Bebek'te gazeteci değil miydin?

Gazeteci gittiği, gördüğü, konuştuğu herşeyi gizli saklı kalmayacak biçimde yazmalıysa, bu yemek niye yıllardır karanlıkta Hasan Cemal?

Hasan Cemal “Kandil notları”nı Mayıs başında yayımlamaya başladı. “Kandil Dağı’na neden gittin?” sorusuna ise ay geçti; ancak dün cevap verebildi. Yaşadıklarını sıcağı sıcağına değil, zamanın süzgecinden geçirip, kår-zarar “farkındalığı” ile yazmak eski alışkanlığıdır, yadırgamadık.
İkinci bölümü bugün yayımlanacak cevap dizisinde, Hasan Cemal kendisine yöneltilen çok kısa ve net soruya, ‘görünürde’ aynı yalınlıkta cevap verdi:
- Neden gittin Kandil’e?
- Gazeteciyim de ondan gittim. Bu meslek poponun üstünde oturarak yapılmaz da ondan gittim.


İtirafçı provokatör
Gelin görün ki Cemal’in hem bizce gözlenen biyografisi, hem de dönem dönem itirafnamelerle kesitlerini sunduğu otobiyografisinde çoğu kez gazetecilikten başka hassasiyetler öne çıkıyor. Hatta Cemal, yeri geldikçe bu tecrübelerini okuyucusuyla paylaşmaktan çekinmiyor. Mesela ‘Ümraniye bombaları’nı değerlendirirken “Bu hep böyledir. Hiç değişmez. Hukukçu, profesör, işadamı, gazeteci ve yazarlardan oluşan bir takım olarak, darbe tertiplerine hizmet arz ederler. Darbe tertiplerinin ‘aşağıda’ ki ‘operasyonel’ boyutu hayatidir. Bombasıyla, dinamitiyle, tabancasıyla, dezenformasyonuyla çalışır bu mekanizma... Ben yaşadım bütün bunları. Orduyu darbeye kışkırtırken...” diye yazıp, Sıhhiye Orduevi’ne bomba atılmasını planlarken gazetecilik değil provokatörlük yaptığını itiraf ediyor.
Cemal’in itiraf ve jurnallerinden oluşan iki ayrı kitabı da var.


Büyük iş yaptı
Karayılan röportajı ilk Kuzey Irak’tan bildirişi değil Cemal’in.
Bir gazeteci elbette Kuzey Irak’a gidebilir. Orada PKK’nın hamiliğine soyunan Talabani veya peşmerge başı Barzani ile röportaj da yapabilir.
Ancak bu röportajları ‘büyük gazetecilik başarısı’ diye sunduktan sonra, mesela ‘Türkiye’ye değil PKK’lı, kedi bile vermeyeceğini’ söyleyen Talabani İstanbul’a geldiğinde, bu Amerikan piyonunun başbaşa yemek yediği bir avuç dostundan biri olduğunu itiraf eden bir gazetecinin ‘iş ile aşkı karıştırma’, ‘danışıklı dövüş’ veya ‘dostlarının sözcülüğüne soyunabileceği’ ihtimallari üzerinde durmaya değmez mi?
Yakın çalışma arkadaşı Cengiz Çandar, Radikal’de yayımlanan 8 Mayıs 2009 tarihli yazısının daha ilk cümlesinde “Hasan Cemal büyük iş yaptı” demişti. Çandar bu “büyük iş”in “gazetecilik” olmadığının özellikle altını çizmiş ve Cemal’in “siyasi sonuçlar üretecek çapta bir işe imza attığını” vurgulamıştı. Hatta Karayılan’ın ininin kapılarının Hasan Cemal’e açılma sebebinin “sadece gazetecilik” olmadığını ifade lüzumu hissetmişti.
Böyle birkaç minik hatırlatmadan sonra;
Velev ki biz pek kurkurcuyuz... Velev ki ‘Kandil trekkingi’ Hasan Cemal’in “poposunun pas tutması endişesi”nden doğan bir tür mesleki spor... Adrenalin turu...
Velev ki “gizlisi saklısı olmayan bir görüşmeydi” ve “Karayılan’a ‘Her hangi bir yanlış anlamaya meydan vermek istemiyorum. Ankara’dan veya şu ya da bu çevreden Kandil’e bir mesaj getirmiş değilim. Gazeteci kimliğimle buradayım. Kandil’in düşüncelerini, varsa mesajlarını gazeteme yazmak için geldim.’ dedi...
Peki bu tavrı Bebek ittifakı üyelerine de gösterdi mi?


Varsayalım gazeteci
Hasan Cemal 2005 yılında ne iş yapıyordu acaba?
Gazetecilik aşkıyla böylesine yanıp tutuşan biri, saatlerce, büyükelçi görünümlü bir CIA Ajanı, bir MİT eski Müsteşarı, dünyanın dört bir yanındaki iktidar ve rejim değişikliklerinin sponsoru olan Soros’un Türkiye temsilcisi, eski bir gerilla, bir dönem devletin resmi yayın organının başında bulunmuş bir kişi ile ismi resmen açıklanmasa da, Türkiye’de hükümeti devirmek için e-posta talimatları veren bir AB parlamenteri ile aynı masada oturacak ve Washington’un veya Brüksel’in hiçbir mesajını not etmemiş olacak öyle mi?
Hadi en iyi niyetli halimizi takınalım...
Velev ki Hasan Cemal dün belirttiği gibi teyp kullanmayı sevmiyor.
Velev ki, İtalyan yemeklerinin yanında bir de Fransız şarabı sipariş edildi ve Cemal mesai saatlerinde alkol almanın faturasını o geceden eli boş ayrılarak ödedi...
Karayılan’ın mesajlarını atlamamak için Kandil’de birlikte olduğu diğer iki gazeteci Milliyet Ankara bürosundan Namık Durukan ve NTV Irak temsilcisi Çetiner Çetin ile yaptığı not karşılaştırma işlemini, Bebek buluşmasında bulunan diğer ‘gazeteci’ Cengiz Çandar ile tekrarlayamaz mıydı? Çetin çalışma şartlarına daha meyilli olan Çandar’ın notlarından faydalanamaz mıydı?
Hadi Karayılan ve diğer PKK’lılarla omuz omuza poz verdiği gibi Mark Parris, Cem Duna, Köksal Toptan, Karen Fogg, Cengiz Çandar ile objektife gülümsemeyi akıl edemedi...
Yıllardır yayımladığımız bu fotoğrafa ulaşması internet ortamında bir ‘tık’a bakardı. Telif de istemiyoruz... O yazmak istesin de isterse bizim ‘şöhreti görmezden gelinen’ fotoğrafımızı kapak yapsın, ne olur ki, hepimiz gazeteci değil miyiz, böyle bir büyük bir gazetecilik olayı kotarılacak, karanlıklar aydınlanacaksa, bir fotoğrafı esirger miyiz...
Velev ki “Kandil’e giderken, ne Ankara’ya, ne Washington’a, ne MİT’e, ne CIA’ya”, karısına hatta gazeteye bile haber vermedi, “gizliliğe riayet etti”... Biz bu ayrıntıyla mı gazetecilik yaptığına inanacağız Hasan Cemal’in? Bu gazeteciden çok, ailesinden para kopartmak için, polise haber vermeden fidyecilerle buluşmaya giden işbirlikçi amca/dayı hikayesini andırmıyor mu? Cemal, inisiyatifi PKK’ya bırakacak güveni nereden buldu?
İkna olduk diyelim, Karayılan’ın karşısında gazetecilik yaptı... İyi ama karşısına oturduğu kişiyi konuşturan, ağzındaki baklayı çıkarttıran, bilinmeyeni öğrenen mi, yoksa öven, yücelten, olumlayan ifadeler, çanak sorularla beş çayı sohbeti yapan mı gazetecidir?
En önemlisi...
Hasan Cemal madem Kandil’de büyük bir gazetecilik örneği sergiledi... O zaman niye kendisi ilk olarak Gazeteciler Cemiyeti veya Basın Konseyi veya herhangi bir meslek örgütünden değil de “Ankara” dan arandı?


++++++

Elde satacakları sadece mayınlı topraklar kaldı!
Dış borcu büyüterek, sıcak parayı baş tacı ederek, yüksek faiz ödeyerek; yoksuldan zengine, devletten özel sektöre, yurtiçinden yurtdışına kaynak aktararak ve özelleştirmeyi hızlandırıp devletin fabrikalarını, malını-mülkünü-imtiyaz haklarını yabancıya satarak ve halkı da kredi kartlı tüketimle afyonlayarak büyümüştük. Özelleştirmeden akan paraları; sanki sürekli gelirmiş gibi yutturup “makyajlama yaparak” yıllık bütçeleri denk tutmuştuk. Başbakan bile “büyümede Çin’i de geçtik” diye övünmüştü.
Kriz bitti.
Ama 4 yıl geri
gittik.
Elimizde kalan şu:
Mayınlı araziler,
Nehirler, göller.
Otoyollar ile dağlar.
Ve alev alev işsizlik.
“Düzeltilmiş oran” diyorlar.
İşte o oran da çıldırdı.
Düzeltilmiş işsizlik oranı yüzde 21,2’ye ulaştı. 100 kişiden 21’i işsiz.
Bu 3 noktanın en çarpıcı belirtisi dün VATAN ile Hürriyet gazetelerinin birinci sayfasına “Katır Boru Hattı” diye yerleşen o müthiş uyarıcı haberdir. Güneydoğu’nun işsiz insanları, dağları aşıp İran’dan 20 litrelik plastik bidonlara doldurdukları kaçak akaryakıtı katır sırtında Van’a kaçak olarak getirip satarak, ailelerini ve çocuklarını geçindirebilecekleri bir iş alanı yaratmışlar.
Katırlı sektör oluşmuş.
Hizmet çeşitlenmiş.
Pazar neyi istiyorsa; “Katır Boru Hattı” onu “arz etmeye” duyarlı olmuş. Katırlarla sadece motorin ile benzin değil eroin, esrar, sigara, silah, şeker, çay ve insan kaçakçılığı da yapmayı meslek edinmiş bu insanlara; tarlaları mayından temizleyip “organik tarım çiftçisi olmaları için” dağıtmayı düşünmüyorlar.
Niçin?
Çünkü elde çok hızlı olarak satıp paraya çevirecek mayın tarlasından başka nehirler, göller ve bir de dağlar kaldı.
* Necati Doğru / Vatan

++++++

Kulağına küpe...

Lafın tamamı deliye denir
Deniz Feneri e.V. dosyasında dolandırıcılığı meslek edindiği iddia edelenlerle anılan RTÜK Başkanı Zahid Akman Haber Türk’ten Balçiçek Pamir’e “Kimse istifamı istemedi” demiş.
Oysa geçtiğimiz hafta RTÜK’ten de sorumlu olan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Akman ile en azından başkanlıktan istifası konusunda uzlaştıklarını açıklamıştı.
Akman konu makamına yapılmış bir “çekil” baskınında değil de, Arınç’a yaptığı nezaket ziyaretinde gündeme gelince epey rahatlamış. Anlaşılan “iki muhabbetin belin kırarken, lafı geçti” umursamazlığında bakıyor olaya. Ve algılama biçimini yansıtıyor: Arınç “istifa etmeyi düşünüyor musunuz diye sordu, istifamı istemedi...
Yine atalarımızın o kulağa küpe sözlerinden birini hatırlatmak durumundayız:
Lafın tamamını deliye demezler mi Zahid Bey?


++++++

Türk Silahsız Kuvvetleri(!)
Amerika, Kuzey Irak’ta Türk askerinin başına çuval geçiriyor... Aynı Amerika ne diyor: Afganistan’da terörle mücadele için asker yolla...
Peki, AKP iktidarı ne diyor:
- Evet efendim.. Sepet efendim..
Ülkenin Başbakanı RTE yaman mı yaman... Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı’na posta koyuyor... Hem de az buz posta değil...İsrail Cumhurbaşkanı’na diyor ki:
“- Sen adam öldürmesini iyi bilirsin...”
Sonra bu RTE Türkiye’nin güneydoğusundaki en verimli topraklarını, bu “adam öldürmesini iyi bilen” İsrail’e yaklaşık yarım yüzyıl için satmaya çalışıyor...
Amerika’nın yeni başkanı çikolata renkli Obama AKP iktidarına talimat veriyor:
- Ermenistan ile ve de PKK ile anlaş!..
Bizimkiler ne diyorlar:
- Evet efendim.. Sepet efendim..
Ermenistan’la anlaşmaya çalışıyorlar; ama, bu kez Azerbaycan bozuluyor ve postasını koyuyor: Benim toprağım Ermeni işgali altındayken sen Erivan’la nasıl anlaşıp da sınırlarını açarsın?..
Azerbaycan da Müslüman bir ülke... Orada da cami var... Amerika’nın şamar oğlanı AKP iktidarı iki cami arasında beynamaz kalıyor...
Ya PKK?.. Deniyor ki:
- İki taraf da silahları bıraksın...
Bir taraf Türk ordusu.. Öteki taraf PKK..
Diyelim ki terör örgütü silahları bıraktı...
TSK nasıl bırakacak?..
Adı üstünde ’Türk Silahlı Kuvvetleri’değil mi?.. Yoksa bundan böyle Türk Silahsız Kuvvetleri mi olacak?..
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet

++++++

İnsanoğlu kuş misali...
Sen vatan hasreti, gurbetlik, yalnızlık deme taa ‘Amerika’lara git, kendini ‘Standford’larda yetiştir, mesleğe en tepelerde başla, yönetim katından aşağıya hemen hiç inme, kısa süreli bir Akşam Ankara Temsilciliğinden sonra Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni ol. Sonra göç mevsimi... Zirveden çok uzaklara, varlığı, gazetecilik değil yandaşlık başarısına bağlı tv kanallarında yorumculuk gibi hiç alışık olmadığın kadar alçak rakımlı yerlere kon... Ergun Babahan artık Star ailesinin üyesiymiş... Başbakan’a karasevda ile bağlı Ethem Sancak’ın Star’ında gazetecilik yapması beklenmeyeceğine göre, ancak bir kardeş / oğul gibi aile mensubu olarak istihdam edilmesi şaşırtıcı değil. Babahan bunun sevindirici mi, olduğunu ancak bir gün, “nereden nereye” sorgulaması yaptığında anlayacaktır...

++++++

MİNİ YORUM
Dinimizin son hali(!) ve Cizvit papazı

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yürüttüğü ve BBC’de Hristiyanlıktaki reform hareketine benzetilen “Hadis revizyonu” nu yazan Mehmet Şevket Eygi, Ankara Üniversitesi İlahiyatçılarının yürrüttüğü projeyi izleyenler arasında bir de Cizvit papazı olduğunu not düşmüş. Müslüman halktan önce, hirstiyan ruhban sınıfına bilgi verme ihtiyacı duyan “İslam reformistleri” kimlermiş ve değişime uğramama ayrıcalığına sahip dinimizi hangi ölçülere göre güne uyarlayacaklarmış hayli meraklandık doğrusu...

Yazarın Diğer Yazıları