Bir itiraz ve seçimin tek kazananının PKK olması
Belki kazansaydınız böyle söylemeyecektiniz, yahut AKP kaybetseydi sesiniz çıkmayacaktı, diyenler olabilir.
Olsun, biz yine de fikrimizi beyan edelim.
İl genel meclisi üyeliklerine değil de, belediye başkanlığı seçimlerine itirazım var. İtirazımız, koltuğa oturan kişilerin yönettikleri şehri temsil etmiyor olmalarındandır. Yâni, ortada apaçık bir adaletsizlik var. Meselâ Ankara’da sayın Gökçek halkın yüzde 38’ini temsil ediyor, aldığı oy bu. Ankaralıların yüzde 62’si Gökçek’e hayır demiş ama, bir beş yıl daha Gökçek’le yaşamaya mahkûm edilmişler. Durum İstanbul için de farklı değil. İstanbul halkının yüzde 56’sı sayın Topbaş’ı istemiyor, gelin görün ki Topbaş yüzde 44’le İstanbul’un belediye başkanı. Örnekleri Adana dahil bütün iller için dillendirebiliriz.
Peki, bunun çâresi ne?
Bunun çaresi seçim sistemini değiştirmek ve dar bölge iki turlu bir uygulamaya geçmek. O zaman Ankara’nın yüzde 38 alan Gökçek ve İstanbul’un yüzde 44 alan Topbaş’la devam edip etmeyeceği daha kesin ortaya çıkmaz mı? Dememiz şu, bir belediye başkanı ilk turda yüzde 50’yi bulamıyor, hatta aşamıyorsa, en yakın rakibi ile yeni bir yarışa daha girmelidir. Böylece, meselâ Ankara’da kendini yüzde 62 gibi bir çoğunluğun içinde hisseden ve bu çoğunluğa rağmen “kaybetmişler” içinde yer alan kesim, ikinci turda kaybetse bile, eh ne yapayım der ve en azından yüzde 49’un arasında yer aldığı için söyleyecek sözü olmaz.
Aynı durum İstanbul ve diğer iller için de geçerlidir.
Mahalli seçimlerde dar bölge iki turlu sisteme geçildiğinde, sistem, yalnızca şehri yönetecek belediye başkanının seçiminde âdaleti sağlamakla kalmaz, bunun domino etkisi genel seçimleri de tetikleyebilir. Öyle ya, iki turlu seçimle Ankara ve İstanbul’da iktidar partisinin kaybettiğini düşününüz, buna diğer büyük şehirlerde kaybettiği belediye başkanlıklarını da ekleyiniz, böyle bir tablo karşısında hangi iktidar, ben süremi tamamlamadan şuradan şuraya adım atmam arkadaş diyebilir?
29 Mart 2009 belediye başkanlığı seçimlerine bu şerhimizi düştükten sonra, sonuçlar hakkında genel bir değerlendirme yapabiliriz.
Aslında sandıklar açılıp ilk sonuçlar geldiği andan bugüne kadar yapılan yorumlar ve yazılan yazılarda söylenmedik pek fazla bir şey kalmadı.
Bu satırların yazarı açısından ise bu seçimin tek kazananı maalesef Türkiye içersinde PKK, sınırlarımız dışında ise Barzani’nin Güney Kürdistan’ı ve Barzani’ye orada o yapılanmayı kurdurtanlarla, PKK’yı bugünlere taşıyanlar, Türkiye’ye, PKK ile masaya oturun, diyenlerdir.
AKP, iktidar olmanın bütün imkânlarından faydalanarak bölgeye abanmış, TRT’den Kürtçe yayın gibi, pek çok siyasi tavizler vermiş ve seçim sonrası iş, aş ve yatırım yağmuru vaadinde bulunmuş olmasına rağmen, DTP’nin etkilediği bir bölge, Ankara’ya değil, Irak’ın kuzeyindeki gelişmelere kulak vermiş, merkezî otoriteye dirsek çevirmiştir. Bu tablo çok çetin, çok tehlikeli, şok gelişmelere gebe bir tablodur.
Türkiye adım adım parçalanmaya doğru gitmektedir. Ülkenin, siyasetin, devlet ve milletin önünde böylesine acı ve âcil bir gerçek varken bir partinin Türkiye’nin diğer taraflarında şu kadar oy alması, bir başkasının İstanbul’da Topbaş’a yaklaşması, inanınız pek fazla bir anlam ifade etmemektedir. Özetle, 29 Mart 2009 mahalli seçim sonuçları Türkiye’yi gergin ve tehlikeli günlerin beklediğini apaçık ortaya koymuştur.
İktidarı, muhalefeti, devlet kurumları ve halkıyla radikal kararlar alıp sürat ve kararlılıkla uygulama kaçınılmazdır.
“Dost” ve “müttefiklerin” sesine kulak vere vere ve Batı’nın çizdiği rotada yol ala ala gelinen nokta işte böyle Türk-Kürt kardeşliğinin dinamitlenmesi ve ülkenin bölünmez bütünlüğü ile devletin tekliğinin tehlikeye atılması olmuştur.