Bir bu eksikti; tam oldu
Pazar günü yapılacak olan ve yaklaşık 1 milyon 700 bin öğrencinin katılacağı YGS sorularını bu yıl sadece TRT yayınlayacakmış.
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi öyle istemiş.
Şaka gibi ama hakikat bu.
Vatan’dan Burak Kara’nın sorularını yanıtlayan ÖSYM Başkanı Ali Demir basbayağı “yaptım oldu” demeye getiriyor lafı.
ÖSYM’nin her yıl özenle hazırladığı (tamam biliyorum siz de benim gibi ’nedir o yanlış soru skandalları öyleyse’diye isyan ediyorsunuz ama dediği bu) sorular, çok ciddi, telife değer eserlermiş... Düşünmüşler taşınmışlar bu “telif”e değer eserlerin TRT’den yayınına karar vermişler...
İyi de neye göre?
Madem belirleyici unsur telif, “ihale” mi açılmış mesela?
Yooo...
“Hayır açmadık. TRT ile bir sözleşme yaptık” diye cevaplandırıyor bu soruyu
Demir...
Kara soruyor:
- Rekabete aykırı bir durum söz konusu değil mi?
- Onu değerlendirdik ve hukuki bir durum çıkmayacağını gördük.
- İhaleye çıkmadan böyle bir karar vermek diğer televizyon kanallarını ve haber özgürlüğünü kısıtlamaz mı?
- Böylesinin daha doğru olacağını değerlendirdik.
TRT, YGS sorularının tek yayınlayıcısı olmak için ÖSYM’ye ne kadar telif ödeyecek açıklanmıyor, çünkü “kurumlar arasında bir konu.”
İyi de TRT’nin kasası ile vatandaşın cüzdanı arasında değil mi işin en “duygusal” boyutu?
O telifi ödeyecek olan ben değil miyim; sen değil misin nihayetinde Sayın Demir?
Benden aldığı her kuruşun hesabını vermek değil mi bu halde düşen TRT’ye; nereye, ne kadar, ne gerekçeyle harcadı? Harcamasa olmaz mıydı?
***
Röportajın bir yerinde, özellikle geçtiğimiz yıl KPSS’de yaşanan “soru hırsızlığı” skandalından sonra, “saygın devlet kurumu kimliği” dolayısıyla TRT’yi tercih ettiklerinin altını çiziyor ÖSYM Başkanı...
Çok merak ediyorum kendileri en son ne zaman izlediler TRT’yi?
Haber Koordinatörleri “halk oylaması sürecinde görevlerini kötüye kullandıkları” gerekçesiyle 2 yıl hapis istemiyle yargılanan kurumun saygınlığı olur mu?
En son “İbrahim Şahin vak’ası”nı bir muhabir arkadaşımdan dinledim. Kendi başından geçmiş. İddiasına göre, yaptığı haberi beğenmeyen Şahin kendisini arayarak, “bu genç yaşında önünde TRT’de çalışabileceği uzun yıllar varken bunu heba ettiği uyarısı(!)” nda bulunmuş. Benzeri üslupla bizim de kulağımızı çekmişliği olduğu için şaşırmadık. Söyleyin şimdi tepe yöneticisi, hakkındaki en ufak eleştiriye tahammül edemeyip gazeteciyi, gazetecinin çalıştığı kurumun idarecilerini “tehdit”e yeltenen saygın devlet kurumu olur mu?
Hangi devletin “sayın kurumu”, o devletin askerini “doğduğu yer”e bakıp terörist diye damgalar?
“Devletin saygın kurumu”, devletin temellerini dinamitleyen zihniyetin propaganda aracı olur mu?
Ha bu arada, bu kararın KPSS’den sonraki sıkı güvenlik önlemleri paralelinde alındığını sakın başka bir yerde de tekrarlamayın; mazallah kargalar bile güler bu dediğinize!
Yahu, KPSS’nin “soru hırsızı şampiyonları”nın ilk durakları değil miydi TRT?
Allah’tan deşifre oldular da sığınamadılar kendilerine en uygun saçak altı gördükleri kamu kurumuna “hırsızlar”!
***
Herşey bir yana soruların her kanalda farklı uzmanlarca yorumlanmasının “hatalı soru”lardan doğacak haksızlıkların önüne geçmek konusunda faydası yadsınamazdı.
ÖSYM, bundan böyle gazetelerde yayımına da izin vermeyecekmiş soruların...
Bunca karartma, “körler sağırlar birbirini ağırlar” algısı yaratmayacak mı?
TRT, hemen her konuda rekabet etmeyi arzuladığı özel kanallarla, sınav skandallarını anında ortaya çıkarmak ve öğrencilerin mağduriyetini engellemek konusunda da yarışacak mı?
+++
“Cesur yürek”
TÜSİAD’ın “bölünmüş Türkiye” öngören Anayasa çalışmasını “cesur öneri” diye tanımladı dünkü manşetinde Milliyet gazetesi.
Eskiden “ihanet” sayılırdı ülkenin bölünmez bütünlüğünü parçalamayı denemek, şimdi oldu “cesaret”!
Az zamanda ne çok değiştik değil mi?
+++
‘Diktatör Evren’in postalını sen öpmedin mi
Vay efendim neymiş, Sarkozy denilen arkadaş Kaddafi’ye kırmızı halı sermişmiş de, Elysee Sarayı’nın bahçesine çadır kurdurup, deve bağlatmışmış... Silvio da, Kaddafi’ye manken kızlar göndermiş de, onuruna parti verip, elini öpmüşmüş...
Bu ne ikiyüzlülükmüş filan.
*
Evren’in postalını şapur şupur öpen, evinde ince sazlı parti veren, devran döndüktensonra da utanmadan Evren’in diktatör olduğunu yazan bukalemunlar...
Le Monde’da mı çalışıyor şu anda?
*
12 Eylül’ü Roma dondurması gibi yalayan, “darbe değildir, meşru müdafaadır, hayırlı uğurlu olsun” diye methiyeler düzüp, öbür 12 Eylül’de mağdur rolü kesenler...
Sophia Loren midir?
*
28 Şubat sürecinde kasket partisine yılışan dönek, takke’den milletvekili adayı olmuyormu?
*
Özal varken papatya olan... Ayak bileğinde dövme, göbek deliğinde piercing bulunan botokslular, purolu kocaları takunyalı belediyeden ihale kapsın diye umre yolunu tutmuyor mu?
*
“Gelene ağam, gidene paşam” Fransız özdeyişi midir? “Düşenin dostu olmaz” İtalyan atasözü müdür? “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın”ı hangi millet tekrarlar papağan gibi?
*
Bi yandan cemaat kahvaltısında namaz kılıp faizsiz bankacılıktan kredi cukkalayan, beri yandan laik düşünce derneğine bağışta bulunup muhafız alayı ihalesini tokatlayanlar Marsilyalı işadamı mıdır? Kandilde viskiyi devirip, sanki oruçluymuş gibi iftar çadırında ezan
pozu verenler Venedik taciri midir?
*
Bi tarafa gidip “köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek zorundayım şekerim” diye zırıl zırıl ağlayan da sensin... Öbür tarafa gidip “bunlar köprüye bile karşı çıkıyor muhterem” diye fısır fısır ispiyonlayan da!
*
Sarko’yla Silvio kendi halkının çıkarı için, Arap’ı sömürüyor, Arap’ı dövüyor... Sen kişisel çıkarın için, memleketi Arap’a satıp, Mustafa Kemal’i sırtından hançerlemiyor musun?
*
Mübarek’i istemediği için sokağa dökülenler “demokrasi isteyen halk” ise, Cumhuriyet mitinglerine katılanlara niye “ruh hastası vatan haini” dedin o zaman? Tunus’taki muhaliflerin sesine kulak vermek gerekiyorsa, muhaliflerin niye hapiste?
*
Adamlar ikiyüzlü hiç olmazsa...
Sen binbir surat değil misin?
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Kürtlere Libya modeli önerdi!..
Bingo! Yine tam isabet...
Daha BM, Libya’ya müdahale kararı aldığı gün... Daha “işgal” başlamadan, yapılanın “insani operasyon” olacağı savunulurken, asker, NATO mevzuya dalmadan attığı manşet neydi elinizde tuttuğunuz şu gazetenin:
“Tehlikeli kriter!”
Ankara’ya bir uyarıydı o manşet aynı zamanda; “Siz bu müdahalenin” uluslararası meşruiyeti”ni savunursanız, bu, yarın bir gün sizin kendi ülkenizi savunma hakkınızı da “zulüm” sayıp kapınıza dayananlara, “bizi siz davet etmiştiniz” deme fırsatı sunmaz mı” manasındaydı...
Hem siyaset hem medyada çoğunun nerede durduğunun anlaşılamadığı ortamda, benzer kaygıları MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de tekrarladı Bursa seyahati sırasında. Libya’ya müdahaleyi, Türkiye’ye yönelen bölücü tehditle “paralel” değerlendirmek gerektiğini savundu.
Nitekim... Diyorum ya bingo!
Ahmet Altan dünkü Taraf’ta bakın hangi aklı verdi “Libya operasyonuna karşı çıkan Kürt vatandaşlar”a:
“Kaddafi gibi bir deli Türkiye’de iktidara gelse ve uçaklarıyla, tanklarıyla, toplarıyla Diyarbakır’a Kürtleri yok etmek için yürüse, birileri buna müdahale etsin istemez misiniz?”
Ne bu şimdi? Düpedüz; Diyarbakır’ı Tahrir’e çevirin ki, BM-NATO ittifakı, gümüş tepsi içinde getirsin önünüze taleplerinizi kışkırtması değil mi?
Ahmet Altan
+++
Batı cephesinde yeni bir şey yok
Emperyalistlerin Çanakkale’de yenildikleri savaşa, küresel kapitalistler Trablus’ta başladılar.
Gazetelerin baş sayfalarına göz atarken, birden dank etti kafama: BM kararıyla Libya “müdahale”si, Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünün ertesi günü başlamıştı. Rastlantıya bakınız ki 96 yıl önce Çanakkale’de Osmanlı İmparatorluğu’na saldıran “İtilaf Devletleri” yle, bugün Libya’ya saldıran koalisyon hemen aynı takımdı! Zamanı aynı düzlemde düşünecek olursak, adeta Çanakkale’de yenildikleri savaşa, ertesi gün Trablus’ta başlamışlardı...
1915’te Ege Denizi’nden çıkıp gelen savaş gemileriyle Gelibolu’yu bombardımana tutan Batılı koalisyon, İngiltere, Fransa, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan oluşuyordu. Trablusgarp ve Bingazi’yi havadan/karadan bombardıman altına alan ittifakta ise Avustralya ile Yeni Zelanda’nın yerini, hepsinin başını çeken ABD almıştı. Çanakkale’de Fransızların Türklere karşı dövüştürdüğü Afrikalı Müslümanların rolünü de 2011’deki Libya müdahalesine destek veren Ortadoğulu Arap ülkeleri üstlenmiş oluyordu!
96 yıl, bilişim dilinde “zip” lenip yapıştırıldığında, iki savaş tıpatıp değil, birbirinin akılcı devamı olup, ne mantığı değişmişti, ne gerekçeleri.
Bu zavallı ülkede İngiliz, Fransız ve Amerikalı gizli servis ajanlarının aylardır motive ettikleri ve gerilla savaşı öğretmek için göbeklerinin çatladığı isyancıların, dövüşmekten çok konuşmaya eğilimli savaşçılıklarına bakınca, katıla katıla gülmemek gerçekten imkânsız!
Bu bir “Deja Vu” saldırısı
Türkiye’nin tarihini bilenler için Libya müdahalesi, bir “deja vu” olayı. Zaten bilmeyenler bile toplumsal bellek kalıntılarında adını koyamadıkları bir rahatsızlık damıtıyorlardır, herhalde.
(...) Gerçek şu ki 1915’ten 2011’e, “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” H!
Emperyalist yerine küresel kapitalist deyin, devletleri çıkar gruplarına göre “itilaf” ya da “ittifak” diye ayırın, birleştirin, ekleyin, çıkarın... Hiçbir değişiklik olmadığını, eskinin yeni, yeninin eski yerine oynadığını göreceksiniz. Hasımlar da belli, takımlar da!
H Erich Maria Remarque’ın Birinci Dünya Savaşı’na dair romanı, 1929.
Mine Kırıkkanat / Cumhuriyet
+++
Reytingde Hürrem’i sollar
Emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt geçtiğimiz haftadan itibaren Beykent Üniversitesi’nin kanalı BEA TV’de “Kırmızı Klasör” isimli bir program yapmaya başlamış...
Kendisine önerim; sakın, konuk falan almasın! Tek başına yapsın bu programı...
Bir bölümde, “Dolmabahçe Buluşması”nı... Bir diğerinde Güneydoğu’dan şehit haberleri geldiği dakikalarda Fenerbahçe için düzenlenen baloda dans etmesini... Bir başkasında 27 Nisan E-Muhtırası’nı ve bu muhtırayla aslında kime hizmet ettiğini anlatsın... Eğer rating listelerinde Muhteşem Yüzyıl’ı ikiye katlamazsa, kendisinden özür dileyeceğim!
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
AKP’nin polisi TBMM’ye baskın vermeye geliyor
İki polis var... Birisi Murat başkomiser gibi devletin polisi... Önüne gelen döver...
Diğeri de Ergenekon polisi... Bu da önüne gelene baskın yapar. Hükümete karşı olanları darbeci diye yakalar...
Bunlardan birisi ortaya çıktı. AKP’den de milletvekili adayı oldu. Adı: Murat Günbeyi.
Bu polis; geçen sene Şubat’ta o dönem Özel Yetkili savcı olan Erzurum Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal’la birlikte Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’i terör örgütünü basar gibi basan zat-ı muhterem.
Şimdi bu polis; AKP’den Erzurum milletvekili olacakmış.
Hazret; başvuru sırasında şöyle buyurmuş: ’(...) bu kadar Ergenekon sanığının mecliste olacak olması, bir terör uzmanın da mecliste olması kanaatini bende oluşturdu. Seçilir meclise girer isem belki o yargılaması devam eden sanıkları kontrol altında tutma adına ilginç bir şey olacak.’
Adamdaki üsluba dikkat edin; zihniyetinin ne kadar tehlikeli olduğunu
anlarsınız.
Bu polis; Ergenekoncu gösterdikleri insanlarla TBMM’de de mücadele etmek için aday olduğunu anıştırarak; Millet Meclisi’ni bile, adam basabileceği bir yer gibi tahayyül ediyor.
Aman yeni dönemde seçilecek olan vekil arkadaşlar, kendinize şimdiden çekidüzen verin.
AKP’den Murat Günbeyi geliyor. Bir gece ansızın odanız basılabilir ve ’Sen Ergenekon Terör Örgütü üyesisin; yürü bakalım!’ diyebilir size Murat
Günbeyi...
Rıza Zelyut / Güneş
+++
BDP’liler polis dövmüş.
BDP’li değil de
İTÜ’lü, ODTÜ’lü falan olsalardı görürlerdi günlerini...
Haldun Ertem