Bıçağı yalayan ayı
Bir yangın anında köpük yüklü söndürücüleri, kum dolu kovaları, su kaplarını dışarı fırlatan birine deli yahut (kundakçı ile işbirliği yaptığından şüphelendiğiniz için) hain dersiniz de, devlet gemisini batmaktan ve ülke gemisini dağılmaktan kurtaracak, milleti bir arada tutan değerlerin gemi kurtulsun diye bir bir denize atılmasına kiminiz demokrasi, kiminiz açılım, kiminiz laiklik dersiniz, biz de bunu içimize sindiririz, seyrederiz, hazmederiz, öyle mi?
Özetleyelim...
Önce, Haçlı müstevliyi bu topraklara geldiğine kim bilir kaçıncı kez pişman eden değerler bir bir gemiden atıldı. Oysa o değerler geminin gövdesi idi, altından söktüler, gövdenin yanından söktüler, bereket tayfalar şuurlu idi de, söküldükçe açılan deliklere sırtlarını verdiler, ellerindeki avuçlarındakini tıkadılar, denizin dibi boylanmadan bugünlere gelindi. İki de bir gemiyi torpilleyenler, rotasına mayın döşeyenler değil, kendini gemisine vakfetmiş, batan geminin mezarı olacağını çok iyi bilen tayfalar hedef seçildi, itildi-kakıldılar, horlandılar, onların takkesi Siyonist’in kipasından daha tehlikeli görüldü, tayfanın hilali değil gemiyi ele geçirmek isteyen korsanın haçı itibar gördü, zihinleri vaftiz olanlar baş tacı edilirken boy abdesti alanlar hedef tahtası haline getirildi.
Hikâye uzun, özeti hüzün..
Sonra bugünlere gelindi, bu günler ne günler derseniz, ibretlik günler deriz. Bugünler, darmadağın olmuş malzemelerden Nuh Aleyhisselam gibi bir gemi yapıp kavmini kurtaran kaptanın kurtulan tayfaların evlatları tarafından denize atıldığı günler.. Kurtuluşu gemiye sahip çıkmakta değil de yakındaki dağa sığınmakta görenler, dün eleştirdikleri şeyleri yapanlar ipi elinde tutuyor, bir tarafın kaptan deyince anladığı rakı ve laiklik, diğer tarafın kaptanın adını duyunca aklına gelen Hilafetin kaldırılması ve Lozan’ın hezimet sayılması. Rakıcıların ve ille de laiklik diyenlerin akıl hocası da müstevli Batı, ille de Hilafet deyip, Lozan’ı küçümseyenlerin rotası da... Nasıl da kafa kafaya tokuşturuyorlar, onlar bu işi iyi biliyor, buzula keskin bıçaklar yerleştirip üzerine kan döken, kanın kokusuna gelip bıçağı yalayarak kendi kanını akıta akıta doyacağını sanarak postunu kurşunla deldirmeden avcıya teslim etmesini sağlayan kutup ayısı avcıları bunlar, tilki aslanı işte böyle boğuyor.
İki tarafın ipleri de aynı ellerde...
Bir taraf suçu devlette, bürokraside ve askerde görüyor, diğer taraf faturayı halka ve onun değerlerine kesiyor...
Ve tabi gemi yine ve hâlâ su alıyor!
Devleti suçlayanlara diyoruz ki, bu devlet Ankara’da 1920’lerde kasasında beş kuruş yokken, askeri ve silahı mevcut değilken kuruldu, teşkilâtlandı ve müstevlileri denize döktü. Sizin şimdi her şeyiniz var ve kasanızda 130 milyar dolar nakdiniz, zengin bir milletiniz bulunuyor; elinizden gelen bu mu? Öyleyse eğer siz o gün ülkeyi yönetiyor olsaydınız kesin mandacı olurdunuz.
Milleti ve onun değerlerini suçlayanlara dönüyor, bu millet o değerlerle bin yıldır bu topraklarda ve o değerlere sarılarak İngiliz’inden Fransız’ına, İtalyan’ından Yunan’ına kadar zamanın güçlerini dize getirdi diyor, soruyoruz: Sizin Siyonist ve Haçlı yüklemelerle millete tepeden bakarak ve ona sırtınızı dönerek 1920’li yılların bir milyon katı daha fazla imkânlarla yapabildiğiniz bu kadar mı? Öyleyse sizler 1920’lerde o makamlarda olsaydınız siz de kesin mandacı olurdunuz, çünkü peşinizden kimse gelmezdi.
Ey “taraf”lar...
Siz kendinizden memnun olabilir, gurur da duyabilirsiniz...
Biliniz ki, zannettiğiniz gibi değilsiniz..