Benim gladyom iyidir
TSK, medya, bürokrasi ve sivil toplumdaki “muhalif” olan isimler “gladyoyu temizliyoruz” bahanesiyle tasfiye ediliyor. Operasyonunun perde arkasındaki gücün “iktidar” olan gladyo olmadığından emin miyiz?
Anladığım kadarıyla, devletin en stratejik mevkilerini kevgire çevirerek, “Fatih ve Beyazıt Camileri’ni bombalayacak kadar gözü dönen” darbecileri tasfiye ediyoruz biz şimdi; medya, bürokrasi ve sivil toplumdaki bütün uzantılarıyla birlikte nam-ı diğer Gladyo’yu!
Camiler bombalanacak tehdidi ile “tasfiye” işlemi arasındaki ilişki karşısında bugünlerde söylendiği gibi, “hayrete düşecek, dehşete kapılacak, dudakları uçuklayacak” kadar tecrübesiz bir ülke değil Türkiye. Ha, istenen öyle bir panik yaşamasıdır, o ayrı tabii... Hafızasını kullananlar bilir 1971’deki, 1980’deki, dön başa 1960’daki tasfiyeler de “Türkiye afyon üretimini durdurmazsa biz de Sultanahmet Camii’ni bombalayalım...” diyen ABD’nin BM Temsilcisi Daniel Patrick ve şürekası eliyle yapılmıştı.
Sicili çok kabarık
Gladyonun tasfiye mi ediliyor yoksa tasfiye mi ediyor olduğuna dair iddiada bulunabilmek için, “ne olduğunu” kavramış olmak gerekiyor. “Gladyo” dediğimiz şey; ABD’nin, II. Dünya Savaşı’ndan başlayıp dağıldığı tarihe kadar bir yandan SSCB’yi çevreleyen, diğer yandan da “yedek kutup” Çin ile arasındaki “Müslüman” coğrafyayı kapsayan Pakistan, Afganistan, İran, Türkiye eksenini askeri, siyasal, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla yeniden yapılandırmakla görevli, doğrudan NATO’ya bağlı, tam teşekküllü “sivil görünümlü askeri ordusu” ise, son gelişmelere bakarak şu soru sorulamaz mı:
Gladyo gladyoyu tasfiye eder mi?
Gladyonun Türkiye sicili yazsan destan olacak cinsten:
l Seydişehir Alüminyum ve İskenderun Demirçelik Fabrikaları gibi, yerli sanayiyi güçlendirecek projelere ABD’den beklediği desteği alamayan Menderes’in yüzünü Sovyetler’e dönmesinden sonra “Büyük milletimizin yıllarca zaptedilmiş asil heyecanından doğan (suni sancılarla)” 27 Mayıs... ( 27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan gece ABD Büyükelçiliğinden Washington’a çekilen 30 adet mesajdan birinde “Bizim çocuklar yaptı” denmediğini kim biliyor? Dönemin ABD Büyükelçisi Fletcher Warren “Askeri cuntanın en önemli destek kaynağı özellikle Amerikan, İngilliz ve diğer yabancı basın olarak görünecektir...” dememiş miydi?)
l Henry Kissinger’ın, Dışişleri Bakanlığı döneminde ABD’nin silahlı müdahale ve dış operasyonlarını yürütmek üzere kurduğu Kırklar Komitesi’nin, Türkiye’de -tesadüfen olmalı- aynı adla faaliyet gösteren ’benzeri!’nin, emperyalizme karşı başlatılan “Bizim 68”den yarattığı “kardeş kavgası” !
l Zemini, 27 Mayıs’ta Mili Birlik Komitesi içinde olan İrfan Solmazer’in Deniz Gezmiş’lere, Sarp Kuray’lara “mısır patlatır” gibi patlattırdığı bombalar, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar provokasyonlarıyla hazırlanan 12 Mart Muhtırası... ( 12 Mart’ın “CIA ajanlarının eylemli katkılarıyla” gerçekleştiği 1972’de ifşa edildi...)
* “20 bin görevli”nin oluşturduğu güvenlik çemberini yaran “görünmez adamlar”ın Taksim’i kana buladığı, dönemin Dev-Genç Genel Sekreteri Bülent Uluer’in ifadesiyle “CIA’nın ilk olmayan, son da olmayacak planlarından biri” 1 Mayıs 1977...
l Barış Gönüllüleri’nin “öğrettiği hassasiyetler” kaşınarak patlatılan Kahramanmaraş ve Çorum olayları...
l Davetiyesi, CIA Ajanı Paul Henze’e (Aynı Henze, 1996’da bir diğer CIA şefi Graham Fuller ile birlikte katıldığı “Türkiye’nin Geleceği Konferansı”nda, “Türk Ordusunun siyasal sistemin teminatı konumunu yitireceğini” öngörmüştü!) Kahramanmaraş olaylarını CIA’nın örgütlediğini söyledikten sonra 1 Şubat 1979’da öldürülen Abdi İpekçi ile İpekçi’nin, “kaçakçılıkla mücadelesini” desteklediği ve 27 Mayıs 1980’de öldürülen Gün Sazak’ın (5 bin insanla birlikte) kanlarıyla yazılan 12 Eylül 1980...
Tabloya bakınca, “etkisiz hale getirilenlerin” ortak yönü; ABD’nin “müttefik” olarak konumlandırdığı dönemlerde Türkiye’de uygulatmaya çalıştığı politikaları sezmiş, daha ileri giderek açığa çıkarmış ve hatta engellemeye yeltenmiş olmaları!
Kırılma noktası tezkere
Mehmet Tezkan dün yayımlanan yazısında, son “darbe iddiası”yla ilgili olarak taşları yerli yerine oturtmasını zorlayan şu çelişkiden bahsetti: “2003 yılının başında Türkiye zaten savaşa gidiyordu..
Savaşa giden ülkede darbe mi yapılır? 60 bin ABD askeri Türkiye üzerinden Irak’a geçecekti.. Bizim askerimiz de peşinden.. Başbakan Gül karşı değil.. AKP Genel Başkanı Erdoğan tam destek veriyor.. 1 Mart tezkeresi geçse Türkiye Irak’ta.. Savaş ortamında en güçlü kanat asker.. En güçlü adam doğal olarak Genelkurmay Başkanı..”
Yukarıdaki “karakteristik” özelliği ölçü alırsak, tasfiye edenlerle, edilenlerin adını koymak kolaylaşır kanısındayım.
Bugün manşetleriyle darbe umacısı yaratanlar, 2003’te feryat figan ediyordu: “Türk ordusu da Amerikan ordusunun emrine verilsin.Yoksa Dolar 2 buçuk milyon olur. Amerika bizi mahveder...”
Bugün “darbeci” diye damgalananlar ise, işe bakın ki 2003’te “en güçlü adam” olmanın eşiğinden dönen, şu aralar “izzeti ikbal ile gündemden çekilme”nin keyfini süren Hilmi Özkök’e muhalefet edenler. “Onu tasfiye etmeyi” aklından geçirdiği iddia edilenler. Yani Özkök önemli bir figür. 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’deki Özel Kuvvetler irtibat bürosuna yapılan baskından sonra, tarihe “askerinin başına çuval geçirilen komutan” olarak geçmişti. Ona göre bu olayı “pratik bir Amerikan yöntemi”ydi.
Medya, siyaset, bürokrasi, akademi, TSK... Her alanda tasfiye edilmiş olanlar ve edilmesi planlananlar, bu yönde hedef gösterilenlerin ortak yönü ise şu: Türkiye Cumhuriyeti’nin bu kadar “pratik” tariflerle çuvallanmasına karşı çıkmış olmaları.
Kimi bunu yazılarıyla, kimi mitinglerle, kimi konferanslar vererek yaptı. Kimi de, 2007’de Roma’daki bir NATO toplantısında önlerine konan, sınırları parça pinçik edilmiş BOP (Erdoğan’ın eşbaşkanı olduğu) haritasını görünce salonu terk eden subaylar gibi “görevi gereği” yaptı.
Ne kadar karşı çıkarlarsa çıksınlar, susturulmaları aynı “pratik” yöntemlerle oldu. Örneğin 12 Nisan 2007’de “Türkiye için asıl tehdit PKK değil arkasındaki güç ABD” diyen dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, sadece 15 gün sonra, 5 Mayıs 2007’de Dolmabahçe’deki “ikili zirve”den sonra Fenerbahçe’den başka hiçbir kuruma ilişkin tehditlerle ilgilenmemeye başladı.
Ancak ABD yapabilir
Prof. İhsan Dağı’nın,13 Ocak Salı günü Zaman’daki köşesinde yazdıklarını hatırlayın: “Türk Gladio’su artık korunup kollanmıyor. Elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun Rusya yanlısı, NATO, ABD ve AB ile işbirliğine karşı ’Rusçu’ bir kliğin eline geçmesine seyirci kalınamaz. NATO’nun ikinci büyük ordusu, ’ABD ve AB ile işbirliğini bırakıp Rusya ve İran’la ittifak kuralım’ diyen bir MGK Genel Sekreteri çıkarmış. Tuncer Kılınç düzeyindeki bir askerin böylesine derin bir ’stratejik yeniden yapılanma’ yolu gösterdikten sonra makamında kös kös oturmuş olabileceğini kimse düşünmüyordur herhalde.”
Ve bu yazının ana fikri doğrultusundaki can alıcı şu ifadeyi kullandı: “TSK üst yönetimi bu soruşturmalara izin vererek kendini Batı ittifakı içinde ’yeniden’ konumlandırmaya çalışıyor. Bu ordunun ’darbe’ düşüncesini tamamen bıraktığı anlamına gelmez. Bu ülkede bir gün yeni bir darbe yapılacaksa bunun ABD’ye karşı değil ABD ile birlikte olacağını anladıkları, bu işin 12 Eylül’ün emir komuta zincirli modeliyle yapılacağı anlamına gelir... ”
Kocası CIA görevlisi olan Yasemin Çongar, Washington’dan getirilerek başına geçirildiği Taraf’ta “Türk Ordusu’nun Washington’da” 1920’lerin zihniyetine tutsak, küreselleşmeden de, Türkiye’nin kürselleşmeyle uyumlu toplumsal değişiminden de kopuk“ bir kurum olarak algılanmaya başlandığını gözlemledim. Ergenekon soruşturmasına izin vermesi, TSK’nın Batı’yla ilişkisinin sıhhati açısından elzem hale geldi” diyordu aynı günlerde.
Tesadüfe bakın ki, dün Yeniçağ’a manşet olan İngiltere eski Savunma Bakanı Geoff Hoon da, Türkiye’nin “1920’lerdeki olaylardan dolayı İngiltere’ye güvenemediği” için tezkereyi geçirmediğini ifade ediyordu.
Nazlı Ilıcak’ın Kozmik Oda’ya girilmesinden sonra yaptığı Özel Kuvvetler eleştirisini hatırlayın: “Seferberlik Tetkik Dairesi komünizmle mücadele diye işe başladı ama komünizm tehlikesi ortadan kalkınca, bu yapı, ”millileşti“, ”Ergenekonlaştı“!”
NATO’nun geri dönüşü
Korku senaryoları imalathanesine dönen Taraf’ı, ABD’nin gelini Çongar ile birlikte yöneten oğlu Ahmet’i yanaklarından öpen Eski TİP’li Çetin Altan’ın diğer tosunu Mehmet de geçenlerde “kurulduğunda Sovyet’lere karşı en vurucu ölüm makinesi, Soğuk Savaş’ın en keskin kılıcı” olan NATO’nun günümüzdeki temel hedefinin ’demokrasiyi korumak’ olduğunu yazdı. Mehmet Altan’a göre, “Ergenekon Terör Örgütü sadece içeride bir darbe girişimi değil. Türkiye’yi ’Batı’daki demokrasi ittifakından’koparma girişimi.. AB, kimlik değiştiren NATO’ya karşı beliren ani alerji bundan. Şimdi, anlaşılan, içerde ve dışarıda, hedef alınan irade harekete geçti... Halk iradesi, demokrasi ve batı medeniyeti koalisyonu Ergenekon’u ortaklaşa teşrih masasına yatırmak istiyor. NATO askeriye üzerinden tekrar geri dönüyor denilebilir. Hükümet bu hayırlı süreci kazasız belasız yürütüp köklü bir değişime taşımak istiyor ise, var gücüyle AB sürecine bastırmalı... ”ydı.
Bütün bu yaşananlar NATO’nun askeriye üzerinden “yeniden geri döndüğü” nün işaretiyse eğer, o zaman kim tasfiye edilenin Gladyo olduğunu iddia edebilir ki?
Tasfiye edilenler Amerika ve AB’ye karşı olan kişiler olduğuna göre, “Amerikancı” olan gladyonun, yine, bir kere daha “tasfiye eden” olduğunu söylemek yanlış olur mu? Kaldı ki, 27 Mayıs’tan sonra Milli Birlik Komitesi içindeki kimi subayların “ülkeyi nasyonal sosyalist sisteme sürekleyecekleri” gerekçesiyle sürgün edildikleri hatırlanırsa, “gladyonun gladyoyu tasfiyesi” ülkemiz için çok da yabancı bir kavram olmasa gerek!
* * *
1971 model cuntacı Çetin
Ve Şahmerdan güm diye indi sonunda: Sonunda asarlar bu komisyoncuyu(Demirel) , demiştim. Bir Başbakan gibi değil, bir Başbakan gölgesi gibi de değil, ayak sesi duymuş bir kalpazan çırağı gibi gitti. (.....)
Niyetler ve metodlar: [CHP Genel Başkanı] ille de seçimlere gidelim, diyor. Seçim kampanyası adı altında orduya sövdürecek, ortalığı büsbütün karıştırıp kendisine karşı çıkılmasının intikamını alacak. (...) Ordu temsilcileri herhalde bütün bu oyunların hesabını yapmakta ve politikacıların kendilerine hazırladıkları tuzakları görmektedirler. (.....)
Fasulya gazı reformu:... Asıl amaç, içinde ne de olsa devrimci atılımlar bulunan CHP örgütünü bir kez daha iğdiş ettikten sonra, orduyu da büsbütün prestijsiz duruma düşürmektir. Bazı önemli kişiler yıllardan beri bunun için görevlendirilmişlerdir.
Devrimci program uygulama gücü kimdedir?: Gayet açık söylüyoruz, biz bizim inandığımız programın daha ilk harfini görünce delilik krizleri geçiren feodal gölgeli parlamentoyu değil, Orgeneral Batur’un imzasını taşıyan muhtırayı ve onu destekleyip benimseyen güçleri tutuyoruz.
l Çetin Altan / Akşam (14-24 Mart 1971)
* * *
2010 tipi demokrat kasa
“Kışla” emriyle, idam sehpasıyla, tüfek dipçiğiyle ne kadar çağdaşlaşabilir laiklik? Balyoz harekâtı gerçekleşebilseydi ki, Pentagon istese hemen gerçekleşebilirdi; acaba silahlı kuvvetler içinde de bölünmeler olmaz ve bir iç savaş önlenebilir miydi?
Taraf gazetesi de doğrusu iyi şeffaflaştırıyor, “prefabrik” ev kurar gibi kurulmuş “kabuk bir devlet” yapısının, tüfeklerden oluşan karkasını...
Yanaklarından öpüyorum Ahmet’imin...
l Çetin Altan / Milliyet
(22 Ocak 2010))
* * *
Darbecilerin asıl şahı sensin Ahmet Altan!..
(...) İşte Ahmet Altan’ın görevi budur. Onun çıkardığı ajan gazetesindeki haberlere hiç inanmıyorum. Çünkü: - Bu gazeteyi çıkarmadan önce onun ne yapacağını bildim ve yazdım: Dediklerim aynen çıktı, çıkıyor. (...) Ahmet Altan ve ona benzeyenlerin arkasında küresel tefeci sermaye (emperyalizm) bulunur. Bu tipler; iktidarda kim varsa onlarla bütünleşerek duruma göre tavır takınırlar ama Batı emperyalizmine bağlılıktan asla vaz geçmezler.
Bu herif ‘bir erkek kardeşle kız kardeşin, bir anne ile oğlun, bir baba ile kızın’ cinsel ilişkiye girmesini normal bulan (Bakınız: Kadınca Dergisi Eylül 1985) gerçekten tefessüh etmiş bir ahlakın temsilcisidir. İşte böyle insanlık değerleri yozlaşmış, ruhu çürümüş birisine her şey yaptırılabilirdi. (...) Gazetenin nerede basıldığına, kimlerin ilan verdiğine bir bakın yeter. Onun başında bulunduğu gazeteye; en yaman casusların bile ulaşamayacağı bilgileri aktarmaya başladılar. TSK içindeki bazılarının kendi görevleri sanıp yaptıkları çalışmaları Ahmet Altan’ın patronu olan o gerçek casuslar; ele geçiriyorlar; şurasına burasına ekleme yaparak piyasaya sürüyorlar. Böylece de kamuoyunu yanıltıp AKP’yi mazlum ve mağdur gibi göstermeye uğraşıyorlar. Darbeciler güya gazetecileri de listelemiş... Tutuklanacaklar varmış. Bunlar da Ahmet Altan gibilermiş. (...) Söyle bakalım, besleme! Darbecilerle uğraştın da şimdiye kadar hangi bedeli ödedin? Ben 12 Eylül’ün mağduruyum; sen; 12 Eylül darbesinin ürünü olan bir iktidara hizmet ederek darbeciliğin nimetini yiyen bir (x) parçasısın. Ahlaki değerleri ayaklarının altına almış senin gibi birisinin bizi büyük ahlaksızlık olan darbecilikle ilişkilendirmesi, dünyanın en büyük sahtekarlığıdır. Bir darbe olsa, postal yalamak için kuyruğa girecek olanlar sen ve senin o malum arkadaşların olacaktır. Herkes biliyor ki; (...) 1971, 1980 askeri müdahaleleri Amerika istediği için yapılmıştır. (...) Bu askerin içine 1950’lerin başında yerleştirilen NATO bağlantılı Amerikancı örgüt, orduyu yöneten asıl güç olmuştur. Şimdilerde eğer darbecilerle (TSK ile) mücadele eden bir hükümet varmış gibi görüntü veriliyorsa; bunun sebebi, hükümeti iktidarda tutma gayretidir.
l Rıza Zelyut / Güneş
* * *
AA da törpülendi
AKP aleyhindeki haberleri görmezden gelen, hatta parti yöneticilerinin tepki çekecek açıklamalarını “törpüleyen” AA, geçen günlerde muhalif isimleri işten atmıştı. Ajans, “haber kadrosunu güçlendirmek için” çözümü Cihan Haber Ajansı’nda buldu. Ajansın Ankara Temsilcisi Cemil Kartal, AA Müdür Yardımcısı oldu. CHP Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün soru önergesine yanıt veren AA Genel Müdürü Hilmi Bengi, Bülent Arınç’ın kurumdan sorumlu bakan olarak göreve başlamasının ardından ajansa 4 kişinin alındığını bildirdi.
l Fırat Kozok / Cumhuriyet
* * *
MİNİ YORUM
Öğrenciler zor durumda
Marmara Üniversitesi’nde geçtiğimiz günlerde bir grup bölücünün neden olduğu olaylarla ilgili olarak başlatılan soruşturmada, “karşıt görüşteki” 13 öğrenci okuldan uzaklaştırılmış. Şu var ki, öğrencilerin ifadesine göre okulla ilişikleri tam da sınav döneminde ve soruşturma tamamlanmadan kesilmiş.O kulda konuyu doğrulatacak muhatap bulamadık. Doğruysa, gençlerin geleceğini çalmak bu kadar kolay mı?