BIÇAK YARASI GİBİ

Yeniçağ’ın dünkü manşeti, terör örgütüyle devleti muhatap kılma ve yargıyı, askeri, toplumsal muhalefeti terörize etme girişimleri ekseninde ‘kutuplaşan’ gazete manşetlerinin üzerine vurulmuş mühür gibiydi:
“Bölünmüştür”
Tıpkı yüksek güvenlikli alanlara
sızmayı önlemek için yapılan denetimin etiketi gibi: “Görülmüştür!”


Ahlaklı ile ahlaksız
Silivri’de yargılanan sanıklar veya yargılandığına inandıkları zihniyet ile aralarında bağ kuran insanlar kimi gazeteleri yuhaladılar. ‘Ahlaklı / ahlaksız’ medya ayrımı yaptılar. Düşünme ve algılama yapıları “görülmüş” olan ‘ötekilerin’ sorgulamadan okuduğu gazetelerin bir onay mekanizmasından geçtiğine inanıyorlardı: “Görülmüştür, bölebilir!”
Çünkü o gazeteler ‘temel çelişki’ üzerine kafa yorulmasını önlemek için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlardı. Devletin, kurumlarının varlık nedeni ‘sonuçlar’ üzerinden sorgulanırken, toplum vicdanında meşruiyeti tartışmasız olan ‘sebepler’in üstü örtülüyordu. Ortaya “katil asker” fotoğrafı çıkıyordu. Bu ortamda “tefekkür” ile “muhakeme”yi diyalektik safhasından koparmak, süreci, milli mücadelenin Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’ü “tek başına bir ölüm makinası” ilan etme noktasına getirmez miydi?


Ayrışma adresi
Bölünme dış basının umud ettiği gibi “muhafazakarlar” ile “laikler” arasında değil; bu tehditi kavrayanlar ile kavrayamayanlar arasındaydı. Kutuplaşmanın kaynağı Cumhurbaşkanı tarafından itiraf edildiği gibi “siyasi”ydi. Financial Times ve Amerikan The Wall Street Journal’ın “bölünme” öngörüleri yanlış kavramlarla yapılsa da doğru durum tespitleriydi. Çünkü dün medyanın fotoğrafı şöyleydi:
Cumhuriyet; tutuklamaların yüzde 40’ında imzası bulunan Haşıloğlu ile ilgili reddi hakim talebine yer verdi. Sözcü; ‘Paşalar yargılanıyor, Apo ödüllendiriliyor’ dedi. Vatan; sivil yargı bağımsızlığının sorgulanmasına neden olan atama krizini büyüttü. Radikal; “Hukuk devleti kazansın”. İsmet Berkan bu manşetin nedenini “manipülasyona açık ortamda doğrulardan emin olamamak” diye özetledi.
En büyük gazeteler, en büyük kaybedenler olmamak için “görülmüş” haber sorumlularına devrettiler konuyu ve sayfalar alt üst oldu: Gül manşete, asrın davası aşağılara...
Bugün; “Kıyamet kopmadı” diyerek, Yenişafak, Taraf ve Vakit paşaların sağlık sorunlarını inandırıcı bulmadıkları imalarıyla, Star “Savcılar baskı dinlemedi” biçimindeki, iddianame içeriğini bir inatlaşma mahsulü gibi algılatan manşetiyle, Zaman ise hodri meydan havasındaki “İşte Ergenekon’un bombaları” haberiyle dikkat çekti.


Cin şişeden çıktı
Sabah’ın manşeti gibi “Cin şişeden çıktı.” Bu ifade son dönemde kullanıldığı olaylar akla gelince sanki belli durumları kortarmak için kullanılan bir kalıp gibi. Rıza Pehlevi İran’daki sivil gençlerin eylemlerini desteklemek, Ahmet Türk “tarihi fırsat”ı yakalayacaklarını işaret etmek için aynı sözü seçmişti.
Peki bu şişe cini nerelidir dersiniz?
Güngör Mengi’nin tabiriyle mulahifleri içine çeken vakumlu süpürgeye benzeyen bu cin, yüzyıldır intikam duygusuyla büyüyen bir “Türkiyeli” mi?
Yoksa okyanusa salınan ve boğaz operasyonunda bulunmak üzere Marmara kıyılarına vuran bir yabancı mı?
Cevabı en korkutucu olan soru ise; Her iki halde de, toplumu temel değerleriyle ilgili doğru ve yanlışlar noktasında tepetaklak eden bu cinin bıçak yarası “bağımsız yargı”nın merhemi ile iyileşse bile...
“Görülmüştür” damgasıyla ‘kurtarılmış toplum metası’na dönüştürülen onca insanın duyularına yeniden işlev kazandırmak mümkün olabilecek mi?
Bugün çatışan iki kutuptan herhangi biri, yarın birlikte almaları gereken ilk keskin virajda, serbest çağrışımı depreşir de bugünlere dönerse, aynı intikam hissiyle diğerini uçuruma savurmaz mı?
Türkiye’nin bölündüğünü tespit etmek için dahi olmaya gerek yok ama dağılan parçaları iz bırakmadan birleştirebilmek için Cumhuriyeti kuranların dehasına ihtiyaç olduğu muhakkak.

++++++

RÖVANŞ REPLİĞİ
“Vatana ihanet ettiği, çete kurduğu ve devleti yıkmaya çalıştığı için, 200 küsur sene hapsi isteniyor sayın seyirciler...”

Temmuz gecesi... 19’u 20’sine dönüyor usul usul.
Akdeniz’in göbeği... Bir balıkçı teknesi... Pata pata, yarıyor suları.
“Vakit tamam” diyorlar. 10 kişiler... Başlarında o. Henüz üsteğmen. Üzerinde kamuflaj, ayağında postal, sırtında su almasın diye naylonlara sarılmış hafif silahları, mühimmat... Bakıyor takımına, sözler yetersiz, sarılıyorlar, olur a, yakalanırlarsa, teslim olmaya niyetleri yok nasıl olsa... Helalleşiyorlar.
Yüzüyorlar... 3 kilometre... Kamuflaj, postal, cephane, ıslanınca oluyor bin kilo sanki... İlk hedef, hellim peyniri kolilerinde getirilen ve balıkçı mücahitler tarafından Beşparmak’ın eteklerine gizlenen telsizler... İlk temas kuruluyor, “Vardık...”
Sonraki hedef, tepeci adı verilen, gözcüler... Geleceğimize pek ihtimal vermiyorlar ama, gene de tedbiri elden bırakmıyorlar... Tepeliyorlar tepecileri birer birer, silah yok, gürültü yok, elleriyle; ruhları bile duymuyor.
Adana, Konya ve Antalya’dan kalkan jetlerimizin homurtusu Kıbrıs semalarını yırttığında, saatler 05.25’i gösteriyor... Balyoz inmek üzere... Rum’un kafasına dank ediyor ama, iş işten geçmiş... 35 dakika sonra, C-47 ve C-160’larımız görülüyor. Kapılar açılıyor...
Zirveye yakın o sırada. Beşparmak’ta. Kaldırıyor kafasını üsteğmen. Gülümsüyor. EOKA’nın kara bulut gibi çöktüğü Kıbrıs’ın gökleri, beyaz baloncuklarla kaplanıyor. Türk paraşütçüsü yağıyor. Sağanak.
Ve, 35 sene sonra... Gene bir 20 Temmuz sabahı... Zaman ne çabuk da akıp gitmiş, orgeneral olmuş, ordu yönetmiş, çok kritik bölgelerde, sayısız görevlerde, tarifsiz fedakárlıklarda bulunmuş, o üsteğmen... Açıyor televizyonu ki, 35 sene önce henüz dünyaya bile gelmemiş olan genç muhabir, Silivri Cezaevi’nin önünden onu anlatıyor:
“Vatana ihanet ettiği, çete kurduğu ve devleti yıkmaya çalıştığı için, 200 küsur sene hapsi isteniyor sayın seyirciler...”
* Yılmaz Özdil / Hürriyet


++++++

‘Bugünler alnımıza kara harflerle yazılacak’
ÇOCUKLAR bugünleri tarih kitaplarından okuduklarında şaşıracaklar ve asla saygı duymayacaklar köklerine...
Türkiye kendi tarihinin kara sayfalarını yazıyor bugünlerde...
Nasıl olur?..
Yüz kızartıcı suçlardan sanık (şüpheli) olanların tümü dışarda:
Suistimal... Sahtecilik... Yalan beyan... Zimmete para geçirme... Nitelikli dolandırıcılık... Resmi belgede tahrifat... Sahtekârlık... Dolandırıcılık...
Liste çok uzundur; aynı zamanda dini duyguları kullanarak “laiklik karşıtı eylemlerin merkezi olmak” gibi...
Ama cumhuriyet endişesi
duyup bir çaba harcama gereğini duyanların tümü hapishanelerde yargılanıyorlar...
Kim anlatacak bunu topluma?..
Muhalefet yayını yapan üç televizyon:
Kanal-B... ART... Biz TV...
Üçünün de sahibi içerde, tesadüf müdür bu?..
Türbana karşı çıkarak laiklik endişesini dile getiren dekanların-rektörlerin hepsi sanık... İktidar karşıtı ağzını açan sivil toplum örgütü önderlerinin tamamı mahkeme kapılarında sürünüyor... Kafası-kıçı oynamayan ne kadar yazar-gazeteci-aydın varsa alıp götürdüler...
Ama zimmet, yalan beyan, suistimal, sahte belge düzenlemek, dolandırıcılık, sahtekârlık suçlarından sanık (şüpheli) olanlar yargılanamıyorlar.
Tersine Türkiye’yi yönetiyorlar...
Bu nasıl olur?..
Elbette tarih kitapları bunları
yazacak... “Yüz kızartıcı suçların” itibarlı ve iktidar olduğu... Ama “Atatürk ve devrimlerini ağzına alanların” suçlu sayıldıkları bugünler, iri harflerle yazılacak Türkiye’nin alnına... Tarihin kara sayfalarının yazıldığı günlerdir bugünler...
* Bekir Coşkun / Hürriyet


++++++

AKP yedi yılda ne varsa yedi
AKP, Gül’üyle RTE’siyle az zamanda çok büyük işler yaptı... Ekonomi yüzde 13 küçülüverdi.. Ekonomi yüzde 13 küçülünce -ne gariptir- bizimkiler yüzde 13...
Türkiye Cumhuriyeti devletinde her dört gençten biri işsiz... Ama işsizin hesabını iktidara soracak emekçi muhalefeti yok...
Ya öğretim?.. Ya
eğitim?..
Öğretmenin canına okumak yetmedi, öğrencinin de canına okundu...
’Yedi’ yıllık iktidardan geriye bir sözcük kaldı:
’Yedi’...
Hısım, akraba, taallukât, yenge, yeğen, damat, yandaş, yalaka kim varsa yedi... Yiyerek yedinci yıla ulaştılar AKP kodamanları... Hiç utanma arlanmaları da yok, ortalıkta dolaşıp nutuk atıyorlar...
Eğer bir süre sonra bugünlerin tarihi yazılırsa özeti tek tümcedir: AKP yedi yılda ne varsa yedi... Bu marifetlerinden dolayı hepsini tebrik ederiz...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet


++++++

GİZLİ TANIK

Adaletin katli günahtır
İktidarın Ergenekon üstünden siyaset yapma günahını terk etmesi gerekiyor.
Başbakan bu sömürü aracından vazgeçer mi bilemeyiz ama “günah” sözcüğünü özellikle seçtim. Çünkü adaletin katlinden doğan günahların onu korkutacağına inanmak istiyorum.
Dün Hürriyet’te iki “gizli tanık” ifadesi vardı. PKK’lı iki itirafçı bir ay önce Diyarbakır Savcılığı’na şu bildirimi yapmışlar:
Vatanına ihanet etmiş suçluların yapacağı “gizli tanıklık”lara hemen inanmak adalete ve insan onuruna karşı cinayettir. Seçilmiş bir savcı üstüne kurulması ve gizli tanıklardan fazlaca yararlanılması Ergenekon yargılamasını sakatlıyor. İyi bir amaç için dahi olsa kötü araçlar kullanmak adalete yakışmaz!
* Güngör Mengi / Vatan


++++++

Tepelemişler
GAZETELERDE Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Ergenekon’u tepeledik, farkında mısınız” sözleri yayımlandı.
Arınç, bir avukat olduğu için henüz görülmemiş bir davanın bitmiş sayılmayacağını da biliyor olmalı. Aynı şekilde, süren bir davada adil yargılamayı engellemek diye bir suçun varlığından da haberdar olmalı. Dava görülecek, savcı kanıtlarını ortaya koyacak, sanıklar savunma yapacak, karar verilecek, karar temyize gidecek. Uzun bir süreç var önümüzde ama Başbakan Yardımcısı kararını vermiş, sanıkları çoktan mahkûm etmiş durumda! Ya bizlerin ve mahkemenin bilmediği bir şeyi biliyor ya da davayı kamuoyunun gözünde “bitmiş gibi” göstererek siyasi rant elde etmeye çalışıyor.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet


++++++

MİNİ YORUM
Savaş Tanrısı

Nicolas Cage’in bir silah tüccarını canlandırdığı filmin adı ‘Savaş Tanrısı’ydı. Önceki gece tekrarı yayımlandı. Dünyanın bütün kurgu darbeleri, çatışmaları, kaoslarını çıkaran, iki tarafın da kaybetmesi için on yaşında çocuklardan profesyonel askerlere kadar herkesin eline verilen silahların hikayesi anlatılıyodu. Amerika’nın Barış Suçları dizisinin mini özeti olduğunu farkettim yeniden izlerken. Silah satıcısının “hukuk”un karşısında bütün kibiriyle “seni yapanın da bana ihtiyacı var” demesi ve elini kolunu sallayarak cinayet işletmeye dönüşü herşeyin özetiydi işte...

Yazarın Diğer Yazıları