"Başlarım sizin kürdistan davanıza"
Ananın oğlu HDP İl Başkanlığı'na giriyor ve bir daha kendisinden haber alınamıyor. Ana "Oğlum HDP binasına girdi bir daha çıkmadı. Ben oğlumu istiyorum. Yerde yoksa gökten de olsa getirecekler oğlumu." diyor.
Ananın her şeyi ele veren cümlesiyse şu oluyur: "Oğlumu geri verin. Başlarım sizin Kürdistan davanıza".
Acılı ana burada da durmuyor ve çocuklarını dağa çıkarmak için beyin yıkama aracı olarak oğluna verilen dökümanlar için de "alın kitaplarınızı verin oğullarımızı!" diyor.
Ana'nın acılı ama meydan okuyan yakarışları sonuç veriyor ve HDP binasına girip bir daha haber alınamayan evladına ana kavuşuyor.
Böylece HDP de suç üstü yakalanmış oluyor!
Bu durum korkutulmuş, sindirilmiş, susturulmuş ve baskı altına alınmış diğer anaları da cesaretlendiriyor.
Böylece oğullarını dağ için devşiren HDP'nin Diyarbakır binasının önü anaların haykırışlarıyla çınlıyor.
"Diyarbakır'da genç bırakmadınız ya hapiste ya mezarda" diyerek evlatlarını isteyen bir çok ana daha HDP binası önünde eyleme başlıyor.
'Kürt meselesi', "Kürdistan" meselesiymiş!
"Başlarım sizin Kürdistan davanıza" söylemi aslında her şeyi anlatır niteliktedir. Demekki HDP'liler Türkiye Cumhuriyeti'ni bölerek bir Kürdistan kurma davası (!) uğruna gençleri toplayarak dağa yolluyorlar.
Bunun içinde aileler PKK/HDP unsurlarınca kitaplar verildiği onlar vasıtasıyla gençlerin beyinleri yıkandığı ve böylece dağa gitmeye ikna edildiklerini söylemiş oluyorlar.
Nitekim Ana'nın "alın kitaplarınızı verin oğullarımızı" yakarışının altında da bu gerçek yatmaktadır.
Demek ki HDP'nin ve birilerinin "Kürt sorunu" dediği gerçekte "Kürdistan" sorunuymuş. Daha doğrusu "Bağımsız Birleşik Kürdistan" sorunu...
"Kürdistan Davası" için gençler dağa gönderiliyor, analardan da fedakarlık yapması isteniyor.
Ana da "başlarım sizin Kürdistan davanıza" bunun için diyor.
HDP'nin oy aldığı ya da temsil ettiğini söylediği kesimleri istismar etmekten başka hiç bir şey yapmadığı bilinen bir gerçektir.
HDP'nin Kürt vatandaşlarının etnik damarlarını kaşımaktan, Türk/Kürt karşıtlığı üretmekten başka yaptığı bir siyasi çalışma da yoktur.
Bu parti görünümlü yapının tepesindeki zatlardan birisi de bölgeyi "Arz-ı Mevut" olarak ilan ederek İsrail'le olan bağlantılarını imalı yolla dillendirmiş oluyor.
Dahası HDP binalarının siyaset değil dağa militan devşirilen yerler olduğunu herkes biliyor. İktidar partisi ise olanı biteni herkesten daha çok biliyor.
Ancak bu partinin tüzel kişiliği hakkında hiç bir işlem yapılmıyor. Demekki iktidar siyasi görünümlü rafine bölücülüğü tehlikeli görmüyor. Bu Türkiye için en büyük tehlikedir.
Şu hale bakınız!
Aklı başında görünen siyasetçi ve gazeteciler bile konuşmalarında "Kürt sorunu", "Kürt siyaseti", "Kürt oyları", "Kürt illeri", "Kürdistan" diyerek bile bile HDP/PKK'nın değirmenine su taşıyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kentlerini, siyasetini ve yurttaşlarının verdiği oyları mezhep, etnisite ya da bölge temelli ayrıştırmak ya da ifade etmek bölücülüğün değirmenine su taşımaktır.
Türkiye'de mezhep, etnisite, bölge, aşiret ya da parti oyları yoktur Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının oyları vardır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin illerini "Kürt İlleri" olarak nitelemek kimi hizmet etmektir?
Terörizme karşı alınan tedbirlere özgürlük ya da seçmen iradesi sorunu olarak bakıp karşı çıkanlar farkına varmadan varlıklarını inkar edenlerdir.
Demokrasi mi güvenlik mi? Diye söze başlayanlar da demokrasi örtüsü altında bölücülerin ihanet özgürlüğünü savunmuş oluyor.
Dahası kimsenin aklına demokrasi olmazsa güvenlik, güvenlik olmasa da demokrasinin olamayacağı gelmiyor.
Türkiye'deki siyaset, demokratik hak ve özgürlüklerle vatana kast etmek özgürlüğünü ısrarla birbirlerine karıştırıyor.
Vatana kast etme, ülkeyi bölme, halkı birbirine düşürme özgürlüğü diye bir özgürlük yoktur ve olamaz!
Beyler titreyin ve kendinize gelin!