareketinin kilit taşıydı. Şimdi bu kilit taşı çekilmiş ve komplocu sistem çökertilmiştir.
* Kadri Gürsel / Milliyet
++++++
‘Sayın Başbakan’a Tayyip dediğim günler’
Bugünlerde “27 Nisan’da kim ne yazmıştı?” diye haber yapmak moda ya...
Ben de modaya uydum. Ve Hasan Cemal’in 27 Nisan’da ne yazdığına baktım.
Yalnız ben “e-muhtıra”nın verildiği 27 Nisan 2009’a değil, ondan birkaç yıl önceki 27 Nisan’a baktım. Yani 27 Nisan 2002 tarihine...
27 Nisan 2002... Hasan Cemal diyor ki:
“Türkiye iyi yönetilseydi, siyasette Tayyip’ler, radikal uçlar güçlenmezdi.”
27 Nisan 2002... Hasan Cemal diyor ki:
“Türkiye’de sorun kimilerinin sandığı gibi asker sorunu değildir.”
27 Nisan 2002... Hasan Cemal diyor ki:
“Siyaset kurumu tıkır tıkır işliyor olsaydı, asker kışlasından çıkmaz ya da bazen sesini yükseltme ihtiyacını hissetmezdi.”
27 Nisan 2002... Hasan Cemal diyor ki:
“Asker bir yanda, irtica bir yanda... Bu ikisini aynı kaba koymayı ’demokrasi havariliği’ sanmak tam bir yanılgıdır. Askere haksızlıktır!”
Hasan Cemal, “özeleştirisini verme becerisi”ni kanıtlamış bir yazardır.
Mesela... 12 Mart döneminin özeleştirisini verdi... “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” adlı kitabıyla...
Mesela... Cumhuriyet gazetesi döneminin özeleştirisini verdi...
“Biz Cumhuriyet’i Çok Sevmiştik” adlı kitabıyla...
Sanırım şimdi sıra yeni bir özeleştiride... Eğer 2000’lerin özeleştirisini de yazarsa...
“Kitap ismi” olarak benim iki önerim var:
“Ezan Sesiyle Uyanmak” ya da “Sayın Başbakan’a Tayyip dediğim günler”...
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
İşçi ve Emekçi Bayramın’da bazı evlere kötü haber çabuk ulaştı. İçlerindeki sevinç yerini şehit yakını olmanın yasına terketti. Vatanını, Bayrağını seven herkes aynı üzüntüye büründü. PKK ağızlı Soroscuları da unutmadık. Dileriz bir gün mekanları inanmadıkları cehennem olur!
* Burhan Ayeri / Akşam
++++++
Sıra karanlığa ışık tutmaya geldi
Saraçhane tarafına kulak kabarttığınızda 1950 Mayıs’ının sıcak bir gününde İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ın Cumhurreisi İsmet İnönü’ye eliyle meydandaki kalabalığı gösterip “Paşam işte İstanbul” diye haykırışını duyar gibi olursunuz. Sonra 1 Mayıs 1977’de DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşması biter bitmez başlayan yaylım ateşinde ve onun yol açtığı panikte can verenlerin kanlarını görürsünüz meydanın her yerinde.... Hep bir ağızdan size sorarlar: “Biz niye öldük?” O katliamdan 33 gün sonra, 3 Haziran 1977’de dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in demokrasi tarihimizin en görkemli mitingini Taksim’de yaptığını anımsarsınız. Başbakan Süleyman Demirel’in, “Taksim’e gitmeyin, ihbar aldım, size suikast yapacaklar” uyarısına rağmen otobüsün üstünde dimdik meydana ilerleyen Karaoğlan ve onu izleyen yarım milyonu aşkın İstanbullu geçer gözlerinizin önünden. Ve derin düşüncelere dalarsınız: 1 Mayıs 1977 katliamı ile düğmesine basılan ve Ecevit’e suikast ile zirveye çıkarılması amaçlanan kaos ortamının ardında kim/kimler vardı? Taksim Meydanı bütün bu soruların sarmaladığı ölüm sessizliğinden 32 yıl sonra dün uyandı. Coşkuyla. Şenlikle. Bayramla. Sıra karanlığa ışık tutulmasına geldi.
* Erdal Şafak / Sabah
++++++
İşçiler 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamayı yıllar süren ısrar ve direnişle kazandılar. Ama başta eski solcu yeni liberaller olmak üzere Tekel direnişini yok sayan iktidar yandaşları bunu da AKP’nin bir “lütfu” gibi gösterdiler. Çünkü yakında referandum ve / veya seçim var. İşçiye “Taksim’i de verdik, hadi bize oy” diyecekler.
* Çelebi Efendi / Odatv.com
++++++
‘Ergenekon oyunu’ bahanesi bitti
AKP iktidarı 1 Mayıs’ı sahiplenmek için çok çaba harcadı. Kendisini “yasak kaldıran parti” gibi göstermek istedi.
Ancak dün miting alanını ve mitinge giden yolları karış karış gezdim.
O coşkulu kitlelerin asla böyle düşünmediği ortadaydı.
Nitekim önceleri miting alanına gelmeyi planlayan bazı AKP’liler ve bazı bakanlar dün yoktular. Büyük bir olasılıkla sabahın erken saatlerinden itibaren toplanmaya başlayan halkın tepkisini ölçmüşlerdi.
AKP dünkü 1 Mayıs mitingini iyi değerlendirmek ve düşünmek zorundadır.
Çünkü dün AKP iktidarı için bir kırılma noktası olabilir.
Dünkü 1 Mayıs bir Cumhuriyet mitingi değildi. Başta işçiler olmak üzere toplumun enerji biriktiren ve bunu açığa çıkaramayan bütün kesimlerini kapsayan dev bir gösteriydi.
İktidar ve zihniyeti ne alanlarda ne yollarda hiç yoktu.
Tam tersine birbiri ile asla anlaşamayacak olan kitleler, iktidara yönelik ortak bir tepki içinde omuz omuzaydı.
Cumhuriyet mitinglerini “Ergenekon oyunu” olarak lanse etmek isteyenlerin dünkü gösteriler için hiçbir bahaneleri olamaz.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
TRT’nin müsamere kanalları
1- EL-TÜRKİYE kanalı: Arap kadınları Türkiye’deki modern sosyal yaşamı özlerler. Onlar uçakla Türkiye’ye gelirken çarşafları atıp modern kıyafetlere girerler. Arapların sevecekleri, Türkiye ile ilgili turistik tesisler, AVM’ler, varsa onlara hitap edecek diziler ve haberlerdir.
2- TRT-HABER- TRT2 kanalı: TRT-Haber kanalı kurulurken, TV koordinatörü, “Biz BBC ve CNN’den daha iyi haber kanalı olacağız” demiş, biz de sevinmiştik. Oysa tatbikattan şoke olduk. Bu kanalda saat başı haberler kaldırılmış, 21.30 ana haber bülteni masalı uydurulmuş, hiç spikerlik tecrübesi olmayan magazin spikerleri haber spikeri olmuş, dahası yandaş basının yazarları, uzun haber programlarını işgal etmişlerdir.
3- TRT Müzik- TRT4’teki klasik TSM ve halk müziği programları iptal edilmiş, Tepebaşı stüdyosunda, eskimiş arabesk hep aynı yandaş sanatçıları korumak için müzik kanalı kurulmuştur. Ankara’daki görkemli Orkun Stüdyoları kapatılmıştır. Sanatçılar da savrulmuştur. TSM saygın bir müzik olup Yunan, Ermeni, Amerikalı, Avrupalı, Iraklı ve Mısırlı dinleyicileri vardır. Türk halkı kendi öz müziğini istemektedir.
4- TURİZM-BELGESEL kanalı ise köhne İzmir stüdyolarına terk edilmiş, TRT’nin tozlu arşivlerini yayınlamaktadır.
5- TRT-TÜRK- Bu kanalın sebebi bizce, yandaşlara yurtdışında kadrolar açmak olarak gözükmektedir.
6- TRT-AVAZ tamamıyla işlevsizdir.
7- TRT Spor Kanalı- Bu kanal 25 yıl önce kurulmasına rağmen gelişememiştir.
Lafla atılım yapılmaz. Elektrik faturalarından kesilen paralar savrulmaktadır. Maksat, çok sayıda kanal değil, kaliteli, gerçek yayın politikasına dönülmesidir.
* (Aslan Özmen) Yalçın Bayer / Hürriyet
++++++
Her yanından su alan gemi!
“Emperyalizm yanlısı siyasal iktidar ekonomimizi, bunun kaçınılmaz sonucu olarak da savunmamızdan eğitimimize ve hatta ete kadar her şeyimizi dışa bağımlı kıldı.Cumhuriyet tarihimizin en ağır bunalımını yaşadığımız yadsınamaz bir gerçektir. Sorunlarımız her geçen gün azalacağına çoğalmakta, küçüleceğine büyümekte ve karmaşıklaşmaktadır. Türkiye kayalara bindirmiş her yanından su alan bir gemi görünümündedir. Her yanından su alıyor da olsa gemiyi yüzdürmek, Türkiye’yi bunalımdan esenliğe çıkarmak zorundayız. Gemiyi yüzdüreceğiz, ama nasıl? Herhalde bugüne dek izleyegeldiğimiz yöntemlerle değil, çıkmaz sokakları arşınlayarak değil! Yangın üzerine körükle gidilerek nasıl söndürülemezse, sömürü ve baskıdan kaynaklanan tepkiler de sömürü ve baskı daha da arttırılarak yok edilemez.” İlk tümcesindeki “ve hatta ete kadar” saptaması dışındaki görüşler TBMM Tutanak Dergisi’nin 20 Aralık 1979 tarihli 5. dönem 13. cildinden, bir grup CHP milletvekilinin verdiği genel görüşme önergesinden alınmıştır. Altında dünyanın en büyük siyasi döneklerinden Ertuğrul Günay’ın da imzası vardır!
* Deniz Som / Cumhuriyet
++++++
MİNİ YORUM
Dahi mi olmalı
Taraf’ın sürmanşetiydi, meğer 5 şehidi Şamil Tayyar’ın kaos planına kulak kabartılmadığı için vermişiz... Tayyar söylemiş saldırı olacağını. Açın bakın arşive, biz her bahar cenaze kaldırırız. Hava ısınınca inlerinden çıkmaya başlar caniler... Ne dahi olmaya, ne Tayyar olmaya lüzum yok anlayacağınız... Böyle bir acı üzerinden prim hesabı yapacak kadar insanlıktan çıkmaya da...