Bir Amerikan kabusu; Geronimo olmak
Amerikalılar’ın El Kaide liderini öldürdüklerini iddia ettikleri Pakistan şovu aslında bir “Geronimo” operasyonuymuş... Kod adını “Geronimo” koymuşlar Usame Bin Ladin’in... (Ne Geronimo’dan Bin Ladin, ne de Bin Ladin’den Geronimo olmaz ama “Amerikan rüyası” olmayacak işe amin dedirtme sanatı değil mi...)
Geronimo ile sembolize edilen Kızılderili ruhunu yok edişlerini de, tıpkı o üzerinde çok çalışılmış mizansendeki gibi sahte ifadelerle izlemediler mi yıllarca beyazperdede...
Beyaz ata binmiş iyi beyaz adam, siyah atlı kötü Kızılderili’yi halt etmedi mi izlediğimiz bütün Hollywood yapımlarında...
***
Geronimo, 1800’lü yıllarda vatanını zapt eden “beyaz adam”a karşı verdiği mücadeleyle efsaneleşen son Apache savaşçısıydı Amerika’nın... Bin Ladin ise bir maşa...
Bu yanyana anılamaz hale karşın, yadsınamaz ki, ucunu zihnimize bağladığı bütün kanallardan yaptığı bilgi, ses, görüntü, resim, yüklemeleriyle Bin Ladin’e biçtiği “imaj”, “Geronimo” olmaktı aslında Amerika’nın... Bir kukladan algıda sanal bir direnişçi yarattı kapitalizm bütün imkanlarıyla.
“Amerikalı”nın (hoş hangisinin Amerikalı olduğu konusu ayrı bir tartışma konusu) gördüğü en korkunç kabus olmak... Dondurulmuş bir korku paketi gibi... Biraz kuyruğu titretmesini mi istiyorsun halkının, “deep freeze”den çıkar, biraz çözülmesini sağla... Al sana her dem taze “inancı uğruna ölmeye ve öldürmeye hazır düşman” modeli.. İster oturma odalarına kadar girdiğin televizyonla, istersen de insanı insana insanla anlatma yoluna başvurarak, “İkiz Kuleler” sahnesinde sergilediğin gibi tiyatroyla; dokunmalarına, koklamalarına, dahil olmalarına fırsat tanıyarak uygula...
“Cihat” çağrısı ile sözde bir “değerler, inançlar savaşı” başlatan Bin Ladin’i, inandığı ne varsa yerle bir etmiş, ezmiş geçmiş olan “beyaz adam”a karşı kin dolu Geronimo’nun tahtına oturtmak ne kadar zor olabilirdi ki...
Kafasına tüyler takan adamların yerine, sarıklı, sakallı, cüppeli ve asla “beyaz” olmayan başka bir tür ikame edilecekti alt tarafı.
***
Sonra her yol mübahtı, “kötü adamlar”ı yenebilmesi için vahşi batının kovboylarının...
Geronimo’yu kovalarken yolları onları nasıl tesadüfen(!) altın madenlerine, verimli topraklara ve envai çeşit zenginliğe çıkardıysa... Kısa işgalin kârıydı Bin Ladin’le kovalamaca oynadıkları bu coğrafyada da yollarının petrolle kesişmesi, ne vardı! Hem “ganimet” helal bile sayılırdı!
Nitekim yeni versiyon “Buffalo’nun İntikamı”nda bire bir bağlı kalındı orijinal esere:
Geronimo’yu yakalamayı başaramadıkça öfkelenip Kızılderili kadınlarına, çocuklarına saldıran beyaz adam, Bin Ladin’i yakalayamıyormuş gibi yapıp soluğu Afgan kadınlarının, çocuklarının ensesinde aldı; bombaladı, parçaladı masum milyonları...
“Dumanlı Dağlar’ın sakladığı adam”dı ya Geronimo... Saraylarda büyümüş ve en nihayetinde yakalandığı iddia edilen yer bir villa olmuş olsa dahi, Bin Ladin de “doğal hayat”a uyarlanmalıydı... Ki bir iki set hilesiyle, prenslerin kankası oldu mu sana Tora Bora’nın oğlu!
“Kelle avcıları” olmadan olmaz; Geronimo pek ucuza gitmişti zamanında; Bin Ladin’de beyaz eşyaya endeksli bir enflasyon ayarlaması yapılmış olmalı ki “milyon dolarlara” çıktı ikramiye bedeli! Eee bir de fark var tabii, burada paranın yabancıya gitmeyeceği garanti!
***
Bir tekerleme kahramanıymış gibi yandı bitti kül oldu Bin Ladin... İddiaya göre ve Latif Demirci’nin dünkü karikatüründeki gibi köpekbalıkları CIA görevlilerini filan beklemiyorlarsa okyanusun dibinde, senaryoda ona biçilen en iyi ihtimalle yem oldu!
Peki Geronimo’nun öldürülmesinden bir gün sonra ne olduğunu biliyor musunuz?
Kimse bilmiyor... Çünkü rivayet o ki yerinde “yok”tu. “Dumanlı dağlar”a uçan bir kuş oldu...
Bir daha da kimseler bilemedi cansız bedeninin yerini yurdunu!
***
ABD, hayali bir düşmana karşı kazandığı hayali zaferin kudretini ilan ederken dünyaya, belki asıl bakmamız gereken yer Geronimo operasyonunun arkada bıraktıkları.
Geronimo’nun onurlu mirasını Beyaz Saray dekoruna dönüştürenler, Ortadoğu’da yaşayan milyonlarca Müslüman’ın gözünde Bin Ladin’in mirası varsayılan değerler sistemine ne yapmayı planlıyordur dersiniz...
İbret için 20 Ocak 2009’u hatırlayalım... “Füme renkli” ABD Başkanı Barack Obama yemin ediyordu o gün... Ve Geronimo’nun torunları, mutasyona uğramış, “beyaz atlar”a layık halleriyle eskortluk yapıyorlardı yeni Başkan’a... Beyaz saray soytarısı kılığında, bir zamanlar tek sahibi oldukları toprakların merasim kuklalarıydılar artık...Obama yükseliyordu omuzlarında...
Ne gariptir ki aynı Obama bu kez dönüştürülmüş Ortadoğu’dan havalanan sihirli bir halıyla uçuyor başkanlık koltuğuna...
Ortadoğu’ya baktığınızda, kahramanlaştığını zannettiği her bir dakika Amerikan bezine daha fazla dolanan o güruh içinizi acıtmıyor mu hala?
Kimliksizleştirilen, kişiliksizleştirilen, köleleştirilen, sert kayaların arasındaki mağaralarda “ılımlı” bir anlaşma için şafak sayan insanlara ödemeniz gereken bir borç yok mu acaba; vaya bir özür taşeronluğunu yaptıklarınız adına?
Tam adını bulmuş; ABD’nin yaptığı, başkalarının toprağından, emeğinden, sırtından, kanından, canından beslenen asalak bir yaşam formunu kutsayan bir Geronimo operasyonu hakikaten de..
De... Ben hala bir Marlon Brando bekliyorum filmin finalinde; “The End”in hemen öncesinde...
Brando’nun 7 Mart 1973’teki Oscar törenine, kendisi yerine Kızılderili Sacheen Littlefather’ı göndermesi gibi... Biri çıksın ve -mesela- yıllardır Atlas dergisinin kapak kızı muamelesi yaptığı o Afgan kızını tutup kolundan çıkarsın istiyorum sahneye kendi yerine... Köşesini, ekranını, vicdanını ona terk etsin bir günlüğüne... Ve o kız, bu ülkenin, bu dünyanın bütün “aydın” geçinip de aklı, fikri, yüreği paslanmış karanlık tipleri yerine haykırsın istiyorum bu cümleleri yine: “Biz doğru yapmadık.... Gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gaspetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken onların yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu ki onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu. Fakat öyle bir şey var ki bu sapkınlığın ulaşamayacağı, o da tarihin büyük hükmü. Emin olun ki tarih bizi yargılayacaktır. .”
+++
Nasıl oluyor da yargıdan sinyal gelebiliyor
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ATV’deki Siyaset Meydanı’nda soruları yanıtlarken üniversite giriş sınavı konusundaki son açıklamalardan memnun olduğunu söyledi.
Sürecin yargıda olduğunu vurguladı ve “Yargıdan gelen ilk sinyaller olumlu” dedi!
Başbakan her fırsatta yargının bağımsızlığından, yargıya giden bir konuyu yargı işini bitirene kadar beklemekten söz ediyor.
Ama nasıl oluyorsa oluyor, yargıdan da “sinyaller” alabiliyor demek ki!
Hazırlık soruşturmasının gizliliği bu arada
ne oluyor, bilemiyorum.
Oysa Deniz Feneri ve KPSS soruşturmasından biliyoruz ki Ankara’da savcılıktan bırakın bilgiyi, su bile sızmıyor!
(...)
Savcıların soruşturmanın belli aşamalarında hükümete bilgi vermeleri olağan bir durum mu?
Böyle bir şey mümkün olabiliyorsa, yargının görevini yerine getirirken her türlü siyasi etkiden uzak kalması nasıl sağlanacak?
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++
Hikmetyar da Usame’dir....
Usame Bin Ladin öldürüldü.
Allah rahmet etsin.
Kendisini sevmezdim...
Çünkü Amerikan planlarına hizmet eden bir insan idi...
Komünizme karşı mücadele ederken, ABD’ye çalışıyordu.
(...)
Komünizm bitirilmişti... Artık:
Medeniyetler Çatışması’na ihtiyaç vardı.
Çünkü doğudaki medeniyet petrol denizinin üstünde oturuyordu.
Batı’daki ise silahın sahibi idi.
Bu yüzden İkiz Kuleler vuruldu...
Oğul Bush kükredi: ’Yeni bir Haçlı Savaşı başlatıyorum’
Başlattı da... Usame üzerinden yürütüldü bu iş.
***
Onlar Usame’nin nerede olduğunu iyi biliyorlardı.
İstedikleri zaman alabilirlerdi.
Sırası şimdi gelmişti...
Unutulmak üzere olan Usame vuruldu ki çöken Obama yeniden prim yapsın. Bakın Amerika baştanbaşa sevinç içinde...
Bayram yapıyorlar..
***
Peki bizim Müslümanlara ne oluyor?
Var mı bu dinde ölen bir insanın ardından böyle konuşmak?
Kuran-ı Kerim kimi eleştirir?
Firavun gibi, Nemrut gibi, Lut kavmi gibi, İrem kentinin kralları gibi insanları eleştirir.
Ey Müslümanlar elininizi vicdanınıza koyun da cevap verin:
Kim benziyor Firavun’a?
Usame mi Obama mı?
***
Eğer bir benzetme yapacaksak...
Usame’yi Gulbettin Hikmetyar’a benzetebiliriz.
Siz ki Hikmetyar’ın dizinin dibinde oturun...
Usame’ye ise hakaret edin.
Amerika aferin desin, diyerek...
İşte siyasetin insanı ne hale getirdiğinin acı ve açık bir örneği...
Hey gidi ılımlı Müslümanlar hey! Kıbleyi mi şaşırdık nedir?
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Amerika, yerini belirlediği Usame’yi kolaylıkla paketleyip, Washington’a getirebilir, orda yargılayabilirdi... Hukuk da denizin dibini boyladı.
Hıncal Uluç / Sabah
+++
Washington’da açıklanan bir rapora göre Türkiye, basın özgürlüğünde “yarı özgür” kategorisinde yer almış.
Doğru... Bazen iktidarı eleştiren bir yazı yazmaya koyuluyor, yazının yarısında korkuya kapılıp derhal vazgeçebiliyorsunuz...
Haldun Ertem
+++
Yolsuzluk tamtamları
Sayıştay teftişi sonucu İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilgili raporlar hazırlanıyor. Raporlar belediyede yolsuzluk iddiaları içeriyor.
Normal bir hukuk devletinde bu durumda ne olur? Adı geçenler hakkında dava açılır.
Bizde son yıllarda öyle olmuyor. Hele de, belediyeler CHP ya da MHP’li ise, başka şeyler oluyor.
İzmir’le ilgili Sayıştay raporları önce üç yandaş gazetede yayınlanıyor, yolsuzluk tamtamları çalınarak.
Bu yayınları savcılık ihbar kabul ediyor, mali polis gidip belediyeyi basıyor.
Pek çok kişiyi gözaltına alıyor. Ne zaman?
Seçime kırk gün kala.
Seçime kırk gün kala başka belediyeler hakkında da yolsuzluk iddiaları var. Üstelik bunları ana muhalefet lideri günlerdir her mitinginde dile getiriyor. Oraya mali polis baskın yapmıyor, savcılık harekete geçmiyor. Çünkü, o belediyeler AKP’li.
Ve burası hukuk devleti.
Yalçın Doğan / Hürriyet
+++
KISA KISA...
Künyeler değişti...
Doğan Grubu’ndan Demirören-Karacan ortaklığına devri yapılan Milliyet ve Vatan gazetelerindeki ilk değişiklik künyelerde oldu. Milliyet’in “kurucu” sıfatıyla Ali Naci Karacan’ın adının da yer aldığı dünkü künyesinde, imtiyaz sahibi DK Gazetecilik gözüküyor. Serdar ve Zafer Mutlu isimlerinin silindiği Vatan gazetesinin künyesinde ise yayın sahibi olarak Bağımsız Gazeteciler Yayıncılık AŞ yer aldı.
İlk veda Şener’den
Demirören-Karacan ortaklığına geçen Milliyet ile yollarını ayıran ilk isim Ümraniye soruşturması kapsamında iki aydır cezaevinde bulunan Nedim Şener oldu. Murat Sabuncu, yeni yönetim tarafından işten çıkarıldığı iddia edilen Şener’in, bu kararı, Doğan Grubu’nda kalmak için kendi isteğiyle aldığını açıkladı. Bu gelişme sonrasında Şener halen Doğan Grubu bünyesinde bulunan Posta gazetesinin kadrosuna alındı.
Olacak o kadar
Yoğun iktidar baskısı dolayısıyla geçtiğimiz yıl Fox Tv ekranına da veda etmek zorunda kalan “Olacak O Kadar” geri dönüyor. Levent Kırca bundan böyle perşembe akşamları 20.30’da ve pazar günleri 16.00’da Ulusal Kanal’da...
Mengi Sözcü yolunda
Medyada bir çok ağır topu yerinden oynatacak gibi gözüken devir işlemi sonrasında eşi ile birlikte Söcü gazetesinden trasfer teklifi aldıklarını açıklayan Ruhat Mengi, Vatan’ın yeni yönetiminden herhangi bir baskı veya rahatsızlık hissetmeleri durumunda bunu değerlendireceklerini ifade etti.