Batum’a kızacağınıza orduyu bu hale getirenlerden hesap sorun!..

Türk Ordusu’nun kozmik odasına kadar girildi, TSK delik deşik edilip bir kevgire dönüşmedi mi? Ordu’nun kahraman komutanları, görevdeki askerleri içeriye atıldı ve karargah kendini savunamaz hale gelmedi mi?
Kendi askerini bile koruyamayan bir ordu, kağıttan kaplan değildir de nedir?
...
Yalan haberlerle bu ordunun albaylarının hayatı karartıldı; intihar ettiler. Ne yaptı bu Ordu? Yalan belgelerle içine sızıldı, nasıl savunabildi kendisini? Balyozlarla, kafeslerle, kağıt parçalarıyla kuşatıldı, çökertilmeye çalışıldı. Bu psikolojik savaşa karşı Dani Rodrik ve Pınar Doğan’ın yaptığını bile yapamadı...
Kalkıp ’Bu orduyu lağvedelim’diyenlere bile sesini çıkaramadı...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zaaflarını, eksikliklerini artık yüksek sesle konuşalım mı? Sorumluları deşifre edelim mi?
Başta Hilmi Özkök... Dolmabahçe’de kim bilir neyin pazarlığını yapan Yaşar Büyükanıt... Türk Ordusu’nun omurgası sarsılırken, yapısıyla oynanırken Genelkurmay Başkanlığı’nı küçük gazetelerle polemiğe girerek geçirmeye kalkan bir İlker Başbuğ... Koskoca bir Türk Ordusu’nun ’kağıttan kaplana’dönüşmesindeki katkıları es geçilmesin.
Onlar görevdeyken ’Rusya’ya, Çin’e de bakalım’diyen komutanlar da birer birer tasfiye edildi, Ergenekoncu, darbeci damgasını yediler.
Bu ordu yıllardır bir savaşı bitiremeden, hala şehit vererek, üstelik artık savaşmayı da unutarak hepimizin hala canını yakıyor.
Buna ek olarak bir de kendi kendisini bir arada tutamıyor; gelen vuruyor, giden vuruyor ve iktidarın ’şamar oğlanına’dönüşüyor.
Süheyl Batum yalan mı söylüyor ’Koca bir askeri yıktılar. Koca bir asker derken, meğer kağıttan kaplanmış o da. Biz bunu asker zannedermişiz, meğer ABD içini oymuş’ derken.
Bu sözlerin darbecilikle ilgisi yoktur. Bu TSK’ya ’Titre ve kendine gel’çağrısıdır.
Bilakis, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik epeydir sessizce dile getirilen bir tepkinin isyanıdır.
Belki de CHP ilk defa halkın nabzını tutuyor, ilk kez toplumun hissiyatını yansıtıyor, bir sıkıntıyı dile getiriyor.
Kimse bu ordudan darbe yapmasını, siyasete bulaşmasını beklemiyor. Ama artık bu toplum ordunun kağıttan kaplana dönüştüğünü görüyor ve buna isyan ediyor.
30 yıldır akan kana karşılık, bitmek bilmeyen savaş karşılığında bir tek şey bekleniyor TSK’dan: Can güvenliğimizi korumasını. Temel fonksiyonunu yerine getirmesini...
Bunu bile yapamaz hale geldiyse bu ordu, ’kağıttan kaplan’değildir de nedir?
Süheyl Batum’a kızacağınıza, bu orduyu bu hale getirenlerden hesap sorun. Onlar utansın.
Oray Eğin / Akşam

+++

Patetes, Soğan, kömür çuvalları ile yıllara inat başkan seçilen Gökçek’in yeni stratejisi belli oldu! Ankara’nın önemli ilçelerinden malup çıkan AKP,
Bala ilçesi ile açtığı ara transfer sezonunu, Beypazarı ilçesi ile devam ettiriyor! Siyaset jargonumuza
da yeni bir slogan girmiş oluyor: “seçim rüşvetiyle oylarını alamazsan, başkanını alırsın.” Ee malum
demokrasilerde çare tükenmez, yaşasın serbest
piyasa ekonomisi.
Engin Balım

+++

Eğitimi dandik, sağlık hizmeti
yerlerde, vatandaşının güvenliği Allah’a emanet ise...
Biri bana açıklasın arkadaş;
Bu devlet niye var?
Nihat Sırdar / Akşam

+++

Yargı iktidara bağlandı

İktidar partisi ile yandaş basın üç yıldır TSK ’yı yıpratmak, halkın gözünden düşürmek, köşeye sıkıştırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Sahte olduğu ortaya çıkan Balyoz Planı gazete manşetlerinde haftalarca “Fatih Camiini bombalayacaklardı”, “Ordu kendi uçağını düşürecekti” manşetleriyle verildi. Yargısız infazlar yapıldı. Albaylar,yarbaylar intihar etti. İktidar partisi bu süreçte TSK’yı hiç savunmadı. Aksine karalama kampanyasını destekledi, meydanlarda kullandı...
Şimdi Süheyl Batum’un bir çift lafı fırtınalar yaratıyor, hükümet TSK’nın biricik hamisi kesiliyor.
Çünkü bu defa CHP ’yi karalama imkanı ortaya çıkmış, fırsatı kaçırmamak gerek!
Evet Batum’un sözleri politik olarak yanlıştır. Ancak tek yanlış o mu?
Avukat Turgut Kazan net bir yorum yapıyor:
- Hemen belirtelim ki, kâğıttan kaplan değerlendirmesi dâhil, silahlı kuvvetleri eleştirmek demokrasinin gereğidir, yasaklanamaz, suç sayılamaz. Batum’un sözleri, darbe çağrısı izlenimi yarattığı için, politik açıdan yanlıştır. Ama, Başbakan’ın savcıları göreve çağırması, yanlış olmanın çok ötesinde, demokrasi için bir ölüm fermanıdır. Çünkü, suç duyurusu kimsenin göremeyeceği/bilemeyeceği bir eylemi, savcılığa haber vermek için yapılır. Batum’un sözlerini Türkiye ’de duymayan kalmadığına göre, elbet Zonguldak savcıları da duymuştur. Dolayısıyla, Başbakan’ın çağrısı (bir suç duyurusu değil), cezalandırma çağrısıdır. Özellikle, HSYK ’nın değişen yapısı ve dün kabul edilen yasal değişiklikten sonra, bu çağrının başka adı olamaz.
Referandum ile yargı resmen iktidara bağlandı! Bunun sonuçlarını yaşıyoruz...
Melih Aşık / Milliyet

+++

Bu ülkede kimse yasaları okumuyor mu?

Bu ülkede eskiden herkes futbol konuşurdu, hakemliğe soyunurdu; ama kimse futbol kurallarını okumazdı...
Şimdi herkes hukuk konuşuyor ve hâkimliğe soyunuyor ama kimsenin yasalardan, yasa maddelerinden haberi yok!
Zonguldak Başsavcılığı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni “kâğıttan kaplan”a benzeten CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum’un hakkında soruşturma açmak için Adalet Bakanı’ndan izin istedi. Gerekçe olarak da Türk Ceza Kanunu’nun “Türklüğü, cumhuriyeti, devletin kurum ve organlarını aşağılama”yı düzenleyen 301’inci maddesini gösterdi...
Yandaş medya da bu olayın üstüne atladı! İyi de... Acaba 301’inci madde tam ne olarak ne diyor?

***


MADDE 301:
(1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni, devletin yargı organlarını, asker veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

***


Soruşturma izni isteyen savcılar dahil olmak üzere, Batum’un yargılanması gerektiğini savunan herkes, maddenin ikinci fıkrasından yola çıkıyor...
Ama ne hikmetse, “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” diyen dördüncü fıkrayı kimse görmüyor, görenler de sözünü etmiyor!
Mustafa Mutlu

+++

Rum dalkavuğu; sende yürek var mı

Noel arifesi...
Lefkoşa.
Kumsal Mahallesi.
Numara 2.
Tek katlı, bahçeli ev.
Saat 22 suları.
Hava ayaz.
Boğuk, tok vuruşlar yırtıyor geceyi aniden, trok trok trok...
Kalleş, basıyor.
Mürüvvet Hanım, lambaları söndürüyor telaşla... Hakan kucağında. Uyuyor. Bebe. 10 aylık... Dalıyor çocukların odasına, öbür koluna Kutsi’yi alıyor, 4 yaşında... “Kalk Murat” diyor bi yandan... Gözlerini ovuştura ovuştura kalkıyor Murat, henüz 6 yaşında. Eteğinin ucundan tutuyor anasının geceliğini... Dışardan hüzün abajuru gibi sızan sokak lambasının cılız ışığında, hayalet misali, parmaklarının ucuna basa basa banyoya süzülüp, dördü birden “küvet”e giriyor ve koyun koyuna sarılıyorlar, çıt çıkarmadan, duyulmasın diye nefes bile almadan...
Korkunç bekleyiş başlıyor.
Bir dakika.
İki dakika.
Üç dakika.
Saniyeler...
Asırlar gibi adeta.
Önce şangırtı duyuyorlar.
Pencere.
Kırılıyor.
Sonra, ayak sesleri...
Salondalar.
Vahşi haykırışları geliyor.
Ve, tekmeyle açılıyor banyonun kapısı...
Üç Rum.
Tarıyorlar.
33 el.
Evet, merhum gazeteci Sami Coşar tarafından çekilen ve hafızalarımıza mıh gibi çakılan “o fotoğraf”ın öyküsü bu...
Kanlı Noel.
Alnından vurmuşlardı Mürüvvet Hanım’ı, yedi yerinden daha...
Murat’tan üç kurşun çıktı.
Kutsi’den iki.
Evin direği, baba, tabip binbaşı, evde değildi o sırada... 103 Türk köyü basılmıştı son üç günde, yaralılar vardı...
Gönyeli’ye gitmişti. Göreve.
Bir babanın başına gelebilecek en büyük felaketi yaşayan bu tabip binbaşı, evlatlarının cenazesini bizzat kendi elleriyle yıkadı... Minik bedenleri santim santim yokladı, Hakan’da kurşun izi bulamadı. 10 aylık bebecik... Vücudunu yavrularına siper etmeye çalışan anacığının altında kalmış, nefessizlikten boğularak can vermişti çünkü.
Sonra?
Rum taburu vardı oralarda...
Nizamiyesinde şu yazıyordu:
“Cesursan, gel al!”
Türk taburu kuruldu oraya...
Nizamiyesine şu yazıldı:
“Cesurum, geldim aldım!”
Bugün, oralarda, utanmadan, Türkiye defolsun gitsin diye “hastir” pankartı açan Rum dalkavuğu lavuk!
Yüreğin varsa...
Gel de al.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Bakan Ali Babacan
açıklıyor: “2010 yılının ilk
7 ayında 25 bin
iş yeri kapandı.”
Bu da gösteriyor ki
memlekette çift bayrak var; biri ayyıldızlı bayrak, diğeri
iflas bayrağı...
Haldun Ertem

+++

Dün gece siz uyurken...

Dün gece herkes uyurken eller kalktı ve indi, Danıştay ile Yargıtay’ın yapısını değiştiren yasa Meclis’te kabul edildi...Böylece iki önemli yüksek yargı, Danıştay ile Yargıtay da artık iktidarın elinin altında...
Herkes uyurken...
Herkes uyurken çok şey oluyor bu memlekette...
Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yasaları da yine herkesin uyuduğu bir saatte, bir gece vakti TBMM’den geçmiş, Adalet Bakanlığı’ndaki iktidarın bürokratları geçip oralara oturmuşlardı...
Ortalık karanlıktı...
Dün gece, yine herkes uyurken kabul edilen yasaya göre; diyelim ki haksız yere hapse atılanlar ya da orada haksız yere yatanlar, hâkim ve savcılara tazminat davası da açamayacaklar...
Herhalde nedenini anlamışsınızdır...
Daha da açıkçası hukuksuzluk kolaylaştırıldı...
Gece saat 01.00 gibi...
Herkes uyurken...
Herkes uyurken ne çok şey oluyor...
Böyle karanlık gecelerde yapılıyor
sinsi planlar...
Pusular karanlıkta kuruluyor...
Tuzakları geceleri döşerler...
Böyle bir gecede; tarikata kapıları açıldı devletin... Ama devrimlerimize sahip çıkmak suç sayıldı... Ve cumhuriyet derdi olan Atatürkçüleri böyle gecelerin sabahında alıp götürdüler...
Karanlıktı... Sendikalar, üniversiteler... Medya... Sivil inisiyatif... Demokrasi...
Hukuk... Çağdaşlık rüyaları...
Bir ulusun umutları...
Böyle gecelerde halledildi... Bir koca cumhuriyet el değiştirdi, daha ne olsun usta... Şarkıların, marşların sustuğu... Elin ayağın çekildiği... Perdelerin indiği... Sokakların ıssızlaştığı... Meydanın boş olduğu saatlerde...
Herkes uyurken...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet

Yazarın Diğer Yazıları