"Ben peygamber miyim!"

Şaka da olsa yalan konuşmayalım, aramızda olmayan kişinin dedikodusunu yapmayalım, elimizden bir şey gelmez demeyelim, on kişi ayda 20’şer lirayı güvendiğimiz bir esnafa teslim edelim, gerçekten muhtaç bir çocuğa burs verelim, gözümüze, kalbimize sahip çıkalım, zamanı boş geçirmeyelim, sadaka verelim, imkânımız yoksa ölmüşlerimize fatihalar gönderelim, sevindirelim, haram yemeyelim...
Denildiğinde.. tamam deniyor amma alışkanlıktan olsa gerek, birkaç dakika sonra ya bir gıybet başlıyor ya bir malayani şeytanı zincirlerinden boşanıyor..
Hani az önce ne karar almıştık denildiğinde çoğu zaman, “Ben Peygamber miyim!” veya “Ben evliya mıyım” türünden savunmalar
devreye giriyor.
Bu tür sözleri çok değişik, çok bilgili, çok kültürlü kesimlerden de duyduğumuz oluyor, itiraz ediyoruz, sözün bize düşmediği yerlerde susmak durumunda kalıyoruz.
Söz bize düşseydi herhalde şöyle derdik..
Allah(c.c.)’ın bizim yapmamızdan hoşlandığı, yapmamamızdan hoşlanmadığı şeyler için, “Ben Peygamber miyim” demek Allah’a (hâşâ) “Sen bize ancak bir peygamberin yaşayabileceği bir din teklif ettin” demektir.
Bu çok yanlıştır, Allah’a iftiradır. Pek çok âyet ve hadis bunun böyle olmadığını söyler. Sonra aslında hiç kimse peygamber değildir amma herkes aynı zamanda kendi çapında bir “Peygamber varisi”dir. Çocukları başta olmak üzere uhdesi altındaki kişilerden sorumludur.
Tek başına yaşıyorsa o zaman da nefsini cahiliye döneminden kurtarıp mümin etmekle yükümlüdür..
Lütfen böyle söylemeyelim..
Özür ve tebrik..
Dün bu köşede çıkan “Gardiyan Kalemler” yazımıza, “Metris Cezaevi’nde işkence ile
öldüğü iddia edilen Engin Çeber davasında yargılanan gardiyanlar kendilerini ’Sayım için ayağa kalkmadı. Biz de nasihatte bulunduk!’ diye savunduklarında öğrendik ayağa kalkmamanın dayağı hak etmek olduğunu” paragrafı ile başlamış...
“Hani Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Meclis’e girdiğinde ayağa kalkmayan CHP’lilere Metris gardiyanları gibi dayak atan kalemler var ya haklılarmış meğer...” satırları ile devam ederek her fırsatta devleti yerden yere vuran meslektaşlarımıza ufaktan takılmıştık..
Derdimiz devlete saygının oturup kalkmaktan ibaret olmadığını dile getirmekti.
Bunu belirtmek için de sözü, “Bu bahsi burada noktalarken cümle ümmeti Muhammed’i devlete saygıya davet ediyor bu arada devleti temsil eden zatın, ‘Bu meseleyi biz çözmezsek başkaları çözer’ demesinin devleti küçük düşürmede devleti temsil eden biri karşısında ayağa kalkmamaktan daha mı az vahim olduğu sorusunu” sormuştuk...
Bu bölüm yazı uzun gelince kısaltmak için kesilip atılmış. Oysa o yazının tamamı aslında bu bölüm için kaleme alınmıştı.
Ayrıca yazının, “.. ya pimi çekilmiş bir bomba gibi herkesin çevresinden hızla uzaklaşacağı veya cami önüne bırakılmış sahipsiz bir çocuk gibi merhametle yaklaşacağı bir soru olarak ortalığa bırakıveriyoruz” bölümü de çıkartılmış ama, “Sonucu merak edip etmediğimize gelince hayır merak etmiyoruz, cevabını bildiğimiz şeyi niye merak edelim ki” cümlesi öylece kalmış..
O paragraf çıktıktan sonra o son cümlenin bir anlamı kalmış olabilir mi?
Okuyucu herhalde “Yazar neyi merak etmiyor?” diye sormuştur.
Sadede gelecek olursak..
Başına bu işler geldiği için anlam erozyonuna uğrayan dünkü yazıdan dolayı 50 bin okurdan özür diler...
Yer darlığı dolayısıyla çıkartılırsa o yazı çıkartılsın diye (devlete saygı ile ilgili) küçük bir yazı daha göndermiş olmamıza rağmen (zor olanı tercih ederek) “en kesilecek yeri bir çırpıda görebilen” sayfa düzeni üstadını da hakikaten tebrik ederim.
Savcı
Gazetede okuduk.
Sahte savcı kaçakçı çıkmış..
Cümleten geçmiş olsun..
Ya gerçek savcı kaçakçı çıksaydı?

Yazarın Diğer Yazıları