Bir ‘mağlûplar kabristanı’...
Altı Osmanlı asrının en trajik mağlûpları burada ebedî istirahat halindeler yüzyıllardır. Derin bir sükûtun içinde; ebedîyete intikâl etmişler. Kimler yok ki? Fatih’in sevgili oğlu, kıymetli şehzadesi Mustafa ve Cem Sultan, iki güzel mağlûp olarak burada yan yana yatıyorlar.
1474’de Niğde civarında hayata vedâ eden Şehzade Mustafa, böbreklerinden rahatsızdı. Tarihler bir de gönül rahatsızlığından bahsediyorlardı Şehzade Mustafa’nın. Fatih’in kudretli ve münevver Sadrazâmı Mahmut Paşa’nın genç ve güzel karısına âşıktı Şehzade Mustafa. Bu aşk Mahmut Paşayı intikam hislerine sürüklemişti ve tarihçilerin bir kısmı Şehzade Mustafa’nın bu intikamın kurbanı olduğu, Paşa tarafından yavaş yavaş zehirletilerek öldürüldüğünü yazdılar. Bu rivâyet ve tezvirât yüzünden Fatih’in gazâbına uğramış, canından olmuştu Mahmut Paşa, Yedikule zindanlarında başını vermişti cellâda.
Şehzade Mustafa ve Mahmut Paşa artık âhiretde hesaplaşacak olan iki mağlûp olarak mahşer gününü beklemede, birisi ‘mağlûplar kabristanı’nda diğeri İstanbul’da kendi ismiyle anılan türbesinde.
Şehzade Mustafa’yla beraber aynı türbenin içinde Cem Sultan... Şair Cem Sultan.. Alim Cem Sultan.. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca bilen bir mustarib, bir mağlûp. Yalnız kendisi değil, Amasya’daki şehzadeliğinde başlayan dostlukları, Karaman, Konya, Mısır, Rodos, Fransa, İtalya ve daha pek çok gurbet elinde devam eden muhibbânı da aynı mağlûplar kervanına katılmışlar. Sadi, Haydar Çelebi, Kandî, Tûrabi, Sehâyî ve Lâ’li gibi şairlerden oluşan ‘yâr-ı sâdıkları’yle berâber mağlubiyet kaderine ilticâ etmişler. Daha sonraki biyografi yazarları ‘Cem Şairleri’ demişler onlara... Nihayetinde, katil Papa VI. Alessandro Borgia’nın zalim ellerinde can veren Cem Sultan... Burada kardeşi Mustafa ile aynı kaderi paylaşıyor, mağlûp olma kaderini.. ve Cem Sultan hâlâ romancısını bekliyor...
Üçüncü kardeşleri Oğuz da tahta kavgası ile cellâtların boynuna geçirdikleri ipe teslim olmak gibi bir son ile ağabeylerinin kaderine ortak olmuş, o da “mağlûplar kervanı”nda saf tutmuş. Hemen yanlarındaki başka bir türbede ise yeğenleri ve, ağabeyleri II. Bayezıd’ın oğlu Ahmet yatmakta...
Bu ‘mağlûplar kervanı’nın misafir etdiği son mağlûp, Şehzade Mustafa. Kanuni’nin sevgili oğlu Şehzade Mustafa...
Yıl 1553’tür. Şehzade Mustafa 38 yaşındadır ve ertesi yıl kendisi gibi boynuna yağlı kemend geçirilecek olan Mehmet adında da bir oğlu vardır. Hürrem Haseki Sultan, Rüstem Paşa ve Mihrimah Sultan’ın entrikalarına mağlûp olan Şehzade Mustafa, yedi tane dilsiz celladın attığı kementlerle boğularak canını teslim eder... O güne ‘mekr-i Rüstem’ denir; Rüstem’in hilesi...
Ölümün belki de en hüzünlü yüzü burada görülür, ‘mağlûplar kabristanı’nda... “Uhrevî sükûnetin ve uhrevî rahatın ne olduğunu bilmek isteyenler”i davet etdiği yer burasıdır Yakub Kadri’nin... “Ey kararsız gönül! Dakikalara dur diyebileceğimiz yer burası” dediği yer...
Bu mekânın girişindeki kısacık Arnavut kaldırımlı yol, kısacık olduğu kadar da yüzyılların tüm izlerini ve yükünü taşıyor gibidir... Bu yolun bu kadar kısa olması, ihtimaldir ki, tesadüflere bağlı değildir. Bu yol kısacık olmalıdır, çünkü, burada yatan mağlûp güzellerin hayatları da kısa ve dramatiktir. Onların hiçbir suçları yoktur. ‘Bir suçlu var ise o da...’ diye durup düşünür bu satırların yazarı ve durup düşünmekten ve suçluyu teşhis etmekten geri adım atar bu demde... Bu, yazıcının üzerine vazife değildir. Sınırları zorladığının farkına varır ve sükût eder...
Bu mağlûplar kabristanının adı, Muradiye’dir, Hüdavendigâr Livası’nın ziyaretçilerini bekleyen Muradiyesi...
Yolunuz Hüdavendigâr Livası’na düşer ise biliniz ki ey okuyucular; bu mağlûplar kabristanı ve içinde yatan mağlûplar, ziyâretinizi beklemektedir...