Beşiktaş nasıl kurtulur!
Polisin attığı gaz kapsülüyle ölen Berkin’in annesinin kucağı boş, dövülerek öldürülen Ali İsmail’in de öyle...
Balyoz kumpasının mağduru olarak haksız biçimde tutulduğu Mamak’ta geçirdiği beyin kanaması sonucu vefat eden Murat Özenalp’in çocukları Batu ve Duru ise kucak arıyor sarılacak.
Silivri’den ölüme tahliye edilen Kuddusi Okkır kabrinde bekliyor “el öpenlerini.”
Hüseyin Üzmez kısmeti(!) yok tabii herkeste; “yüz kızartıcı” hiçbir şey yapmadığı halde adına atılan çamurlarla yaşayamayıp “onuru” için “ölen” Yarbay Ali Tatar’ın sandalyesi boş yine kahvaltı masasında... Keza aynı linç manşetleriyle intihara sürüklenen gazi Abdülkerim Kırcı’nın da...
Berk Erden, Nursal Gedik, Belgütay Varımlı, Tanju Ünal...
Kaşif Kozinoğlu...
Engin Alan ne yapsın mesela?
Eşi, kızları ve torunlarıyla onlardan çalınan bayramları telafi edebilecek mi?
İki anne verdiği toprağa, bir evlat(damadı), kardeş verdi; kalanlara mı sarılsın, gidenlerin mezar taşlarına mı?
Ya Fatih Hilmioğlu? Ya Mustafa Sönmez? Oğulları olmadan nasıl tamamlansın mutlu aile fotoğrafı?
***
Muhtemelen “toplu mezar”da buluşacak Soma bayramlaşmada; Reyhanlı da...
Kerkük’te, Telafer’de bir “mezarın” bile çok görüldüğü Türkmenler Allah’a sığınacak yine! Doğu Türkistan “ırak” ya; “cız” diye bile duyulmuyor feryatları yüreğimizde.
Kınalanmaya hazırlanan Mehmet’ler; gözleri-kulakları “başkalarının savaşı”nda ama bizim sınırımızda patlayan bombalarda...
Hala “casus” diye tutulan askerlerimiz var cezaevlerinde ve aileleri, avukatları “bir umut” AYM önünde.
İlle de siyasi, ideolojik, askeri, rantçı bir sebebe dayanması gerekmiyor; Semanur adlı minik kız çocuğu pazar yerinde katledildi! Neden? Hiç! Kim vurduya gitti; herhangi birimizin de başına gelebilirdi, gelebilir de, ucuz ölümler ülkesi nihayetinde.
***
Ve adet yerini bulsun; sorarsan bugün “bayram” işte.
Galip Erdem’in “Yılbaşı gecesi. Evdeyim ve yalnızım” diye başlayan “yeni yıl”ı ne kadar ümitvarsa bu bayram da o kadar.
Ben de Erdem gibiyim “İş olsun niyetine, âdet yerine gelsin diye TV’nu açmışım. Birileri eğleniyor, zıplıyorlar, sıçrıyorlar, mütemadiyen gülüyorlar ve galiba marifetleriyle beni de güldürmek istiyorlar. Bakıyorum ama, gördüğüm çok şüpheli!
Kulağıma bir takım acaip sesler geliyor, hiç anlamıyorum. Bir türkü olsa dinlerdim: “Bayram gelmiş neyime/Anam anam garibem/Kan damlar yüreğime/Anam anam garibem...
Yine Erdem gibi bu “bayram(!)” günü “Dünyanın diğer işleri ile hiç ilgilenmiyorum. Siyâsetmiş, iktisatmış, ticaretmiş bana ne, hiçbirine aldırmıyorum. Yeni zamanların Mecnûn’u gibiyim; kâinatı, Leylâlaştırmışım. Beynimi kemiren soruya cevap arıyorum: Beşiktaş nasıl kurtulur? Kınamayın dostlarım; benim yaşamam Beşiktaş’ın kurtulmasına bağlıdır. Beşiktaş düşerse, artık hiç iflah olmam!
(...) bazı cahiller -Hain de olabilir- zannediyorlar ki, İstanbul’un bir semtinde oturmak demek, Beşiktaşlı olmak demektir. Oysa benim sevmiş bulunduğum ve kurtarılması gereken Beşiktaş bir semt değil, bir takımdır.(...) Beşiktaş semtine girenler içinde, Bursaspor’un ajanları ve Trabzonspor’un uşakları da vardır. Şu halde bir: Beşiktaş’ın kurtulması için, küme düşmesi imkânsız Beşiktaş semti ile küme düşmesi muhtemel Beşiktaş takımını birbirine karıştırmamak şarttır. İki: Türkiye’nin her yerinde, hatta Türkler’in yaşadığı diğer ülkelerde “koyu” Beşiktaşlıların bulunduğunu hiç unutmamak lâzımdır.
Son zamanlarda Beşiktaşlılar’dan çok, diğer takımlara mensup olanların ” Beşiktaş nasıl kurtulur? “ konusunu münakaşa ettiklerini, çâre aradıklarını, yol gösterdiklerini öğrenmekteyim. Bazı saf Beşiktaşlılar da, bu aşırı dostluk(!) gösterileri karşısında heyecanlanıyorlar ki, gözyaşlarını tutamıyorlar. Ne oluyoruz, akılsızlığa faiz mi ödeniyor? Takımlarının şampiyonluğu için, şüphesiz haklı olarak, Beşiktaş’ın yenilmesini isteyenlerden fayda beklenir mi? (...)
***
Beşiktaş, birkaç yıldır, Türkiye’nin en pahalı futbolcularını oynatıyor. Beş milyonluk, on milyonluk adamları, Beşiktaş’ın kurtulması için en hızlı koşan, en iyi çalım atan, en geç yorulan, en sert ve düzgün şut çeken futbolcuların alınması yetmez. Beşiktaş’ı canından çok sevmeyen, takımı için her fedakârlığı göze almayan; gençliğinden, hattâ çocukluğundan itibaren siyah-beyaz renklerin rüyasını görmeyen, Karakartal’ın hayâlini kurmayan oyunculardan hiç hayır gelmez. Forma aşkı kuru bir edebiyat değildir. 25 yıl önce bir “Beton” Mustafa vardı, Harbiyede oynardı. Bilenlerin anlattığına göre, öyle ahım şahım bir futbolcu değildi.
Ama millî formayı bir giydi mi arslan kesilir, harikalar yaratır, maçlardan sonra takımın en başarılı oyuncusu olduğunda ittifak edilirdi.
(...)
Gelelim yöneticilere: Duyduğumuza göre, özellikle son yıllarda, Beşiktaş’ı yönetenlerin çoğu takımın tarihinden, zaferlerinden, gayesinden, hedefinden ve ülküsünden habersiz kimselermiş. Yöneticiliği ikinci bir meslek saymışlar. Siyaset mücadelesinde taraftar toplamak için, bol kazançlı bir yatırım yapmak için, nihayet meşhur olmak için Beşiktaş’ı kullanan yöneticiler varmış. Hattâ vebali anlatanların boynuna Beşiktaş’ın ne zaman kurulduğunu bilmeyen, ilk forma renginin ne olduğunu duymayan yöneticilere bile rastlanmış; önce kırmızı-beyaz renklerin seçildiğini, Batı Trakya kaybedildikten sonra siyah beyaz’a çevrildiğini öğrenmemiş, Fuat Bolkan’ı hiç tanımamışlar. Böyle yöneticilerin elinde Beşiktaş’ın niçin şampiyon olamadığına değil de nasıl hâlâ kümede kaldığına şaşmaz mısınız?
Şimdi de, Beşiktaş’ı kurtarmanın asıl çaresine geçiyorum: Önce yönetim Beşiktaşlılık ruhunun gerçek temsilcilerine teslim edilmeli, Beşiktaş’ın büyüklüğünü ve Beşiktaşlılığın şerefini anlamakta geciken oyuncular hemen takımdan çıkarılmalıdır. Sonra da Beşiktaşlılar, yöneticisi, sporcusu ve taraftarı ile bütünleşmeli, bir granit sağlamlığı içinde olmalı, her güçlüğü birlikte göğüslemeli, her engeli beraber aşmalıdırlar. Sevgi en büyük başarıların, en parlak zaferlerin kaynağıdır. Bütün Beşiktaşlılar birbirlerini çok, ama pekçok sevmelidirler. Sevinçler gibi üzüntüler de paylaşılmalı, birlikte bayram edildiği gibi, birlikte yas tutulmalıdır. Beşiktaşlı bir oyuncuya atılan her tekmenin, takılan her çelmenin, vurulan her dirseğin acısını yalnız oyuncu arkadaşları değil, bütün yöneticiler ve taraftarlar da hissetmelidirler. Bir Beşiktaşlı incindiği zaman, her Beşiktaşlının yüreği kanamalıdır. (...)
Yöneticilerle oyuncuların münasebeti bir baba-oğul münasebetine benzemelidir. Yaramazlık yapanın kulağı çekilecektir. Ama kötü bir âmirin insafsız şiddeti ile değil, iyi bir babanın şefkatli yumuşaklığı ile çekilecektir.
Beşiktaşlılar, inanan insanlardır. İnanan insanlar güçlüdür, güçlü insanlar sabırlıdır. Fırtına dinecek, bulutlar dağılacak, hava açacak, güneş yeniden doğacak, eski günler yeniden gelecektir. Takımımızın puan cetvelindeki sırasına üzülmeyin. Bütün büyüklerin hayatında böyle talihsizlikler vardır. Birbirinizden kuvvet alın, birbirinize kenetlenin, güzel günleri bekleyin. Dâva büyüktür ve elbette çetindir. Ama mutlaka kazanılacaktır ve Beşiktaş düşmemekle kalmayacak, mutlaka şampiyon olacaktır...”
* Beşiktaş Nasıl Kurtulur, Galip Erdem, 1981, Yeni Sözcü