Bir general, bir yönetici, bir gazeteci!
İnsanlar telefonla görüşmekten korkar olmuş. Hele “Ergenekon” kelimesi geçtiğinde bir tedirginliktir başlıyor.
Haksız da sayılmazlar hani.
Görüyorsunuz; emekli General Hurşit Tolon, 2001 yılından beri gazete ve internet sitelerinde yayımlanmış bir dokümanı 2008 yılında arşivinde bulundurduğu için tam yedi ay cezaevinde yattı. Herhalde aynı doküman Müslüman ve muhafazakâr kimliği ile temayüz etmiş gazete ve televizyoncusundan laik veya ateist kimliği ile öne çıkmış gazeteci ve televizyoncusuna kadar pek çok meslektaşın arşivinde yer alıyordur.
Memleket meseleleriyle ilgilenen herkes, medyada yer almış bazı dokümanları dosyalayıp, elinin altında bulundurur.
Bu suç değil, gerekliliktir.
Bu, millete ve insanlığa karşı sorumluluk hisseden, ülke ve dünya meseleleri hakkında söyleyecek sözü olan insanların normal bir davranışıdır. Bir gazeteci bir gün kitap yazmak yahut ileride benzer olaylarla karşılaşıldığında toplum hafızasını tazelemek için insanları domuz bağı işkencesi ile katleden Hizbullah terör örgütüyle ilgili haber ve fotoğrafları arşivlemiş olsa, bu kişinin evinin basılarak, “Hizbullah örgütü üyesi” şüphesiyle tutuklanıp aylarca hapsedilmesi, şunu tanıyor musun, bunu tanıyor musun, falankesle niye görüştün diye sorgulandıktan sonra, “pardon” diyerek salıverilmesi adalet midir?
Bu soruları niçin soruyoruz?
Soruyoruz, çünkü Tolon’un tahliye edilmesini hâlâ eğip bükmeye çalışan Müslüman kimliği öne çıkmış gazete(ci) ve televizyon(cu)lar var.
Yine mâlûm “Ergenekon” soruşturması kapsamında 11 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen Noel Baba Barış Konseyi Başkanı Muammer Karabulut, gözaltına alınması ve ardından başlayan tutukluluk süreciyle ilgili bakınız neler diyor:
“Savcıların iddianameden haberi yok. Birisi olmayan belgeleri var gibi gösterip imza atıyor, iddia makamı da suç uydurmaya imza atıyor. Benim Antalya’da evim aranıyor, İstanbul’da bir evde bulunan Ergenekon belgesi benimle ilgili iddianameye giriyor. Zaten beni de evimden çıktığı söylenen Ergenekon lobi belgesi kurtardı. İddia makamı bile bu belgenin yanlışlıkla iddianameye girmiş olduğunu, bunun da polisin hatasından kaynaklandığını kabul etti! (...) kamuoyu oluşturma erkini ele geçirmişler, Adalet Bakanlığı’nı, Emniyet’i ele geçirmişler ve bunlara güvenerek pervasızca hareket ediyorlar.”
Diyelim ki Karabulut canı yandığı için meseleyi abarttı.
Peki, “Ben ömrümde hiç Sivas’a gitmedim” diyen Akşam gazetesi Ankara eski temsilcisi Nuray Başaran’ın telefonlarını dinlemek için alınan mahkeme kararı gerekçesinin “Sivas’ta karıştığı bir olay” olmasını nasıl izah edeceğiz?
Evet, herkes fena halde tedirgin...
Evlerde, 12 Eylül’ün ilk haftalarına benzeyen bir endişenin adaleti katleden hayaleti dolaşıyor ve öyle olduğu içindir ki insanlar arşivlerini gözden geçiriyor ve telefonla memleket meseleleri hakkında bir-iki çift laf etmekten ürker hale gelmiş bulunuyor.
Haksız da sayılmazlar..
Çünkü Hurşit Tolon gibi emekli bir general, Muammer Karabulut gibi bir Sivil Toplum Örgütü yöneticisi ve Nuray Başaran gibi güçlü bir gazetenin Ankara temsilcisinin derdini anlatamadığı, âdaletin katledildiği bir süreçten geçiyor Türkiye..
Hem de onlarca yıldır..
Adaleti katlederek ne Gladio’yla savaşılabilir, ne çetelerle mücadele mümkün olur, ne haksızlık, hırsızlık ve yolsuzlukla mücadele edilebilir..
Adaleti inkâr, Allah(c.c.)’ın “Adl” sıfatını ve Kur’an’ın en az on âyetini inkârdır.
Öyle olduğu içindir ki, bir Müslüman bırakınız mazlum ve mağdurun hak ve hukukunu aramayı, muhatabı Ebu Cehil de olsa, ona karşı âdil olmak zorundadır.
Mahkemeler ve hukukçular ise zâten “Adalet için” vardır.