Biat kültürü böyle başlar

Bugüne kadar kaldırım taşı yenilemekle uğraşanlar bu kez “kentsel dönüşüm”ün hakkını verdi: Türkiye’nin iki fikir kalesinin içi boşaltılyor. Üniversite öğrencileri modern tabutluklara sürgün ediliyor

Zaman Gazetesi’nden Sedat Güneç’in haberine göre, YÖK Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt Kampüsü’nü lisans eğitimine kapatmayı planlıyormuş. Bu kararın alınmasına gerekçe, karşıt görüşlü öğrenciler arasında meydana gelen çatışmaları engellemekmiş. Kampüsler ’kongre merkezi’ne dönüştürülecekmiş.
Üniversite politik ve dini baskı unsuru olmadan tartışmaya olanağı sağlar. Akıl, duygunun önüne geçer. Aklıkullanmayı emreden bir dini, akla sahip olduğunun bile bilincinde olmayan robotlar üretmek için sömürenler üniversiteden hoşlanmazlar... Mücadelelerini semboller üzerindeki çatışmalarla kazanacaklarını düşünenler, kazanamayacaklarını bildikleri cephelerin de sembollerini yıkmaya çalışırlar... Dolayısıyla bu girişim gerçek olursa sanmayın ki içi boşaltılan binalar olacaktır... İçi boşaltılan, evrensel manada üniversite ve akılcılığın sembolü, Türkiye özelinde ise bir gelenektir...
Öyle bir gelenek ki, 95 yaşında, Meclis önünde ’topraklarımızı sattırmayacağız’ diyen çılgın ihtiyarları yetiştirmiştir...
Öyle bir gelenek ki, gençlere bağımsızlığı İngiliz işgal karargahı binasında, “İnkılap Tarihi” dersi vererek, öğretmiştir..
Öyle bir gelenek ki, Milli Mücadele yanlısı aydınların işkenceden geçirildiği salonlarda yeniden aydınlar yetiştirmiştir...
Öyle bir gelenek ki, Mustafa Kemal’in gezdiği koridorlarda, Kaymakam Kemal Bey’in bir mandacılar tarafından idam edildiği meydanda, sağcısıyla solcusuyla gençliği emperyalizm karşıtlığında buluşturabilmiştir...
Öyle bir gelenek ki, bugün hedef yapılan Anayasa’nın abidesi olarak yükselir...
İçi boşaltılmak istenen köhne bir bina, dört duvar değildir... İçi boşaltılan Cumhuriyet tarihidir. Türk Milleti’nin işgale, baskı ve zulme nasıl direndiğinin, Türkiye Cumhuriyeti’ni kimleri ve hangi anlayışı yenerek kurduğunun şahidi olan belge yapılar dönüştürülmektedir...
İktidar belediyeleri aracılığıyla yürüttüğü meşhur kentsel dönüşüm faaliyetini şimdi, atamaları ve icraatlarıyla akademik hayata mı taşımaktadır? “Üniversite”nin sembolü o ünlü kapıdan koltuğunun altı kitap dolu profesörlerin, öğrencilerin değil, cebi para dolu yandaş elitin geçmesi mi istenmektedir...
Üniversite Beyazıt’tan çıkarsa; 10. Yıl Marşı’nın söylendiği, öğrencilerin çimlerine uzandığı bahçeye, kimbilir , Su Forumu’ndan sonra düşlenen bir “Dil Forumu”, Dünya Toprak Forumu “, ” Medeniyetler Forumu“ için kırmızı halılar döşenir... Binlerce idealist gencin hatırası olan arnavut kaldırımları ziftle kaplanır ve pazarlığa gelen devlet başkanlarının eskortları için park alanı olur... Atatürk’ün oturduğu, Anayasa’nın şekillendiği sıralarda AB ile yeni müzakere maddeleri açılır... Halide Edip’in, binlerce kadını milli mücadeleye kattığı meydandan başlayan konvoy 14 yaşında bir kız çocuğunu, 30 yaşında iktidarlı bir adamla evlendirmeye getirir. Türk Bayrağının dalgalandığı kapıdan konfetiler yağar, nice idama yürünen onurlu yolda altın takma kuyruğu uzar... Üniversitelilere ’taşkınlık’ yok diye konserin yasaklandığı salonlarda, “Beraber yürüdük biz yollarda” şarkısı söylenir...
“Susmayı bilmeyen konuşkan gençlere alışık” sıralardan tek bir ses yükselir: Şak şak şak.... Bu gerçek bir dönüşüm olmalı. Ankara’yı iktidar çiftliğine, İstanbul’u 100 yıl geriye götüren bir dönüşüm... Ellerini çabuk tutarlarsa, okyanus ötesindeki hamileri için hazırladıkları en büyük gösteriyi yeni kongre merkezlerinde sergilerler... 1909 sayfanın kapağını, 1909’da sakladıkları niyetle açarlar... Nasılsa artık oralarda ‘durun’ diyecek kimse kalmamıştır. Bütün başlar diz hizasına kadar eğilmiştir...


++++++

Köklü bir gelenek
Dünyanın en eski 20, Avrupa’nın en eski 10 üniversitesi arasında bulunan ve 1900’de kurulan Darülfünun’un devamı sayılan İstanbul Üniversitesi’nin açılış konuşmasında Reşit Galip ”...artık üniversitenin tarafsız bir seyirci gibi kalan, ...yalnız ders okutan, bilimsel araştırmalara yer vermeyen, “ bir kurum olmak yerine
”...en esaslı vasfı milliliği ve inkılâpçılığıdır“ demişti. İstanbul Üniversitesi atlattığı bütün badirelere rağmen, Cumhuriyet’in bilimsel kurumlarının oturmasını, Türkiye’deki akademik kadroların yetişmesini, bilimsel yöntem ve araştırmanın yerleşmesini sağlayan kurum oldu.


Atatürk’ün emriyle kuruldu
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi de İstanbul Üniversitesi gibi bir “misyon kurumu”. Fakültenin isim babası da olan Atatürk, kuruluş emrini verirken, “Türklüğü dünya tarihinin içinde özgün bir yere oturtmaya çalışan nesil ve zihniyetin” yetiştirmesini istemişti. Bu fakültede yetişen Muazzez İlmiye Çığ, Faruk Sümer, Osman Turan gibi “üretken” akademisyenler, Atatürk’ün beklentisi doğrultusunda ulusal bilince sahip çıkarak, Türk dili, Türk tarihi ve Türk kültürü araştırmalarıyla sayısız başarı elde ettiler.

++++++

Saçma sapan bir şemaymış
“Ergenekon çetesi şeması”na nasıl girdiğim artık iyice anlaşılıyor.
Beş üstümde Dinç Bilgin. Dört üstümde Bekir Coşkun ve Enis Berberoğlu. Üç üstümde, Fethullah Gülen’in sağ kolu. İki üstümde Yeni Şafak Gazetesi’nin eski genel yayın yönetmeni. En altta da ben. Neredeyse Darbecilerin bile paryası.
İşte o belgenin sefaleti yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
Eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun önceki gün Mehmet Ali Birand ve Fatih Altaylı’ya konuşmuş. Bakın o şema için neler diyor: “Devlet kurumlarının bir işleyişi vardır. O şema da o işleyişin sonucu olarak çıkmıştır. Bir istihbarat gelmiştir. Bu istihbarat, gelen birim tarafından değerlendirilmiştir. Sonra kademe kademe incelenmiştir. En sonunda da bana gelmiştir. Benim hazırladığım bir şema değildir.”
Şimdi geliyorum işin çıldırtan tarafına.
Altaylı soruyor:
“Ama siz şemayı gördünüz.”
Müsteşar bu şemayı görmüş ve ne yapmış, buyurun cevabı:
“Tabii ki gördüm. Gördüm ve güldüm. Bana göre saçma bir şemaydı.”
Siz hayatınızda böyle bir şey işittiniz mi? Ülkemizin güvenliğini emanet ettiğimiz en önemli kurumlarımızdan biri, birtakım insanlar hakkındaki “darbecilik” iddialarını içeren bir şemayı, “saçma” bulduğu halde, ülkenin başbakanına ve genelkurmayına iletiyor. Merak ediyorum, acaba altında “Bu belge saçmadır” diye bir ifade var mıydı?
Olması mümkün mü?
Öyle bir ifade koysanız, adama “Kardeşim madem saçmaydı, bunu bana niye gönderdiniz?” demezler mi?
Bakın sizin o “saçma” dediğiniz belge bugün Ergenekon Savcısı’nın dosyasında duruyor ve kendini “demokrat” ilan etmiş birtakım gazetelerin manşetlerine “Sıra medya yöneticilerinde” diye çıkıyor.
Üstelik güya ismimizi vermeden bütün koordinatlarımızla. “Büyük bir gazetenin genel yayın yönetmeni” ve “Büyük bir gazetenin Ankara temsilcisi.” Yani ben ve Enis Berberoğlu... Böylece adımızın hanesine “Darbeci” diye yazılıveriyor.
Ama Allah’ın işine bakın ki, aynı gün bir başka gazetecinin tuttuğu notlarda bu defa “askerin hiç sevmediği” hatta nefret ettiği tipler olarak gösteriliyoruz.
Bu iş bu kadar basit mi?
İnsanların böyle “saçma” denilen belgelerle etiketlenmesi, bu belgeler üzerinden yargılanması doğru mu?
Atasagun’la karşı karşıya gelseydim şunu soracaktım. Oturup, sizin veya Başbakan’ın hakkında deli saçması iddialarla dolu imzasız bir ihbar mektubu yazsaydım, sonra bir şema hazırlayıp, adınızı en başına yazsaydım, bu belgeyi de böyle “servise koyacak” mıydınız?
Benim bildiğim MİT’in önüne her gün böyle tonlarca ihbar, bilgi gelir. Bunların kaçı böyle, saçma sapan olduğu bilindiği halde “servise konuyor?”
Açıkça söylüyorum. Bu bir skandaldır.
Normal bir demokratik ülkede böyle bir işlem yapılsaydı, bunun hesabı mutlaka sorulurdu.
Bir sözüm de “Andıç” konusunda durmadan bize yüklenen arkadaşlarımıza. Elinizi vicdanınıza koyun. Bu da devlet eliyle hazırlanmış bir andıç değil mi? Biraz insafınız varsa söyleyin...
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet


++++++


Mustafa Balbay’ın tutuklanma gerekçesi gösterilen notları medyaya servis eden internet sitesinin künyesi şöyle:
Murahhas Üye: Milliyet Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni, Radikal kurucu yayın yönetmeni, Hürriyet yazarı. Doğan Burda CEO’su Mehmet Y. Yılmaz
Genel Yayın Yönetmeni: Milliyet Haber Müdürlüğü görevinden istifa ettikten sonra, Yılmaz’ın davetiyle bu göreve başlayan Doğan Akın
Tüzel Kişi Temsilcisi: Doğan Burda Yayın Direktörü Murat Köksal
Yazı İşleri : Metin Yener, Mustafa Bakacak
Proje Müdürü: Milliyet’in eski yazıişleri editörlerinden Belde Bozkurt Oral
Editörler: Milliyet ve Milliyet Dergi Grubu kökenli Eyüp Erdoğan, Yusuf Cevahir, Eyüp Erdoğan, Cemal Subaşı, Gürsel Doğan, Eren Cebeci, Cevahir Evren, Fatma Seçkin, Özden Timur Tırıç, Burcu Terzioğlu, Ersin Parmaksız..



++++++


Taş düşebiliüüü
Sabahattin Önkibar’ın yazısından okudum. Süleyman Demirel’i ziyaret etmiş ve seçim tahminini sormuş.Demirel her zaman yaptığı gibi olayı bir espriye bağlayarak Kastamonu’da yazdığı rivayet edilen bir tabelayı hatırlatıyor. Hani adamın biri yolun kenarına bir uyarı yazısı yazmış, “Taş düşebilüü, ağaç düşebilüü, hatta ayu çıkabilüü” diye.Demirel de bunu hatırlatıyor. AKP ve başkanı kibirli biçimde sanki ilanihaye (sonsuzakadar) iktidarda kalacağını düşünüyor.
Ama belli mi olur, “Taş düşebilüü...”
* Can Ataklı / Vatan


++++++


MİNİ YORUM
ANNELER VE ACILARI
İki gündür manşetlerde ve ana haber bültenlerinde geniş yer bulan bir haber var. Oğlu 12 Eylül’de idam edilen bir annenin, 26 yıl sonra oğlundan kalan son mektuba kavuşmasının hikayesi içeriğiyle veriliyor. Haberi genişletme ve sürdürme çabasındaki gazetecilerden samimi bir ricam olacak: O gencin hangi suçtan yargılandığını da yazar mısınız lütfen. O gencin eline şu veya bu nedenle, o dönem öldürülen beş bin diğer gencin birinin bile kanı değmişse, bir yerlerde acısını paylaşmamız gereken başka anneler de var demektir...

Yazarın Diğer Yazıları