Beni İmralı’ya koysunlar
1 Nisan şakası yapılan askerleri, tahliyelerinden sonra ziyaret ettim. Geçmişten Kuleli’den, Harbiye’den hukukumun bulunduğu arkadaşlarım, ağabeylerim ve komutanlarımın hiç birine “Geçmiş olsun” demedim. Zaten böylesi dilekleri kabul etmeyerek muvazzafı ve emeklisi ile hemen hepsi “Görevdeydik” cevabını verdiler. Ömürlerini vatan savunması ve terörle mücadelede geçiren subaylar sık sık tayine alışık oldukları için bu defa dağlarda değil hapishanede yatmak ve iftiraya uğramakla görevli saymışlar kendilerini. 38 günlük tutukluluklarında yaşadıkları tecrübeyi anlatırken onlar mağrurluğu elden bırakmazken kendi adıma Mustafa Kemal’in subaylarına reva görülenler kahretti beni. Bir çoğu yeniden tutuklanabileceğini tahmin ediyordu. İntihar eden denizci Yarbay Ali Tatar’ın neler yaşadıklarını dinledim onlardan. Tatar’ı intihara sürükleyen sebepler kanattı yaralı yüreğimi. Evet yeniden tutuklanabileceklerini tahmin ediyorlar demiştim ama bu kadar erkenini beklemiyorlardı doğrusu. “Bir hafta, 10 gün hava değişimine çıktık” derken, 1.5-2 yıldır ne ile suçlandıklarını bilmeden yatan teğmenlere üzülüyor, onların sahipsizliğine isyan ediyorlardı. 30 yıla yaklaşan terörle mücadele esnasında Türk ordusunun her kademesinde efsaneler vardır. Yalnız başına koca bir taburu kurtaran Tarsuslu er Kamil’i tüm personel unutmamıştır. Kerim Uzman Çavuş’un yaşadıkları 10 yıldır ders olarak okutulur. Temel Başçavuş, eğitimciliği ve icraatı ile emekli olmasına rağmen her rütbelinin örnek gösterdiği askerdir. Hava Kuvvetleri’nden Jandarma’ya geçerek Muş’un Malazgirt kırsalında bölüğünden tek zayiat verdirmeden 19 kelle alan Kuleli’den sınıf arkadaşım Ayıboğan İsmail yani Komando Üsteğmen İsmail Moray’ın fotoğrafları süsler duvarları. Özel Kuvvetler’in gözdesi Levent Göktaş, Silivri’de bile olsa gönüllerin tahtındadır. Tugayı ile sınırı yürüyerek geçen generaller, dağlarda tamburalı tüfekle dolaşan paşalar, G-3 piyade tüfeği ile gece atışında hedef sektirmeyen Mete Paşa unutulmamıştır. İhmal edilen Jandarma’nın kıymetini bilenler bilir.
Açıkça intikam operasyonuna dönüşmekte olan konuya derinlemesine girmektense “Silivri kesmez beni, İmralı’ya koysunlar” diyen kahramanlar kahramanı Engin Alan’a gelmek istiyorum. Türk ordusunun en seçkin askerlerinin, Özel Kuvvetler’in komutanı Engin Alan ilk tutuklandığında nasılsa, çıktığında da öyleydi. Onu hapishane koşulları hasta etmedi. Türk subaylarına reva görülenler kahretti. Sinsice düşürülmek istenen pusuya öfkelendi. Eşine, kızlarına, torunlarına tek kelime etmeden düşünce dünyasının derinliklerine saldı kendini. Davadaki mücadelesi sırasında yıpranan organları bu kahırlı ortamda iyice hastalandı. Doktorların iki yıldır ısrar ettiği tedavi telkinlerini kabul etmeyişi yüzünden iflas etmekte olan kalp damarları tıkandı. Onu hastaneye götürmeye çok sevdiği eşi ve torunları bile ikna edemiyordu. “Şimdi GATA’ya gidip ameliyat olsam Gatakulli derler” diyerek “Ölümlerden yılmayan Tunç yürekli Türkleriz” mısralarını terennüm ediyordu. Kendini değil hoyratça içeri tıkılan askerlerini düşünüyordu. Onlara komuta etmiş biri olarak elinden bir şey gelmeyişinin kahrı ile tansiyonu tavan yapınca GATA’ya kaldırılmış Engin Paşa.
Bir koşu vardık hastaneye. Doktorların uyarısına rağmen vasiyet eder gibi tuttu elimizi. “Benim adım Engin Alan. Ölüm dahil hiçbir şeyden korkmayan adam bu hastaneden çıkacak ve doğruca cezaevine gidecek ama beni Silivri kesmez. İmralı’ya koysunlar. Silivri’den tabutum çıksa da tabutun kapağını kırıp dimdik mezara yürürüm. Bu hastaneye kendi isteğimle gelmedim. Şimdi alçakça Gatakulli plan diye konuşurlar. Ölüm çemberinden yüzlerce defa çıkan Engin Alan hapisten, sürgünden, idamdan korkmaz. Buradan çıkıp doğruca hapishaneye gireceğim ama beni Silivri’ye değil İmralı’ya koysunlar.”
Bu sözleri duyup da donup kalmamak mümkün mü? Elçiye zeval olmaz. Engin Alan söyledi. İmralı’ya götürün onu.