Bayburtlu'nun "Randuman'ı, MHP'nin hasadı

İstanbul’a göç etti Bayburtlu, varıp Sultanbeyli’ye, bir bakkal dükkanı açtı. Önce mahalleliye gülücükler saçtı, sonra ucuzluklar, veresiye vaatleri... Fakat işler hep kesat, müşteri tek-tük... Bayburtlu hemşehriler bile uzaktan selam verip geçiyorlar... Bu işin içinde bir iş olmalı, ama ne? Gidip bakmalı öteki bakkallara, araştırmalı şu işi; enine, boyuna ve de derinliğine. Gidip bakıyor ve işi çözüyor kendi aklınca. Bütün bakkallar sakallı, sarıklı, cüppeli ve de şalvarlı... Müşterileri de onlar gibi... Hem de ne müşteri, sürüsüne bereket, yılkı gibiler...
“Eee... Zaman ve ortam sana uymazsa, sen onlara uyacaksın... Hem canım, biz Müslüman değil miyiz, giyeriz biz de ol libaslardan, olur biter”. Giyiyor Bayburtlu, uyduruyor kendisini araziye. Vakit namazlarında da marş marş camiye. Her sabah besmeleyle açıyor dükkanını, bekliyor umutla, dönülecek köşelere dair düşler kuruyor bolca...
Günler geçiyor, mal terekte bekliyor, alacaklılar kapıda.. Bizimkinin dayancası kalmamış, umutları tükenmek üzere.
Ne bilsin gariban Bayburtlu, burada tarikat, siyaset ve ticaretin atbaşı yürüdüğünü, tek başına ticaretin fos çıkacağını. Varıp bir şeyhten el tutacak, bir tarikata intisap edeceksin; her adımında danışacaksın, ihvanla dayanışacaksın; verip kazanacaksın, kazanıp vereceksin... Yani “kazan-kazan”... Bunlar olmadı mı, bunlardan olmadın mı “hâricî” sayılırsın ol beldede.
Hâricî’nin sonu da iflas... Neyse ki onurlu oluyor iflası, zararın en uygun yerinden dönüyor, veriyor malları geriye, satıyor demirbaşları, el ele baş başa çıkıyor işin içinden... Gelgelelim çok zoruna gidiyor, içerliyor bu duruma. Hemen berbere gidiyor, kestiriyor sakalını. Varıp eve değişiyor üstünü, nicedir ki giyinmediği takım elbiseyi giyinip takıyor kravatını, ver elini meyhane.
Bir ufak rakı, bir ufak daha... Buluyor kafayı... Dışarı çıkıyor, sallana sallana yürüyor, “Sevdim inandım, sözüne kandım, ateşe yandım/ Bayburtlu pek naza gelmez, yandı ciğerim gel gel” türküsünü mırıldanıyor. Bir hemşehrisi çıkıyor birden karşıdan, şaşırıyor, soruyor sitemle:
-Ağabegi be ne hal? Ne ettin bele? Sakalı niye kestin, saruği, cübbeyi ne’ttin?
Hele bak! “İşin gücün nasıl?” diye bir gün sormayan adam, şimdi sarığın, cüppenin derdinde. Al sana ham-ervah! Al cevabını da defol!:
-Pırak yavu pırak! Senin o dedüklerinden bi randuman alamaduh biz!
Öykümüz bu kadar. Peki neden anlattık şimdi bu öyküyü? “Eştürbanzâde Tayyip ve Şerikleri Hiper-Yeşil Gıda Pazarı” nın yanına “Öz-Yeşil Bahçeli Hasat Bakkaliyesi” açıp, onun kârına ortak olmayı aklına koyan MHP’nin hâlini faş etmek için. Nah şuraya yazdım işte, sonunda “hasat”, düzeltiyorum “randıman” alamayacak bizim parti (bendeniz hâlâ üyesiyim MHP’nin, istifaya elim gitmedi bir türlü). Bir asırdır “yeşil ticareti” yapanlar malı götürecekler yine. Ve yerel seçimlerden sonra birileri, benim o saf Bayburtlu hemşehrim gibi meyhanenin yolunu tutup efkâr dağıtacaklar. MHP’ye, sanki -hâşâ- dinden çıkmış da yeniden dine dönmüş gibi, “özüne döndü” gazları veren akıldânelere gelince: Onlarla da o zaman hesaplaşacağız, vuracağım saplantı ve yanılgılarını yüzlerine...

Yazarın Diğer Yazıları