Bir ihtimal daha var, o da;
Danışıklı dövüş mü dersin?
Başbakan’ın medyayı hedef almasına, eleştirilerin odağındaki gazete dışında bütün basın organları tepki gösterdi. Yalanlanan manşeti atan Erdal Şafak ise anlaşılmaz biçimde hiçbirşey olmamış gibi davranıyor
Tayyip Erdoğan Londra’ya giderken havaalanında yaptığı basın toplantısında yine medyaya esti gürledi. Bu sefer hedefindeki gazete “aileden”di. Erdoğan damadının yönettiği medya grubundan çıkan “Bakanlardan istifa jesti” manşetini ağır bir dille eleştirerek, gazetecilik dersi vermeye kalkıştı. Olay ertesi günü tüm gazetelerin birinci sayfasında geniş yer buldu. Biri hariç.
Kameralar yoluyla tabiri caizse kulağı çekilen gazete ne yaptı dersiniz?
Hiç!
Sabah dün günah çıkarırcasına yandaş medya organlarıyla ortak bir manşetle çıktı.
Genel Yayın Yönetmenliği görevine getirildiğinde meslektaşları tarafından ‘tavır’ sahibi olarak tanıtılan Erdal Şafak ne yazdı?
G-20 zirvesini...
Attığı manşetin arkasında duran, gazetesinin yalan haber yapmayacağını ilan eden o tavır nerede peki?
Erdoğan’ın bağırıp çağırmasından ürküp dağa kaçtı?
Dağ nerde?
“Yandı bitti kül oldu” öyle mi?
Başbakan’ın azarlamısını, 1. sayfada tek sütuna üç santim “Polemik” başlığıyla gören ama polemiğin diğer tarafının kendisi olduğunu dahi yazamayangazetenin gömüldüğü sessizlik, o hiperaktif kurdu düşürüveriyor içimize. Düşün dur işin yoksa:
Acaba o çıkış, Güngör Mengi’nin yazdığı gibi sadece “Bakın damadımın gazetesini de eleştiriyorum” şovundan ibaret miydi?
Yoksa Can Ataklı’nın yazdığı gibi “Bakanları kapının önüne koyma bahanesi” çıksın diye, kayınpeder ile damat arasındaki danışıklı dövüş müydü?
Başbakanın öfkesine anlam veremeyen Ataklı, kafasında beliren ihtimallerden bazılarını şöyle sıralıyor:
”Jest“ kelimesini ”rest“ olarak okudu.
Genel Yayın Müdürü’nün sıkı bir laik ve Atatürkçü olduğunu yeni öğrendi ve attırmak istiyor,
Tarafsızlığını göstermek için kendi medyasına da fırça atıyor.
Başbakan gazete yönetimi ile anlaştı ve zaten görevden almak istediği bakanları bu yolla gönderecek?”
Benim aklıma gelen bir kötü ihtimal daha var.
Olmaz ya...
Acaba diyorum, gazetenin bazı köşelerini çökerten “yüzüme tükürsen, yarabbi şükür” virüsü sinsice diğer servislere de mi yayılmaya başladı?
++++++
Aynalara küsmüşsün...
Tarhan Erdem’in anketine güvenen Engin Ardıç, seçimden üç gün önce “AKP’nin oylarının düşeceğini iddia edenlerin yüzleri ne renk olacak?” diye soruyordu. Merak ediyorum 30 Mart sabahından bu yana hiç aynaya baktı mı acaba?
“Adı ’Hüseyin’ olan biri Amerikan Başkanı olursa Taksim Meydanı’nda anırırım” demişti. Bir yıl sonra Barack Hüseyin Obama ABD Başkanı seçildi. Ertesi gün, anırmak şöyle dursun, pişkin pişkin Hüseyin’in ne kadar Amerikalı olduğunu anlattı.
Bizim bildiğimiz “söz ağızdan bir kere çıkar”dı. “Anırırım” demişti bir kere. “Kamu vicdanı” adına, bir ay boyunca, bütün çağlar ve coğrafyaların kahraman eşeklerini seferber ettik. Anırma Takip Timi’ni kurduk. Anırma konusundaki duyarlılığı dillere destan Karakaçan Bey’i getirdik. Bunca çabanın sonunda şunu tecrübe ettik: Engin Ardıç’tan “etik tavır” beklemek beyhude... Hıncal Uluç’un yazdığı gibi “değmeyeceğini” görüp vazgeçtik.
Hiç ders almıyor
Oda.tv yine yakalamış Ardıç’ı.
Bu sefer de, seçim sonuçlarına dair yüksek perdeden atmış... Şu günlerde ’güvenilirliği’ en az Ardıç kadar tartışmalı olan Tarhan Erdem’in anketine dayamış sırtını, Adil Gür anketini yayınlayanlara vermiş veriştirmiş.
İşte Ardıç’ın o yazısından bazı bölümler: “Tarhan Erdem’in yaptığı araştırmada elde ettiği sonuçlara göre, AKP, il genel seçiminde yüzde 47 oy alıyor... İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük şehirlerde AKP’nin oy oranı, yüzde 48...
Şimdi de sıkı durun: Erdem, seçmene ”bu yerel değil de genel olsaydı kime oy verirdiniz “ diye sormuş...
AKP’ye yüzde 52 oy çıkmış!
Müthiş!
Demek ki ” kriz mıriz“ hikâye...
Demek ki hırçınlıkla başlayıp açık saldırganlığa geçen ”muhalif basın“ sizi kötü kandırmış...
Namuslu yazarlık
Tarhan Erdem şu anda ”en güvenilir“ araştırmacıdır. Bir karşılaştırma amacıyla, bir başka araştırmacının, Adil Gür’ün ulaştığı bulguyu da zikredeyim:
AKP önümüzdeki pazar günü yüzde 39.8, yani kabaca yüzde 40 oy alacak. İki araştırma arasında uçurum var.
İşin hoş yanı şu: Bir tahmin bir tek köşe yazarının iki sütun yazısında yer bulabiliyor da, öbür tahmin çığlık çığlığa ”sürmanşet“ veriliyor...
Ben de bunları ”kayıt düşmek“ amacıyla buraya aktardım, görevimiz tarihe kayıt düşmektir ya, not edelim, 30 Mart sabahı yataktan kalkınca suratların renklerini görelim.
Kalın kafalılar ve kötü niyetliler için de, yüz ellinci kere, kendi derdimizi yeniden anlatalım: ”Seçimi AKP kazanacak“ demek, ”seçimi AKP’nin kazanmasını istiyorum“ demek değildir. Namuslu yazarlıktır, o kadar. Madalya istemem, zam da istemem, küfür etmeyin yeter. ”
Ardıç’ın “en güvenilir” ilan ettiği Erdem tarihi bir yanılgıya imza atıyor.
Yüzün ne renk?
Ardıç “kriz mriz hikaye” diyor, 30 Mart sabahı gazetesinin manşeti “Krizin etkisi” .
Namuslu yazarlar, gündemi okuma ve öngörüde bulunma konusunda bir, iki, üç.. çuvalladıklarında, okuyucuyu yanlış yönlendirmek konusunda suçüstü yakalandıklarında, “ben bu işin de, TMSF’den aldığım yetim hakkının da, okuyucunun güveninin de hakkını veremiyorum” deyip ceketlerini alıp gitmezler mi?
Oda tv “Engin Ardıç’ın yüzü ne renk acaba?” diye sormuş, onun deri özelliklerini hangi renge meyillidir bilemiyorum, ama yerinde olsaydım patlıcan moruna bulanmış olur, insan içine çıkamayacağım için de “devekuşu modeli yaşama teknikleri” üzerine çalışmaya başlardım...
++++++
İktidarın pişkin taşınmazları
29 Mart’tan bir gün önce bile hala AKP’nin yüzde 50’nin üzerinde oy alacağına inanıyorlardı. Ona göre strateji kurmuşlardı. ’Yeteri kadar yağcılık yaptık, önümüzdeki dönemde de rahat ederiz’ diye kendilerini rahatlamışlardı.
Tayyip Erdoğan güç kaybettikçe onun uçağında karınlarını doyuran, onun çantasını taşımaya talip, televizyonlarda onu öven bu zavallı güruh ona saldırmaya başlayacaktır...
Peki hani bu kadar eminlerdi kendilerinden? Hani çok net, çok keskin konuşuyorlardı, gevrek kahkahalar atıyorlardı ekranlarda...
Pişkinler. Dün hiç yaşanmamış gibi davranacaklar. Güya gazetecilik yapıyorlar. Yeni mi aklınıza geldi?
Defalarca uyarıldılar, ’Bu kadar angaje olmayın, gazeteci mesafenizi koruyun, itibarınızı zedelemeyin’ diye...
Kendilerini eleştirenleri küçümsediler, damgaladılar, hakaret ettiler.
Uzun vadede.. Oral Çalışlar, evde İnternet sözlüklerine yazar.. Şahin Alpay meyhane masalarında ’Bir zamanlar Banu Güven’i keşfetmiştim’ diye anı anlatır. Mehmet Altan belki aile bireylerine özenir ’aşk romanı’ kaleme alır. Eser Karakaş, dandik taşra bir üniversitesinde sınav kağıtları okur. Ali Bayramoğlu, sanat galerisine yollanmak üzere ressam eşi Arzu Başaran’ın bültenlerini düzeltir. Emre Aköz gider Şemsa’nın restoranına sabahtan akşama kadar yer yer yer. Taha Akyol oğluyla beraber hayatını Evrim Teorisi’ni yalanlamaya adar. Bu arkadaşlar artık AKP’nin taşınmazlarıdır. Sakın ’geri dönmeyi’ düşünmesinler, kapılar kapalı.
* Oray Eğin / Akşam
++++++
‘Türk Milleti’nin dışlanmaya cevabı
Devletiyle kavga ediyordu... Millet bunu mazlum konumundayken hazmetmişti. Ordusuyla kavga ediyordu... Millet yine o mazlumiyet duygusuyla destek vermişti. Gel gör ki şu Ergenekon davası ile AKP ne kadar zalim olduğunu ortaya koydu.
Bir takım sıradan suçluların veya emekli olmuş askerlerin üzerinden devlete, cumhuriyete ve Türk kimliğine karşı linç kampanyası yürütüldü. Hükümeti eleştirenler; düşürmek gerektiği konusunda telefonda yarenlik edenler; terör örgütü suçlusu gibi gösterilip yakalandılar, içeri tıkıldılar. Yeni bir terör tanımı bile icat edildi. AKP iktidarında Türk olmak, milletten söz etmek; idamlık suç haline getirildi.
Gücü eline geçiren AKP’liler; bir şeyi unuttular: Kendilerini oraya getiren millet Türk milleti idi. AKP işte o ismi bile değiştirmeye kalkıştı. Devlet eliyle böyle ayrımcılık çalışmaları yürütülürken; yüzde 90’lık Türk milleti kendi kimliğinin dışlanmasına, ötelenmesine; onun yerine veya yanına başka bir kimliğin konulmasına ses çıkarmayacak mıydı? Devam etsinler... Altan kardeşler, Hasan Cemaller; Ali Bayramoğlu’lar bakalım AKP’yi kurtarabilecek mi?
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
Acımadı kii, acımadı kii....
İlkokul yılları. Fanatik Başiktaşlıyım. Kardeşim Galatasaray’lı. Maç izlerken boyundan büyük sandalyeyi üzerime fırlatma noktasına nasıl geldi hatırlamıyorum. Sandalyenin ayağı omzumda patladı. İddiam ne ise vazgeçmiyorum. Gözümden yaşlar aka aka bağırıyorum: acımadı kiii, acımadı kii....
Fehmi Koru’nun şu satırları beni o yıllara götürdü: “Ak Parti 60 ilde birinci. “Durmak yok, yola devam” sloganı istikametinde tavır almasında bir mahzur yok...Gazetelerde ve ekranlarda, kıyamet koparılacak bir ‘büyük hezimet’ varmış gibi bir hava yaratılıyor.”
Benim ki, yenilgiyi kabul edersem, Beşiktaş’a ihanet ederim sanarak sergilenen 7-8 yaşlarına özel bir kuru inattı. Görmüş geçirmiş Koru’nun yenilgiyi hazmedemeyişi ne?Bu yaşa, bu cüsseye “acımadı kiii” kandırmacası yakışıyor mu hiç?
++++++
MİNİ YORUM
Yan yana fotoğraf çektirelim
Yine yeni yeniden aynı kompleks. Tayyip Erdoğan G-20 aile fotoğrafında Barack Obama’nın yanında yer almış... Emine Erdoğan, baş bayanların Naomi Camphell ile çektirdikleri anı fotoğrafında Mıchelle Obama’nın yanında yer almış... Fotoğrafları yayımlayan gazetelerde aman ne saadet, ne saadet... Obama’larla yan yana fotoğraf çektirenlerin boyu mu uzuyor acaba? Veya doğaüstü güçleri var da, aynı kareye girmeye başaranlara da mı bulaşıyor? Başbakanımız ve hanımefendi, füme rengi emperyalist ile yan yana durma onuruna erişerek ululanmışlar mıdır acaba?