Bir generalin sözlerinden ilhamla
Emekli Tümgeneral Özbek’in Almanya’da yaptığı konuşmada, “Silivri benim için Çanakkale’dir” dediğine dair haberi Vakit’te okuyunca, “Bu bahiste derleyip toparlayıcı bir yazı yazmanın zamanı geldi” dedik.
Önce şunun altını çizelim ki biz hiçbir konu ve şahıs için asla “toptancı” değiliz. Bu tavrımız Silivri konusunda da böyledir. Ama şurası bir geçek: Silivri’de hüküm giymediği halde onlarca aydır tutuklu bulunan ve yargılama sonucunda beraat etme ihtimali çok yüksek olan pek çok tutuklu vardır ve bu yönüyle Silivri, belki biraz Guantanamo’dur der, ekleriz: Ama Silivri’deki herkes Çanakkale’deki bir Mehmetçik değildir.
Ne demek istediğimizi daha iyi anlatabilmek için meseleyi özetlemekte yarar var.
AKP iktidar olunca, “Ne pahasına olursa olsun AB” demesi ve rotayı destekleyen kimi cemaatlerin, “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınırız!” diyerek Cumhuriyet’e ve millî devlete meydan okumaları, yine AKP’nin Kıbrıs’ta AB hatırına Denktaş’ı mâzisine ve mevcut konumuna yakışmayacak bir şekilde hırpalamaya başlaması, Türkiye üzerinden Irak’a girebilsin diye ABD askerini Türkiye’ye davet için Meclis’i devreye sokması, Cumhuriyetin 80 yıllık birikimi kurumları bir-iki yıllık kârları karşılığı yabancılara satması, vatan toprağını para karşılığı dünkü müstevlilere pazarlaması gibi pek çok konu, mâşeri vicdanda sancılar oluşturdu ve toplumun büyük bir kesimi “Nereye gidiyoruz?” sorusunu sormaya başladı.
Türkiye’nin başına bir çorap örüldüğü inancı yaygınlaştı. Halkın yüzde 80’lik bölümünden ABD ve AB’ye hayır sesleri yükseldi. Tam bu sırada, Başbakan Erdoğan tuttu, “Biz ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanıyız” dedi, oysa millet bahsedilen projenin aralarında Türkiye’nin de bulunduğu İslâm dünyasını parçalama projesi olduğunu biliyordu, bunun böyle olduğunu projenin mimarları gizlemiyordu ki. Bu gidişe dur demek için yüzlerce toplantı yapıldı, binlerce televizyon programı gerçekleştirildi, vagonlar dolusu kitap yazıldı, yüz binlerin iştirak ettiği mitingler tertiplendi.
Birileri vatanı bir ev gibi gördü, eyvah evim yanıyor, içinde çoluk çocuğum var diyerek yangına daldı, koşarken hata yapmış da olabilirler ama onlar gerçekten yangından ciğer parelerini kurtarmak isteyen samimi vatanperverlerdi, evet, işte bunlar için Silivri bir Çanakkale’dir, bir Yusufiye’dir, karşılığını Allah’tan isterler, senden benden değil.
Birileri de gördü ki bu iklim oldukça münbit. Ben dedi buradan bir parti ile çıkar genel başkan, başbakan olurum. Bazıları ise asker darbe yapar beni de başbakanlık koltuğuna oturtur rüyaları gördü. İşin tüccarı da yok değildi, fırsat bu fırsat deyip makbuz basan para toplayanlar bile çıktı.
Birilerinin derdi ise ne vatandı, ne emperyalizm. Mâdem toplumun bir kesiminde bir endişe vardı yaşananlar karşısında ve madem ki bu endişeye sebep olanların eşleri başörtülü, kökleri Milli Görüş’tü, öyleyse fırsat bu fırsattı, laik atlara atlayıp enselerinde boza pişirilmeli, yanlarına diğer başörtülüler de katılarak analarından doğduklarına pişman edilmeliydi.. Bunlar zamanın ruhunu okuyamayanlardı tabii ki.
İpler emperyalizm ve işbirlikçilerinden kurtulmak isteyenlerin değil de zamanın ruhunu okuyamayan hesap sorucuların eline geçince, rüzgâr da rakip gördüklerinin yelkenlerini doldurmaya başladı, hâlâ da dolduruyor.
İşin özeti budur vesselam!