Bebek ittifakı üyeleri vantuzlu kollara ayrılarak mı çalışıyor?

Ahtapot tipi yapılanma
Ekibe büyükelçi görünümlü CIA ajanı da katılınca, Kör Agop’un Meyhanesi’nden İtalyan Lokantası’na sınıf atlayan sivil darbecilerden Cengiz Çandar’ın Ermeni, Hasan Cemal’in ise Kürt meselesinde uzmanlaşması tesadüf mü?


Altmışlı yılların başında ABD Başkanı John.F. Kennedy bir çok ülke gibi Türkiye’ye de Amerikan propagandası yapmaları için bir grup “Barış Gönüllü”sü göndermişti. Temelde her biri, emperyalizmi ‘normalleştirme’ operasyonu ajanı olan gönüllüler kısa sürede “bizden biri” haline gelmişti. Evlerimize kadar giren misyonerler, milli direncin temel direği olan ‘aile’ kurumunu ve etrafında korunan değerleri çözmüş, geleneğimizi, hassasiyetimizi, davranış karakterimizi detaylarıyla sömürgeleştirme bankasının veri deposuna kaydetmişlerdi.
Bu bilgiler epey işlerine yaradı. “Barış Gönüllüleri”nin kol gezdiği Kahramanmaraş, Çorum, Malatya gibi şehirler kısa sürede “savaş alanı”na dönüştü. Konumuz bu değil. Ama çıkış noktası, varılacak durak ve ulaşım araçları ortak olduğu için o günleri hatırlatmak gerekti.

Obama yöntemi
Günümüz Amerikan misyonerleri de “Ağaç gövdesi, kendi dallarından yapılan balta ile kesilir” yöntemini izlemeye devam ediyorlar. Bir yandan kökü I. Murad’ın sadrazamı Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’ya kadar uzanan Cengiz Çandar’ı, diğer yandan İttihat Terakki’nin önderlerinden Falih Rıfkı Atay’ın ifadesiyle; “On binlercesine kendi eli ile hayat vermiş olduğu Ermeniler tarafından” öldürülen Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal’in kalemlerini biliyorlar.
1968’de “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi” diyen, 71’de Filistin’de gerilla eğitimi alan, 90’larda ise NATO’da eğitim veren, konjonktürel olarak Arafatçı, Humeyni’ci, MİT’çi, dışişleri “resmi” görevlisi, Özal’ın danışmanı, “ABD Çevik Kuvvet karargâhına girebilen tek Türk gazeteci”, CIA ajanlarının kankası olan Cengiz Çandar’ın biraz Türk, biraz Osmanlı, epey de Amerikan konumu, bir tarafı siyah, bir tarafı beyaz, az Müslüman üstü Katolik Obama’yı andırmıyor mu?

Görev dağılımı
Amberin Zaman’ın kendisine yazdığı açık mektubun yayımlanmasından kısa süre sonra Erivan’a giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yakınlığıyla bilinen Cengiz Çandar, Türkiye ile Ermenistan arasındaki kara sınırının birkaç ay içinde açılacağını iddia ediyor. Türk Dış politikasının Azerbaycan’ın çıkarlarından bağımsız belirlenmesi gerektiğini savunan Çandar’a göre, belirlenen yol haritası “Avrupa’nın kestirme yolu”. Çandar’ın ‘normalleşme’ önerisi, sözde soykırım tanınarak sınırlarla birlikte zihinlerin de açılması. Eski gerilla, “Ne yani büyük felaket yaşanmadı mı” diyerek Obama’ya tam destek veriyor.
Hasan Cemal ise sık sık Kuzey Irak’tan bildiriyor. PKK’nın hamiliğine soyunan Talabani ve peşmerge başı Barzani ile röportajlar yapıyor. Yediklerinden, içtiklerinden, hayatlarından bahsediyor. “İnsani yönleri”ni öne çıkarıyor. Etnik bölücülüğü bu yolla ‘normalleştirip’ ‘demokratikleşme’ diye sunuyor. Cemal, son olarak eski DEP Genel Başkanı Yaşar Kaya ile Erbil’de yaptığı röportajın notlarını yayımlamaya başladı. Kaya “Türkiye’de her Kürt ailesinden birinin, şöyle ya da böyle dağla, PKK ile ilgisi oldu” diyerek “af” istiyor.

Makbuzlu çalışıyorlar
Dönemin AB Türkiye Temsilcisi Karen Fogg’un “hükümeti devirmek, AB ve ABD ile uyumlu çalışacak yeni bir iktidar yaratmak” temalı e-postalarının muhataplarından biri de Cengiz Çandar’dı. Fogg, 1 Nisan 200’de Çandar’a gönderdiği mesajda Şahin Alpay, Lale S, Cüneyt C., Emine Y., Ferai T, Mehmet Ali B, Samy C, Semih İ, Zeynep G, Mithat M gibi kendisinin de “katışıksız Türk görüşünün dışında” yazması halinde makbuz karşılığı ödeme yapılacağını bildiriyordu. Çandar’ın teklife cevabı “Senin bir önerini nasıl geri çevirebilirim? Sizin sayfalarınızdan geçenler kuyruğunda en son sırada oluşum şaşırtıcı” olmuştu.
En başa dönersek; Türkiye’de darbe zemini oluşması için imza attığı provokasyonların kitabını yazan itirafçı Hasan Cemal’in, Kuzey Irak’ın ulus-devlet yapımızı dinamitlemeye dönük taleplerinin elçiliğine soyunması... Veya... Türkiye’yi uluslararası hukuk önünde sanık sandalyesine oturtacak, toprak, mülk ve para kaybına neden olacak sürecin fitili ateşlemek için Cengiz Çandar’ın can hıraş yazması... Etnikçi ve azınlıkçı olmak üzere sahaya iki kol halinde yayılan günümüz misyonerleri ile mezhepçi ve ırkçı çalışmalar için ‘kollara ayrılan’ “barış gönüllüleri” arasında bir fark var mı?

Dört yıl boyunca karanlıkta kalan bu yemeğin diğer iki katılımcısının büyükelçi görünümlü CIA ajanı Mark Parris ile Agop’un meyhanesinde darbe planlayan Karen Fogg olduğu söyleniyor...


++++++

Amerika kaderiymiş
Tarsus Amerikan Koleji’nde başlayan eğitimini, ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı USIP (United States Institute of Peace)’te sürdüren Çandar, CIA’yla ilişkili Wilson Vakfı bursuna da layık görülmüştü. Graham Fuller, “Rusya ve Yugoslavya’dan sonra Türkiye’nin de bölüneceğini öngören(!)” eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz ve Amerikan kasabı Paul Wolfowitz’le yakınlığı bilinen Çandar, 4 Ağustos 1998’de ABD ile ilgili duygularını şöyle yazıya dökmüştü: “Kader çizgim bu ülkeyle garip bir oyun içinde adeta... Orta öğrenimimi Amerikan okullarında geçirdim. Üniversite yıllarında, anti-Amerikan gösterilerin elebaşlarından biri oldum. Anti-Amerikan siyasi pozisyonumu uzun yıllar korudum. (...) Amerika’yı artık geçmişin anti-Amerikan eylemlerinden pişmanlık duymayacak biçimde ama anti- Amerikan duyguların zerresi kalmayacak ölçüde yakından tanıdığımı ve kavradığımı biliyorum.”


++++++


“Kürtler” için AB planı istiyor
“Cumhuriyet Projesi” ile “ulus-devlet”in “Kürt sorunu”nu yaratan asli unsurlar olduğunu savunuyor. “Ne mutlu Türk’üm diyene” sloganına karşı çıkıyor. Kürtçe televizyon fikrini ortaya atan, bölücülere siyasi çözüm öneren Özal’ı “vizyon sahibi, çağın ruhunu yakalamış bir lider” diye tanımlıyor. Hasan Cemal, Turgut Özal’ın “etnikçi açılımları”na sahne olan Çankaya yıllarını kapsamadığı için “eksik” bulduğu “Özal’ın hikayesi” kitabını 2004’te yayınlanan “Kürtler” ile tamamladı. Cemal’e göre Türkiye’nin bu konuda, Özal’ın “öğrenmeye başladığı gibi”, “Avrupa’nın planı”nı uygulaması gerekiyor.


++++++

“Gömü”nün izini sürenler çoğalıyor

O silahlar kimin?
Silahlı güç deyince herkesin aklına hemen asker gelir... Peki, ya polis?..
Genelkurmay Başkanı da diyor ki:
- Bu silahlar bize ait değil...
Bir de rakam veriyor:
- 1988 yılında MKE (Makine Kimya Endüstrisi) Kurumu’nun ürettiği 3300 el bombasının 300’ü orduya, 3 bini polise verildi... O zaman akla ne geliyor?..
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet

Orgeneral Başbuğ, bulunan silahların TSK’ya ait olmadığını, bu silahlardan Emniyet’te de bulunduğunu açıkladığına göre... Emniyet Genel Müdürlüğü’nün de bir açıklama yapması şart görünüyor. Yer altındaki silahlar kime ait? Soru yanıt bekliyor...
* Melih Aşık / Milliyet

Bu silahları Ergenekon savcısına bağlı polisler gidiyorlar elleriyle koymuş gibi buluyorlar. Sonra da bu silahların saatlerce televizyonlarda gösterisi yapılıyor ve işin ucu Türk ordusuna dayandırılıyor. Bu silah ve mühimmatın ne olduğu konusunda Sayın Başbuğ’un bir açıklama yapmasını istemiştik. Başbuğ paşa geniş ve duru bir açıklama yaptı. Bu silahların Türk Ordusuyla bir ilgisi yok. Öyleyse bu silahları o dağ başlarına kimler gömdü ve niçin gömdü?
* Rıza Zelyut / Güneş

++++++


Deniz Feneri’ne de bir Zekeriya Öz lazım
Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk skandalı olduğu iddia edilen dava için siyasi irade neden “Nereye kadar giderse oraya kadar” deyip, özel yetkili savcı görevlendirmiyor?

Geçen gün bir arkadaşım şöyle ilginç bir soru sordu: “Acaba Deniz Feneri’ne de Zekeriya Öz gibi bir savcı mı gerekiyor?”
Yani, özel yetkili bir savcı.
Yani, skandala karışan kişi hangi mevkide olursa olsun, yakasına yapışabilecek bir savcı. İşin boyutuna, skandala karışan kişilerin özelliklerine ve oturdukları koltuklara bakılırsa, bu fikir hiç de mantıksız değil.
Tabii şöyle bir sorun var. İktidar Ergenekon savcısının arkasında duruyor.
Aynı iktidar Deniz Feneri davasının savcısının arkasında da aynı kararlılıkla durabilecek mi?
Ben şuna samimi olarak inanıyorum. Deniz
Feneri, Türkiye Cumhuriyeti’nin en derin
yolsuzluk skandallarından biridir.
Belki de en büyüğüdür.
Bu olayın üzerine Ergenekon gibi gidildiği takdirde, aklımızın almayacağı, ilişkiler
ortaya çıkabilir.
Madem bu ülkede temizliğe bu kadar önem veriyoruz.
Sadece askerin üzerine mi gidilecek?
Yükseklerde oturan sivilleri koruyan bir mekanizma mı var?
Ergenekon’da olduğu gibi, burada da aynı şeyi söylememiz gerekmiyoır mu?
Nereye kadar giderse, oraya kadar...
* Ertuğrul ÖZKÖK / Hürriyet

++++++


TUTARSIZLIK
Taraf’çılar ne istiyor?
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, Genelkurmay Başkanı’na ağır ithamlarda bulunuyorlar. Sorular soruyorlar, yanıt bekliyorlar. Sonra Genelkurmay Başkanı çıkıp 150 dakika boyunca teker teker bu iddiaları yanıtlıyor, sorulara cevap veriyor, basın toplantısı düzenliyor. Bu sefer de kalkıp ‘Neden konuşuyor, neden basın toplantısı düzenliyor’ diye çıkışıyorlar. l Oray Eğin / Akşam

++++++

GÜNÜN SÖZÜ
Şu Deniz Fenerciler, Egenekonculara nazaran ne kadar şanslı insanlar...
Anlaşıldığına göre hiçbirinin telefonu dinlenip kayda alınmamış...
* Haldun Ertem


++++++

MİNİ YORUM
Bambaşka bir konu

Mehmet Ali Birand “hiç fırçalanmamış, fırçalandığı yerde de kalmayan” bir insan olduğunu anlatmak için yazdığı yazıda, önceki sabah ‘bambaşka bir konuyu görüşmek üzere Genelkurmay’a çağrıldığını’ yazmış. Köşesinde basın toplantısının analizini yapmasına rağmen, neden bu bilgiyi de araya sıkıştırma gereği duydu acaba? Bu arada “fırçalandığı yerde kalmayan bir insan” olduğunu savunabilmesi için kişinin bunu tecrübe etmiş olması, yani fırçalanmış olması gerekmez mi?

Yazarın Diğer Yazıları