Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Adnan İSLAMOĞULLARI
Adnan İSLAMOĞULLARI

Bir: Barut yok...

Napolyon, savaşı neden kaybettiklerini sorduğu komutanından, “Bir: Barut yoktu..” cevabını aldı. Komutanının savaşın kaybedilmesine dâir ikinci ve üçüncü sebeplerini dinlememiştir, çünkü barutu olmayan bir ordunun savaşı kazanmasının imkânı yoktur.
Biz gâliba barutumuzun olmadığı savaşlara giriyoruz. Deli cesâretimizden midir yoksa kendi irâdemiz hâricinde savaş sahnesine mi itiliyoruz, hayli tartışmalı.
Deli cesâretimizden girdiğimizi düşündüğümüzde işin aslının pek de öyle olmadığını görmek için çok zorlanmıyoruz. Çünkü atıldığımız savaşın risklerinden fazlasını içimizde taşıyoruz zaten ve bu riskleri kendimiz üretiyoruz. Arap dünyasında kapmaya çalıştığımız rol ve üstlenmeye çalıştığımız misyonun bize Orta Doğu’da sağlayacağı patronajın esâmesi bile okunmuyor, Osmanlı’nın yıkılış sesleri arasında sâhip olduğu itibârın ve caydırıcılığın zerresine sâhip değiliz bölgede.
Dışişleri, dün pasaportumuzu kullanmak için bize minnet eden bölgenin aşiret reislerinden ‘nota yiyor’; hava sahalarını izinsiz ve habersiz ihlâl etiği için. Doğu Türkistan’ın, Kerkük’ün nerede olduğundan haberlerinin olmadığını düşündürecek kadar devletin dilinden düşmüş bu yerler. Hatta daha da acısı Diyânet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in bayram hutbesinde bir duaya bile konu olamayacak kadar devletin gönlünden bile çıkmış durumda. Mehmet Görmez, bayram hutbesinde, ‘anadili çok görülen’ Kürtlerden başlayarak, Türkiye’de ırkçılık olduğuna dâir ‘haksız ve insafsız’ imâlardan sonra Suriye, Bağdat, Mısır, Haiti, Açe, Afganistan, Pakistan, Somali ve Sudan’dan oluşan mazlum milletler coğrafyasına vecihlendirirken kıymetli dualarını, adetâ cemaatin ‘âmin’ deme ihtimâlinden korkarcasına Karabağ’dan, Kerkük’ten ve Doğu Türkistan’dan esirgiyordu. Adeviyye Meydanı’ndan Haiti’ye kadar uzanan dua silsilesinin arasına bırakınız Türk illerini, Türk’ün adı bile giremiyordu. İktidârın ve bürokrasisinin Türk lâfzından ve mazlum Türk illerini telâffuz etmekteki imtinâ hassasiyetine sarığı ve cüppesiyle iştirâk eden Sayın Hocamız, Arap dünyası ve Orta Doğu’da girdiğimiz savaşın muharrik unsurunun deli cesâreti olmadığının en mütebâriz alâmeti olarak hazin bir tablonun içinde artık politik bir porte olarak duruyor.
Peki, savaş sahnesinin ortasına itilmek midir mevcut durumumuz?
“Libya’da NATO’nun ne işi var?” dedikten sonra Libya’da NATO ile iş tutan bir ilkesizliği canlı izlerken televizyonlarda, “Sisi’den başka diktatör tanımam” kıvâmında ve derekesinde bir demokrasi ihrâcı hevesine şâhit olurken ve tabii mâruz kalırken aylardır, askerî uçağımız düşürüldüğünde neredeyse savaş açacak kadar üst perdeden racon kesip ardından dut yemiş bülbüle dönerken, savaş sahnesine itildiğimizi düşünmek en azından kendimize saygımızın bir gereği olarak beliriyor zihnimizde.
Sosyal medyada koparılan savaş çığlıklarının müelliflerinin neden Adeviyye Meydanı’na gidip bütün gün öykündükleri şehitliğe kavuşmadıklarını görünce deli cesâretimizin yalnızca klavye başında tezâhür ettiğini görmenin şaşkınlığı ve hicâbı çöküyor içimize.
Bir yandan da bir savaş sürüyor Arap topraklarında, gençlerin hissesine meydanlara şehit olmanın düştüğü ahlâksız bir savaş bu. Savaşın bir tarafında yüz yıldır bölgenin petrolünü emen Amerika ve Batı, diğer tarafında ölüme zafer işâreti yaparak koşan Arap çocukları, bir tarafında ama hangi tarafında olduğu su götürür bir Türkiye; yüzlerce yıl o topraklara hizmet etmiş, şimdilerde NATO taşeronluğuna soyunmuş Osmanlı’nın vârisi Türkiye.
Güneydoğu’da asâyişi PKK’nın devraldığı bir Türkiye’nin altı oyulurken, Orta Doğu’da soyunulan bir patronaj Türkiye’nin risklerini artırmaktan başkaca bir anlam taşımıyor, Türkiye içinden çıkılamaz bir bataklığa doğru sürükleniyor ve Güneydoğu ile birleşecek bu bataklık içine Türkleri de Kürtleri de çekecek kadar büyüyor.
Ve bir gerçek Türkiye’nin önünde dağ gibi büyüyor; bu gerçek, mevcut iktidarın kadrolarının ne Türkiye’yi, ne Orta Doğu’yu ve ne de dünyayı anlayacak bir entelektüel birikime sâhip olmadıkları gerçeği.
Geriye ne kalıyor, sanırım şöyle bir şey:
Vehhabi Biraderler’e, İngilizlere karşı çıkarlarsa İngilizlerin uçaklarıyla bomba atacaklarını söylerler.
Vehhabi Biraderler’in lideri “Bu uçaklar Allah’tan daha mı yüksekten uçar?” diye sorar ve “Allah’ın daha yüksekte olduğu” cevabını aldığında şöyle karşılık verir:
“Allah’tan daha yüksekte uçmuyorlarsa güzel. Biz inananlarız, Allah da bizi korur!”

Yazarın Diğer Yazıları