Bir Doğu hikayesi; 30 yıllık amansız takip!..
Sınırın iki yanında yükselen toz bulutu iki ülkeyi ortadan bölen tel örgülerin üzerinde buluşmuştu!..
Öylesine sıcaktı ki hava, uzaktaki görüntüler, sanki denizin üzerindeki dalgalara kapılmışçasına, buharlı ve bulanık duruyordu..
Bunaltıcı Haziran sıcaklarının yaşamı teslim aldığı sınır boyunda, kıyafetleri terden üzerlerine yapışmış bir grup adam öğlen saatlerinde uçsuz bucaksız vadide ilerlemeye çalışıyordu...
Terlemiş atların sırtında ağır balyalar vardı...
İnsanlar gibi atlar da artık sıcaktan ve yorgunluktan ilerleyemez hale gelmişti...
Sınırı geçmeye çok az kalmıştı ama kavurucu sıcaklar kervanın ilerleyişine izin vermiyordu...
Üstelik güneşin yakıcı pırıltıları çölü andıran vadinin ortasında, onları kolay hedefler haline de getiriyordu...
Yüzlerini puşularla kapatmış olan grubun lideri, dürbünle gözetlediği sınır boyunda çok sayıda asker olduğunu görünce iyice endişelenmişti...
Gidişatın tehlikeli bir hal aldığını farkedince sınıra doğru yaklaşmaktan vazgeçtiler...
Atlarını geriye doğru, çok eskilerden kalmış harabelerin arasına sürerek, akşam olmasını beklemeye karar verdiler...
Kara yılanlarla kapkara akreplerin dolaştığı bir yerdi sığındıkları o garip virane...
Ancak can pazarına sürmeden önce atlarını, zehirli hayvanların korku saçtığı o harabeye sığınmaktan başka çareleri de yoktu...
Çünkü kaçakçılardan başka pek kimsenin geçmediği o bölgede, ne altında duracakları bir saçak ne de gölgesine sığınacakları bir ağaç vardı...
Köyden sınıra doğru uzanan en az on kilometrelik yolu aşmanın yorgunluğuyla, çok geçmeden hepsi uykuya dalmıştı...
Türkiye'den Suriye'ye uzanan bir ovanın uçsuz bucaksız topraklarında; tel örgülerle bölünen sınırın yanıbaşında, ekmek uğruna canlarını hiçe sayan kaçakçılar, hava kararınca uyandılar ve balyalarını atlarına yükleyerek yeniden yola çıktılar...
Sınırdaki şehit unutulmadı...
Mayınlı sınır bölgelerinden kaçak eşya geçirerek ekmeklerini kazanmaya çalışan Urfa'nın Kötüler Mahallesi sakinleri gibi, Hatay kırsalındaki binlerce insan da, 1940'lı yıllardan bu yana aynı şeyi yapıyorlardı;
Türkiye'den hayvan götürüp, Suriye'den çay, kahve, kumaş, kıyafet getirmek...
İşte Haziran ayının o çok sıcak gününde, sınır boyunda ilerleyenler de bir grup kaçakçıydı...
Atlarının yularından tutarak toz toprak içinde ilerleyen on kadar kaçakçı, tel örgülere iki yüz metre kalmışken, jandarmanın uyarısı ile karşılaştılar...
8. Hudut Bölük Komutanlığı'na bağlı karakolun 400 metre güneyinde, ellerinde silahlar bulunan kaçakçılar uyarıları hiçe saydılar ve ilerlemeye devam ettiler...
Bu sırada jandarmanın "dur... teslim ol" çağrısına ateşle karşılık verilince, bölge sıklıkla yaşandığı gibi yine çatışma alanına dönmüştü...
Yakıcı havanın buharını sıyıran kızgın mermiler ovanın mayın kokan sıcak topraklarına düşerken, bölge can pazarına dönüşmüştü...
Suriye sınırının iki ucunda, yıllar boyu yaşanan çatışmalardan biri daha bölgeyi adeta savaş alanına çevirmişti... Askerlerin yoğun ateşi altında daha fazla direnemeyen kaçakçılar atlarıyla birlikte bölgeden hızla uzaklaştılar...
İşte bu sırada, sınırın Türkiye tarafında kahredici bir koşuşturma başlamıştı...
Çünkü kaçakçıların silahından çıkan mermilerden biri hudut karakolunda görevLi gencecik bir teğmeni ağır yaralamıştı...
Panik halindeki askerler, kanlar içindeki genç teğmeni hemen cipe bindirerek hastaneye doğru yola çıkmışlardı ama ağır yaralı asker kan kaybına daha fazla dayanamamıştı...
17 Haziran 1990 tarihli gazeteler olayı şöyle duyurmuştu;
"16 Haziran günü, Hatay'ın Kırıkhan ilçesi Karataş mevkiinde, sınırı geçmeye çalışan kaçakçıların açtığı ateş sonucu ağır yaralanan Piyade Teğmen Zafer Toka, hastaneye kaldırılırken yolda şehit oldu..."
Gencecik teğmeni şehit eden kaçakların izine bir daha rastlanmadı...
Şehit teğmenin ismi şu anki adı 2. Hudut Bölük Komutanlığı olan karakola verildi, bir zamanlar kaçakçı gözetlediği sınırdaki kulede de onun adı yazılı...
Kaçakçılara baskın...
Güneydoğulu kaçakçılar çok eskilerden bu yana sınır boyunda ekmek peşinde koşarken, Türk askerine kolaylıkla silah doğrultmuyorlardı...
Zafer Toka'yı şehit eden askerlerin Türk kaçakçılar olmadığı tespit edilmişti...
Ancak devlet, Toka ailesinin acısını da unutmadı, o günkü saldırıyı da...
Ve tam 30 yıl sonra, örneğine pek rastlanmayan çok şaşırtıcı bir olay yaşandı...
Çünkü istihbarat birimleri, Amasyalı şehidin ailesinin acısını azaltmak için yıllar önceki olayın dosyasını yeniden açmıştı...
Devletin Suriye içlerindeki askeri donanımı da operasyonu kolaylaştırmıştı...
Dönemin görgü tanıklarının ifadelerine yeniden başvuran istihbarat birimleri, uzun bir takibin sonunda, o gün çatışma bölgesinde olduğu tahmin edilen "Salih" isimli bir kaçakçının peşine düştü...
Şüphelinin Suriye'nin Afrin-Racu bölgesindeki Mamul Uşağı köyünde yaşayan 59 yaşındaki Salih Osman olduğu tespit edildi...
Bunun üzerine 2 Temmuz'da Afrin Koordinatör Emniyet Müdürlüğü ekipleri Salih Osman'ı evinde yakaladı... Suçunu itiraf eden zanlı, söz konusu olayda kendisiyle birlikte "Hacı Meyri" (Hasan) ve "Mehmet" isimli kişiler olduğunu da anlattı. Osman'ın, suç ortaklarının adreslerini vermesi üzerine "Hacı Meyri" olarak bilinen (Hasan Abdullah) Keli köyünde, "Mehmet" diye bilinen (Muhammed Muhamned) adlı şüpheli ise Raco Şadiyanlı köyünde yakalandı...
Katillerin yakalanması, 30 yıl sonra Zafer Toka'nın ailesinin yüreğine su serpti...
Devletin azimli ve kararlı bu operasyonu genç teğmenin ruhunu huzura kavuştururken, bölüğündeki bayrak artık daha coşkulu dalgalanıyor...