Binbir mihnetle bitermiş medresenin gülleri
Balkan acısını, seferberlik çilesini çeken neslin çocukları onlar... Acılı kuşağın acılı çocukları yani... Öyküdür aslında onların türküleri ve yaşadıkları roman... Peki ya torunlar? Yani üçüncü kuşak, yani Cumhuriyet yıllarında doğanlar... Onlar da bu acıyı devralmışlar, onlar da İkinci Dünya Savaşı’nın darlıklarını, kıtlıklarını, karneli yıllarını yaşamışlar. Ve nerelerde, ne tür mekânlarda yaşamışlar, bilseniz. İstanbul’un orta yerinde o medrese mesela... Adı Hacı Beşir... Atılmışların, itilmişlerin, ezilmişlerin, düşmüşlerin sığınağı... Medrese hücrelerini ev-bark niyetine kullanan şehre küskün, şehirden dışlanmış onlarca aile...
Nimet Erşahin çocukluğunda işte o medresede yaşamış anası, babası ve de sefilleri birlikte oynadığı medresedaşlarıyla. O medresede dinlediklerini, yaşadıklarını, gördüklerini istiflemiş belleğine ve yıllar sonra, romana dönüştürmüş bütün bunları. Roman bir özyaşam öyküsü olmasının yanı sıra, tarihe de önemli, anlamlı ve gerekli ayrıntıları da sağlıyor. Yazar, bu yaptıklarını şöyle gerekçeliyor: “Evet, hayat sadece bize ait değildir. Kişiye özel sandığımız hayatların içinde; bizi bütünleyen, tamamlayan, hayatımıza anlam kazandıran binlerce hayat vardır. Yakın çevremizden başlayarak genişleyip bir kez selamlaştığımız insanlar bile bir yerinden bize ait sandığımız hayatın içine dahil olurlar. (...) Bir de mekânlar kimi zaman bir sokak bütün hayat olup çıkıverir karşına. Yaşanan yerler yaşayanlardan daha önemli olur.”
Bu medreseden binbir mihnetle birçok çile gülleri yetişmiş rengârenk, katmer katmer, aydınlık ve uygarlık kokulu. Tutunmuşlar hayata, onca mihnete karşın başarmışlar. Erşahin, başaranlardan biri. Başarısını yazmak mutluluğuna eriyor şimdi de.
Kora Yayınları’ndan çıkan bu romanı herkese, ama özellikle kızlarımıza, kadınlarımıza tavsiye ediyorum.
Tekizoğlu Hoca’nın düşünce ikliminde...
Adı eski antolojilerde kalan bir bayan şair vardı: Türkan İldeniz. İklim dendi miydi, İldeniz’in belleğime çakılı şu dizesi gelir yadıma: “Senin ikliminde açmıyor çiçeklerim”. Selahattin Tekizoğlu dostumun “Düşünce İklimi” (Senih Yayınları) adlı eseri de ilk anda bu dizeyi çağrıştırdı, ancak okumaya başlayınca; ruhum da, bedenim de elverdi bu iklime, “Açıl saçıl gül çiçek” türküsüyle serpildi çiçeklerim. Tekizoğlu, her çiçekten bal özü almış, ballar balını bulmaya çalışmış. Özellikle dinsel konularda denilmeyenleri demeye ceht göstermiş. Biraz açayım bu son dediğimi. Bakın neler diyor Tekizoğlu Hoca:
-Dört türlü dincilik vardır. Bunlar sırasıyla 1-Menfaat Dinciliği, 2-Siyaset Dinciliği, 3-Hıyanet Dinciliği, 4-Cinayet Dinciliği.
-Hacca gidenlerin kazançlarında kamu malı varsa onların yaptıkları hac geçersizdir. Hazreti Peygamber, kamu malı suçlusu olanların hiçbirinin cenaze namazını kılmamıştır. (...) Çok merak ediyoruz: Acaba ülkemizde cenazesi kılınmayacak ne kadar kamu malı hırsızı var?
-Araplara Arapça öğretecek kadar Arapça öğrenmişizdir, ne yazık ki İslam dinini öğrenememişizdir.
-Rahmetli anacığımın başörtüsü, buram buram sabun kokardı, temizlik kokardı. İnsanlık, İslamlık kokardı. (...) Günümüz türbanında ise koku-moku yok... Bilakis birçoğunda gurur, kibir, gösteriş, riya gibi şeylerin koktuğunu hissediyorsunuz.