BDP, doğru söylüyor!
Doğru söyleyenlere, “Sen yalan söylüyorsun” diyen ama yalanlarla pembe tablolar çizenlere, “Ne kadar da doğru söylüyorsun” alkışı tutan çarpık bir toplum görüntüsü veriyoruz.
KCK’nın sokakta yolcu dolu halk otobüslerindeki masum insanları cayır cayır yakan bebesinden BDP Eş Başkanlarına, İmralı’daki “mukim”inden Kandil’deki “mobiline” kadar PKK yöneticilerine kadar herkes “Özerk Kürdistan” diyor, “Türkiye ile birlikte yaşamak istemiyoruz” diyor, bunları yazılı metinlerine geçiriyor, başta iktidar olmak üzere Türkiye’de önemli bir cenah, “Aslında yok öyle bir şey, bunlar
bizimle birlikte yaşamak istiyor ama daha fazla şeyler koparabilmek için böyle söylüyorlar” demeyi ve toplumu buna inandırmayı kendine görev edinmiş bulunuyor. Bir taraf var gücü ile bölücü millî karakterini ‘çelik bir yay’ haline getirirken öbür taraf teyakkuz halinde olması gereken bütün unsurlara müsekkin dağıtıyor, adeta, cephedeki askere uyku ilacı veriyor.
Söyleyin Allah aşkınıza böyle bir süreçten sizce kim kazançlı çıkar? Bu sorunun cevabını çok merak edenlere Osmanlı’nın Balkan bozgununa bakmalarını önererek BDP’nin Türkiye Cumhuriyeti’ni Balkanlaştırmada ne kadar kararlı olduğunu görmek için yine kendilerine müracaat etmekte yarar var.
Biliyorsunuz 1 Eylül “Dünya Barış Günü” idi. “Barış Günü” olur da “Barış ve Demokrasi Partisi” boş durur mu? Durmaz tabii. Nitekim durmadılar, Türkiye’nin her yanını, “Barış” tan ne anladıklarını, ayak bastıkları her noktayı savaş alanına çevirerek bir kez daha gösterdiler. Mesela Van İl Başkanlığı “Barış Günü” nü vesile ederek Van’da bir toplantı düzenledi. Bu mitingde Aysel Tuğluk aynen şunları söyledi:
“Emin olun ki bugün değilse yarın, yarın değilse bir başka gün Kürtler bu devletle bağını koparacaktır. Duygusal kopuş eninde sonunda siyasal kopuşa götürecektir.”
Daha ne desin?
Adamlar hedefi önlerine koymuş.
İstanbul’da düzenlenen “Dünya Barış Günü” etkinliklerine katılan BDP’lilerin durumunu da Haber Türk Yazarı Nihal Bengisu Karaca aktardı. Daha doğru bir ifade ile, gözleriyle gördüklerini okurları ile paylaştı. Hani onlar karıştıkları bütün olaylarda, “Şiddeti polis başlattı”
derler ya, tabii bu bir palavradır. Karaca, daha yürüyüş başlamadan BDP’lilerin Molotof kokteylleri hazırladıklarını, “Her Kürt gerilla doğar” ve “Kürdistan TC’ye mezar olacak” sloganları attıklarını “içerden biri” olarak okurları ile paylaşıyor. Adamlar kendilerine şöyle de bir “bilimsel” (!) gerekçe oluşturmuşlar. Yaptıkları iş, yani suçu günahı olmayan yolcuları Molotof
kokteylleri ile yakmak ve masum insanların ekmek teknesi olan dükkân tezgâh dağıtmak “Ezilenlerin meşru şiddeti” imiş.
İşte en kürsüdeki, mikrofondaki, meclisteki yani tepedeki Aysel Tuğluk ile sokaktaki Aysel Tuğluk arasındaki ruh ikizliği. Zaten siz bir gün bir BDP yöneticisinin bu sokak canilerini eleştirdiğini gördünüz, duydunuz mu? Görmez ve duymazsınız, çünkü bu işleri yapmaları için onlara talimatı veren ve hatta ceplerine parayı koyanlar BDP yöneticileri değil mi?
Şimdi kulaklarımızla duyduğumuz, gözlerimizle gördüğümüz, taşını işyerimizin vitrininde, Molotof kokteylini halk otobüsündeki masum insanların başında hissettiğimiz ve kurşunlarını yiyerek şehitler verdiğimiz bu tabloya mı inanacağız; yoksa bize pembe tablo çizen Pinokyo burunlulara mı?..
Kime inandığımız çok mu önemli diyenleriniz olabilir. Evet, çok önemli. Çünkü davranışlarımızı inandığımız şeyler belirliyor. Davranışlarımız da geleceğimizi inşa etmekte, öyle değil mi?