Bilinmeyen sorular... Bilinmeyen cevaplar...

Önce Başbakan Tayyip Erdoğan gitti, ardından da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Harp Akademileri’nde general adaylarına “savaş” nutukları attılar.
Başkentin puslu siyasi kulislerinde hâlâ bu konferanslarda söylenenler tartışılıyor.
Her kafadan bir ses çıkıyor..
Başkomutanın ve de Başbakanının basına yansıyan sözlerinden “ne için, kimle savaşa hazırlanıyoruz” onu bir türlü anlayamadık.
Diyeceksiniz ki; “Kör müsün.. İran’la, Suriye ile, Irak ile olup bitenleri görmüyor musun?”
Görüyorum da benim sivil vatandaş sıfatıyla gördüklerim pek anlam ifade etmiyor.
Sıfır sorundan bugünlere geldik...
Bu hal ve şartlar içinde askerlerin, biz sivillerden daha fazla bilgi ve vizyon sahibi olmaları gerekir.
Başkomutan ile Başbakanı iki günde askere gerekli “vizyonu” ve doyurucu bilgileri verebildi mi?
Bilemem!..
Bildiğim bir şey var..
O da Harp okullarında konferans gelenekleriyle alakalı.
Harp okullarında konferansları ya Başkomutan sıfatıyla Cumhurbaşkanı verir ya da konusunda uzman kimseler. Bu uzman kimseler eski siyasetçi de olabilir. Dikkat edin “eski siyasetçi” diyorum. Bunun örnekleri geçmişte çok oldu. Askeri geleneğimizde Başbakan, resmi siyasetçidir. Askere nutuk atması, ders vermesi pek olağan ve normal karşılanmaz.
Her neyse!..
Necdet Özel Paşa böyle takdir etmiş...
Fakat, gözlerden yine kaçırılan bir noktaya dikkat çekeceğim. Harp okullarında usuldür. Konferansı veren kimseye belirli bir zaman içinde özgürce sorular sorulur. Başbakanın yaptığı konuşma tümüyle basına kapalı idi. İçeride yaptığı konuşmayı sızdırtmadan öğrendik.
Sağ olsun. Cumhurbaşkanı bizi fazla merakta bırakmadı. AA ve TRT’yi içeri alıp ne dediğini resmi olarak açıklatmıştı.
Soru cevap bölümlerinde ne oldu?
Bu satırları yazdığım dakikalara kadar bütün açık kaynakları didik didik ettim. Bir şey bulamadım.
Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının ardından soru cevap bölümü ile ilgili kulağıma gelen bazı bilgiler var. Ben de sormak isterim ki;
- Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının ardından izleyicilerden biri, “Suriye politikası, bir İsrail politikası mıdır? Yoksa ABD politikası mıdır? Yoksa İsrail-ABD ortak politikası mıdır?” diye sordu mu?.
- Başbakan bu soruya herhangi bir yanıt verdi mi veya cevaplamadan geçiştirdi mi?
- Kabil’de düşen helikopterimiz gündeme geldi mi?
- “Helikopter kazası” ile ilgili soru sorulduysa, Başbakan ne cevap verdi?
Herhangi bir yetkili bunlara bir açıklama getirirse köşemde aynen yer vereceğim. Cumhurbaşkanının konuşmasının ardından 45 dakika soru cevap olduğu resmi olarak açıklanmıştı. Ne olup bittiğine dair sağlam kaynaklardan henüz bilgi yok.
Kabil’deki “helikopter kazası” ile ilgili buradan, benim de bazı sorularım olacak;
- Şüpheli kaza ile ilgili ilk giden kaza-kırım ekibinden sonra Genelkurmay Başkanlığı Afganistan’a sadece sivil uzmanlardan oluşan ikinci bir ekip gönderdi mi?
- Bu ekibin, “Olay kaza değil. Yazılıma yapılan müdahale ile helikopterin motorları kilitlenmiş” şeklinde bir ilk rapor verdiği doğru mu?
Başkentte soru çok. Cevaplarını ise bir bilen yok!..
Bize de yine ABD veya Ankara’daki Büyükelçiliğinden yapılacak açıklamaları beklemek düşüyor!..


Farklı bakış

Yazımın ilk bölümünde ele aldığım Harp Akademileri konferanslarındaki  “vizyon” konusunu ve yeni dış politik stratejilerimizi, görev süresi içinde bu konferansların tamamına yakınına katılmış emekli bir paşaya sordum. İşte o yorum: 
“Herkes kendi çıkarları açısından bakıyor olaya. Biz yalnız kendi çıkarlarımız açısından değil, başkalarının da çıkarlarını kollamak üzere bakıyoruz. İran kendi projelerini, kendi ulusal çıkarları çerçevesinde yürütüyor. En büyük hasmı olan, en büyük düşmanı gözüyle bakan ülke İran’ın gözünde İsrail. Tabii bölgede İsrail gibi bir ülkenin elinde nükleer imkan kabiliyeti varken İran’ın kendi elinde bir şey olmayışı onu düşündürüyor. Dolayısıyla her ne kadar enerji vs. diyorsa da görünen o ki; ileriye dönük aklında nükleer silah sahibi olmak var. Bu itibarla, o sırf kendi ulusal çıkarları çerçevesinde düşündüğü için kendi hamlelerinde haklıdır. Biz ise hem bölgede mücavir alanda onların, yani bitişik topraklarında yaşayan bir ülke olarak Orta Doğu’da sözümüz olsun istiyoruz. En azından bir bölge gücü olduğumuzu ispata çalışıyoruz. Uluslararası ilişkilerde de bunu ön plana çıkararak düşünmeye veya fikir üretmeye çalışıyoruz. Ama aynı zamanda İran da Türkiye ile bölgede bir bölge gücü yarışında. Orta Doğu’da İran, Türkiye, Mısır, bu üç ülke de yeri geldiğinde bir bölge gücü hatta uluslararası bir güç kazanma yarışında olan ülkelerdir. Bunları dikkate aldığımız zaman bazı şeylerimiz çatışır, bazıları da uyuşur. Biz bu noktadan düşünmek durumundayız. İran bölgede sıkıntı çeken ülkelerden birisi. Çünkü çok kişilikli bir siyaset izliyor. Kendi ulusal çıkarlarını her şeyden önde tutuyor. Kimseye bağımlı olmadan düşünme kabiliyetinde. Bizim ise öyle bir lüksümüz yok. Çünkü öyle veya böyle Batı dünyasının etkisinde kalan bir ülkeyiz. Bu etki, bizim ulusal çıkarlarımızı tam kendi bölgemizde kendi düşüncemiz çerçevesinde koruma kabiliyetinde olmayan bir durumumuz var. Bizi sıkıntıya sokan bu. Bizim de onlarla müşterek hareket etme zorunluluğumuz bizim ve İran’ın bazı noktalarda karşı karşıya gelmemize sebep oluyor. Bu bakımdan bu konuda şöyle olur, böyle olur demek mümkün değil. İran’la bizim ilişkilerimizi etkileyen en büyük etken Batı dünyası. Batı dünyası içinde de ABD’nin tutumudur. Bizim için aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık vaziyetinde bir noktadayız. Bu tabii çok iyi manevra isteyen bir olay. Şimdiye kadar fena gitmiyordu Türkiye açısından. Şimdiye kadarki genel durum, her ne kadar İran bazı serzenişlerde bulunuyor ise de Türkiye’nin bundan daha fazla şansı, lüksü de yoktu.
İran’la dini açıdan, bölgede iyi geçinen Suriye... Suriye’nin durumu da ilişkileri etkiliyor. Suriye’nin durumunda Türkiye’nin baştan beri tutumu yanlış. Çünkü senin bu coğrafyayı değiştirme şansın yok. Burada bir devlet yaşıyorsa, bir ulus yaşıyorsa bu ulusla senin ulusun iyi geçinmek durumunda. Aksi halde çatışmalara sebep olur. Şimdi onun yönetimini tamamen dışladık, halkına sahip çıkmaya çalışıyoruz. Suriye halkının gördüğümüz tabloya göre en az yüzde 70’e yakını da mevcut yönetimden memnun gözüküyor. Bir avuç da olsa eline silah alıp terör bilmem ne yaratan bir kitle varsa, bununla da mücadele etmeye kalktığı zaman dış dünya mevcut yönetimi kötülüyor. Zaten beklentisi, öbür adamların eline silah vermiş veya bir şekilde kışkırtmış olan zaten dış dünya. Dolayısıyla bu dengeyi tam göremedik.”

Yazarın Diğer Yazıları