Baskı, inkâr ve özgürlük sorunu
2001 yılında “Ermeni soykırımını inkâr yasası” olarak hazırlanıp Fransa Parlamentosu’na sunulan bir tasarı vardı. Fransa’da 2012 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu tasarının muhalefetteki sosyalist parti tarafından mayıs ayı içerisinde yeniden gündeme getirileceğine yönelik haberler geliyor. Bu tasarı “Ermeni ’soykırımını’inkâr edenlere” 45 bin Euro para cezası ve 5 yıla kadar da hapis öngörüyordu. Derneklere de bu yasaya uymayanlar hakkında suç duyurusunda bulunma yetkisi veriyordu. Bu -sözüm ona- inkâr suçunun basın yayın yoluyla inkâr edilmesi de cezalandırıyordu.
Yasalarla düşünce özgürlüğünü sınırlamak!
Öyle görünüyor ki yakın gelecekte bir yurttaş “Ermeni Soykırımı”na ilişkin tarihi gerçekler konusunda ancak parlamentoların izin verdiği kadar özgür düşünebilecek. Bu saçma ötesi gelişmeler “düşünce özgürlüğünün kıblesi” olarak nitelenen Fransa’da yaşanıyor.
Kuşkusuz Batı’nın Türk ve Müslüman söz konusu olunca düşünce ya da ifade özgürlüğünü çok da önemsememiş olması doğal karşılanabilir. Ancak giderek tarihçilerin değil de siyasetçilerin tarih üzerinde söz söyleme hakkını kendilerinde gördükleri bir döneme girildiğini de burada ifade etmek gerekir.
Türkiye’deki vahim gelişmeler!
Türkiye’de de “özgürlükler” konusunda yaşananlar vahim ötesidir. Türkiye’de meydana gelen olaylar basın, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda endişe ötesi bir algının oluşmasına da neden olmuştur. Türkiye bugün, muhayyel yazma düşünceleri, kitap taslakları, yazılmış ama basılmamış kitapların yargılandığı ve yasaklandığı bir ülke konumuna düşürülmüştür.
Bir soruşturma kapsamında tutuklanan gazetecinin henüz basım aşamasında olduğu belirtilen kitabının tüm nüshalarına mahkeme kararı ile el konulması inanılmaz ama bir gerçektir. Henüz basılmamış kitabın, mahkeme tarafından “örgütsel döküman olarak” değerlendirildiği açıklanıyor.
Hangi amaçla yapılmış olursa olsun basılmamış bir kitaba el konulması, kitabın taslaklarının toplatılması basın, ifade ve düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne yönelik bir tavırdır. Bunun mahkeme kararına dayalı olarak yapılmış olması yapılan işlemin niteliğini değiştirmez.
Türkiye’de bugün herkes ancak mahkemenin ya da yargıcın mütalaasını esas alan bir özgürlük bağlamında düşünme ve davranma özgürlüğü vardır. Aksi takdirde kişi bir anda bir örgütle, suçla ve suçluyla ilgilendirilebilir.
Misyonerlikle ilgili baskınlar!
Geçen günlerde emniyet “misyonerlere karşı halkı kışkırtmak veya tahrik etmek” suçlamasıyla misyonerlik konusunda araştırma, inceleme yapıp kitap yazan bilim adamlarına yönelik bir operasyon yaptı. Bu defa bilim adamları değil yazdıkları, yazmayı düşündükleri ve hazırlığını bitirdikleri çalışmalar göz altına alındı. Misyonerlerin, Müslüman halkı Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine karşı tavır almak, yazı yazmak ya da uyarmak için yapılan faaliyetler rahatlıkla “misyonerlere karşı halkı kışkırtmak” olarak nitelendirilebilmektedir.
Hâlbuki bundan birkaç gün önce Taraf gazetesi, Amerikan Büyükelçiliğinin ilginç bir telgrafını yayınladı. Bu telgrafa göre zamanın “Diyanet’ten sorumlu” AK Partili Devlet Bakanı Mehmet Aydın, camilerde misyonerliğe karşı Cuma hutbesi okutmuş. Yine o günlerde bir Protestan kilisesine saldırı olmuş. Amerikan Büyükelçisi “Birlikte o kiliseyi ziyaret edelim” demiş. Mehmet Aydın bunu reddetmiş. Sonuçta Fransa’da parlamento tarihi gerçekleri kendi amaçlarına uydurabilir. Türkiye’de falan yargıç ya da iktidar temel hak ve özgürlükleri kendi ihtiyaçlarına göre yorumlayabilir. Kişinin onur ve haysiyeti, özgürlüğü üzerinde hiçbir otoriteye tasarruf hakkı vermemeyi gerektirir. Özgürlük baskıya karşı koymanın zorunlu sonucudur.