Bir intiharın ardından
Haber değerlendirme kişilere göre değişebilir. Benim için haftaya damgasını vuran haber Körfez geçiş projesindeki Japon mühendisin intiharıydı. Halat kopmasından kendisini sorumlu tutan Kishi Ryoichi’nin heykeli dikilmeli. Köprüye adı verilemese de büyük viyadüklerin birinde adı yaşatılmalı. Dahası ilkokuldan üniversitelere kadar tüm okullarda ders olarak okutulmalı. “Onur intiharı” dünyanı en gelişmiş teknolojisine sahip olan Japonya’nın gelişimindeki en önemli etkenlerden biridir. Bu intihar Japonya’da sıradan bir haberdir. Mühendis Kishi yapması gerekeni yerine getirmiş ve ruhunu rahatlatmıştır. Sonuçta mühendis Ryoichi yabancı bir ülkede ihaleyi alan ya da inşaatta çalışan bir personel. Kopan halatın maliyeti ve iş kaybı kendi ülkesini maddi olarak etkilemiyor. Kopma anında bir can kaybı söz konusu olmadığı için vicdan azabı da söz konusu değil. Japoya’nın da kendisininde kaybı yok. Parasını almaya devam ederek görevini sürdürmesi içten bile değil. Bir Alman, bir Amerikalı hatta Türk mühendis bu durumda görevini yapmaya devam ettiği gibi kopan halatın sorumluluğunu bir başkasına çıkarmak için çabalar. Sorumlunun Japon, Hintli, Alman olması önemli değildir. Proje tamamlanıp parayı cebine koyan en fazla önünde fotoğraf çektirip anı defterinde bir sayfa açar. Öz geçmişi ve iş kariyerinde referans olarak gösterir. Lakin Japon öyle değil. Her şeyden önce iş ahlakına ve milli düşünceye sahip. Bana göre milliyetçiliğin, yurtseverliğin en önemli ölçüsü de budur. Atatürk yıllar önce “Vatanını en çok seven işini en iyi yapandır” ilkesini bu yüzden hatırlatmıştır necip milletimize.
Uzatmayalım. Türkiyemizin iş kafalarında maşallahı var. Birinciliği başka milletlere kaptırmıyoruz. Son Soma ve Ermenek maden facilarında iş yeri sahipleri ve sorumlu mühendislerin mahkemede verdiği ifadeleri okuyan var mı? Her biri milyonlarca dolar eden ünlü rezidans inşaatlarında kopan asansörde ölen işçiler de unutulup gitti. Asansör firması ile iş yeri sahipleri birbirlerini suçlarken olan gariban işçiye oldu ve öldüler... Üşenmedim araştırdım. Maden ve inşaat facialarındaki sorumlular ifadelerinde hep bir birlerini suçlamış. İşin daha vahimi hapishanede ve dışarıda vicdanen rahatsız olmadıkları da gözlemlenmiş. Kapanan madenlerden ayrılanlar aynı koşullarda bir başka maden de iş başı yapmış. İnşaatlar için de aynısı geçerli.
Daha fazla canlarınızı sıkmadan gündeme, Melih Gökçek-Bülent Arınç tartışmasına göz atalım. Her şeyden önce Arınç ile Gökçek’i aynı kefeye koyamayacağımızı belirtmem gerekli. Arınç, AKP içerisinde akçeli işlerle alakası olmayan çok az isimden biridir. Gökçek ise başkentimizin başına karabasan gibi çökmüş, neresinden tutulsa tel tel dökülür. AKP’yi kuran dörtlü saç ayağından Abdullatif Şener çoktan ayrılıp vebalden kurtuldu. Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı makamına kadar çıksa da bir gözü halen orada. Arınç ise “torunlarıma vakit ayıracağını” yıllar önce söyledi. “İki ay sonra yokum” diyor zaten. Tayyip Erdoğan yalnız kaldı... Melih Gökçek’in derdi üç bacaktan birinin yerine geçmek. Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki dava dosyalarının önemli bölümünü halleden Gökçek’i Arınç iyi tanır. Son 2 seçimde adaylığına karşı çıktığını da herkes bilir. Ahmet Davutoğlu konuyu halının altına süpürmeye çalışsa da kokusu çıktı. Arınç 8 Haziran’dan itibaren bu işin peşini bırakmaz. AKP’deki tepe taklak gidişin farkına varanların birisi de Abdulkadir Selvi. “Testi çatlamıştır, su sızıyor artık dönüşü yok, su tutmaz” diye de özetledi.